Yetenekler doğuştan mıdır, yoksa sonradan öğrenilir mi? | Ağaç Ev Sohbetleri 294

 

"Yetenekler doğuştan mıdır? Yoksa, müzik, spor gibi yetenekler sonradan öğrenilir veya çocukken okulda veya evde öğretilebilir mi?"

Aslında bu konuda bir yazı yazmayı düşünmüyordum. Zaten bu konu geçtiğimiz haftanın konusuydu. Ancak başka blogların yazılarını okurken bir bloğa bu konuyla ilgili bir yanıt yazmıştım ve o yanıtımdan ilham alarak kendi bloğuma da bir şeyler not düşmek istedim.

Belki bildiğiniz, belki şimdi öğreneceğiniz üzere ben Türkçe Öğretmenliği bölümü mezunuyum. Okuduğum alan genel olarak eğitim, özel olarak dil eğitimine yönelik olduğu için bu konuda pek tabii bazı düşüncelere sahibim.

Gerek lisans, gerek yüksek lisans sürecimde aldığım derslerimde aslında genel olarak eğitim öğretim sürecini nasıl daha etkili hale getirebileceğimize yönelik ders içerikleri ile karşılaştım. Bazı derslerimde bu yöntem teknikler, daha vurgulu ve konu alanına göre değişmekle birlikte, dersin geneline yayılmış bir şekilde ifade ediliyordu.

Zaten tüm öğretim yöntem ve tekniklerinin esas amacı öğrencileri derse kazandırmak, dersi daha etkili anlatabilmek ve konuyu somutlaştırmak, konuyu hayata yansıtmak üzerine kuruludur. Ancak özellikle de yapılandırmacı yaklaşım dediğimiz öğretim yaklaşımının benimsendiği 2000'li yıllar ve özellikle de son yıllardaki gerek öğrenci profilinin gerek çağın gerekliliklerinin değişmesiyle birlikte güncellenen anlayışlar, bizlere öğrenci temelli bir öğretim sürecini verdi. Evet aslında bu, her yaklaşım gibi, süreçteki ihtiyaca göre şekillendi. Örneğin eskiden daha öğretmen merkezli ve tek tip modellere dayalı eğitim anlayışları merkezdeyken, şimdi öğretmenin de seçimlerine ve kabullerine göre değişmekle birlikte, tercih edilen durum öğrenci merkezli modeldir. Bu da pek tabii öğrencilerin zihin yapılarına yönelik araştırmaların çoğalmasıyla gelişen bir durumdur veya bu durum, öğrencilerin zihin yapılarını araştırma ihtiyacını doğurmuştur.

Ben şimdi sizlerle Gardner'ın çoklu zeka kuramı isimli bir düşünce biçiminden bahsedeceğim. Howard Gardner dediğim gibi bu kuramı ortaya çıkaran bir bilim insanı, psikologdur. Bu kurama göre zihin ve yetenekler tek tip değildir. Her insanın belli alanlara daha çok veya daha az yatkınlığı olabilir. Gardner, kuramında bu zeka türlerini; sözel-dilsel zeka, matematiksel-mantıksal zeka, görsel-uzamsal zeka, bedensel-kinestetik zeka, ritmik-müzikal zeka, sosyal zeka, içsel zeka ve doğasal zeka olmak üzere sekiz alt başlıkta sınıflandırmıştır. Bu alt başlıklara ek olarak varoluşsal zeka alt başlığıyla dokuzuncu bir zeka türü de araştırılıyormuş.

Bunlar nedir peki? Zeka dediğimiz kavram aslında düşüncelerimizi nasıl, ne yolla düzenleyebildiğimizi bizlere gösteren bir kavramdır. Zekamız ile elde olan verileri alır, kavrar, anlar, işler ve düşünmenin daha üst boyutlarında da onu başka düşüncelere dönüştürürüz. Bu dönüştürme işlemi de bizleri eleştirel düşünme, yaratıcı düşünme gibi üst düzey düşünme yolları dediğimiz daha karmaşık, daha zihni kullandığımız ve nihayetinde yeni veriler\ düşünceler ürettiğimiz durumlara götürür. Ancak tüm bunları yapabilmek için öncelikle verileri işleme yöntemimizi sorgulamalıyız. 

Yetenek, bir işi belli bir düzeyde ve yeterlilikte yapabilme, işleyebilme işidir. Yeteneklerimizi kullanırken aslında normalde yaptığımız işlerde harcadığımız işlerden daha az enerji harcadığımızı fark ederiz değil mi? İşte bu aslında o işe yönelik yatkınlığımız olduğunu gösterir. Bu yatkınlık çeşitli yollarla kişide var olabilir. Belki genetik, belki küçük yaşlardan itibaren o işe duruma maruz kalmak (yabancı dillerin konuşulduğu bir ortamda yetişmek veya resim\ müzik gibi sanat dallarının merkezde olduğu ortamda büyümek, kitaplarla iç içe yetişmek vs vs neyse artık örnek verilebilir) veya bir iş konusunda eğitilmek (erken çocukluk döneminde sadece maruz bırakılmayıp bilinçli olarak çocuğun eğitilmesi - örneğin keman, piyano gibi müzik aletlerini çok küçük yaşlarda çalmayı öğrenmek örnek verilebilir) gibi etkenler belki bu yetenek gelişiminde etkili olabilir. Bu konudaki çalışmaları derinlemesine araştırmadığımı, bunun sadece benim kendi fikrim olduğunu belirtmeliyim.

Yetenek, pek tabii yaşamdaki her hareketimizde olduğu gibi, zekamızı kullanarak yaptığımız işleri kapsar. Yani bir işe, duruma yatkınlığa sahip olmak veya süreç içinde bu yatkınlığı geliştirmek öyle havadan gerçekleşmez. Zekanın eğitilmesi ile gerçekleşir. Çoklu zeka kuramının çıkış noktası da aslında budur. Her öğrenciye doğru eğitim metodu ile bir bilgi öğretilebilir. Doğru öğretim yolunu bulmak önemlidir. Örneğin ritmik zekası gelişmiş bir çocuk sadece müzisyen olsun değildir buradaki mesele. O çocuğun sayısal zekası diyelim ki ritmik zekası kadar gelişmemiş olsun, işte bu noktada eğitim ile çocuğun yatkın olduğu alanı kullanarak yatkın olmadığı alan ve konuları ona öğretebiliriz. Matematik derslerini ritmik zekayı aktive edecek bir işleyiş planı ile işlersek, o öğrencinin o derse yönelik ilgisi en başta artacağı için tabi ki ilk etapta derse yönelik motivasyon ve güdüsü artmış olacaktır. Bunun dışında sayısal zekasının gelişmediğine yönelik önyargısı kırılacağı gibi, daha yatkın olduğu alandan bir işleyiş gerçekleştiği için dersin konularını kafasında daha rahat oturtabilecektir. 

Ben tabii Türkçe öğretmeni olduğum için bunu ana dilini öğretmeye yönelik düşünmeliyim. Bir kişinin sözel-dilsel zekası çok gelişmemiş olsa bile, yani dili kullanımı yeterli düzeyde etkin olmasa bile, bu durumun sadece kitap okuyarak geçmesini beklemek yerine (ki okumak bu noktada en ama en etkili yollardandır ve gereklidir - ayrıca, kitap okuma alışkanlığının kazandırılmasında da bu yöntemden faydalanılabilinir; çünkü zaten eğitim öğretim süreci özünde bir bütündür), öğrencinin duygu ve düşünce dünyasını harekete geçirecek ve farklı zeka tiplerini kullanmasını sağlayacak bir ders planı oluşturmalıyım. Bir öykü yazımı etkinliği planlıyorsam sözgelimi, burada sadece kelimeler ön planda olmamalı. Öğrencinin kelimeleri bulabilmesi için belki görsel-mekansal zekasını harekete geçirmeliyim, belki içsel, belki doğasal zekasını. 

Kaldı ki bu durum sadece ana dili öğretimi olarak değil, yabancı dil olarak Türkçe öğretimi özelinde de bu şekilde düşünülebilir. Ya da direkt olarak yabancı dil öğretimi konusunda gramer temelli bir öğretime takılıp dil gibi akışkan bir yapıyı kalıba sokmaya çabalamak yerine, yine aynı akışkanlığı öğrencinin yönetebilmesi, yani yatkın olduğu zeka türünü aktif edecek bir ders işleyiş planı ile dili akış içinde öğrenmesini (ki bu noktada dil öğretim yöntemleri de devreye girecektir) sağlamak daha faydalı bir yol olacaktır diye düşünmekteyim. Yabancı dile yatkınlık, diğer bir adıyla ''yetenek'', bir öğrencide başka bir öğrenciye göre daha baskın olabilir belki ancak her öğrenci uygun yolla dil becerisini (gerek ana dili, gerek yabancı dil) geliştirebilir.

Özetle, kişinin belli başlı alanlara çeşitli nedenlerle yatkınlığının bulunması durumunu yetenek olarak isimlendiriyoruz. Ancak yetenekler tıpkı kaslar gibi geliştirilebilirler. Bu da kişinin farklı zeka alanlarına yönelik yatkınlığı merkeze alınarak ortaya konulacak etkinlikler ve düzenli çalışmalar ile gerçekleşebilir. Yetenek doğuştandır ancak herkes her şeyi uygun ve çeşitlendirilmiş öğretim yolu ile (bana göre ve bazı yapılmış çalışmalara göre) öğrenebilir.




9 yorum:

  1. Ne güzel açıklayıcı bir yazı olmuş. Eski tip öğretme modeli değiştiği için şimdikiler şanslı sanırım.
    Yetenek de ilginç bir konu. Çoğu kişi derslere ya da çevreye takılıp gerçek yeteneğini keşfetmiyor belki de. Daha çok ilgimiz neye ise ona yatkınlık gösteriyoruz, diğer alanlar gölgede kalıyor gibi. Yani hiç piyano çalmadım mesela, denesem belki yeteneğim olduğunu göreceğim ya da tam tersi. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Yani evet artık günümüzde aslında çok daha yenilikçi bir ortam var ancak tabi tüm bu yeni anlayışları uygulamak da biraz öğretmenin elinde. Sistem de önemli evet ama öğretmen faktörü de çok önemli. Bazı öğretmenler derslerinde öğrenciye alan açmayı tercih etmeyebilir. Bunun dışında başka ülkelerde sanat spor gibi faaliyetler daha çok ön planda tutuluyor. Bizde ya özel okullarda, ya da devlet okullarında olsa bile öğretmen çabalarıyla bu tip aktiviteler yapılabiliyor malesef ki. Mesela takip ettiğim birisi vardı, Japonya'da okumuştu. Okula giderken enstrüman çalmayı okul aracılığıyla öğrenmiş. Bizde bu olmuyor. Bizde genelde aile üstüne düşerse bu tip şeyler özel olarak olabiliyor. Bu da işte biraz maddiyatla, biraz da ailenin bilinç durumuyla ilgili oluyor. Yani maddi durumu iyi olsa bile aile ne gerek var derse yine çocuk öylece büyüyor. Genelde tek tipleşme var. Benim ailemde de bu vardı. Özetle, bizde genelde doğru yönlendirme zaten olmuyor da, bir de üstüne yeteneğini kullanman bile baskılanabiliyor. Genelde tek tipleşme var. Ancak bilinçli eğitimciler ve onların öğrencileri ile bir şeyler değişirse değişir.

      Sil
  2. Şahane bir yazı okudum ve çokkk şey öğrenip çok da keyif aldım öğretmenim, teşekkür ederim. Bir sonraki dersi merakla bekleyeceğim. Normalde tembel bir öğrenciyim ve kısa sürede kaçarım ancak sanırım sizin derslerinizde bir yanım beni dürtse de ben yine de kaçmayacağım:)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim bu hoş yorum için :) Hep beklerim!

      Sil
  3. ya ne bilgilendirici bir yazıydı bu. teşekkür ederiz. bu tür yazıları hep yazsana :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Yani denk gelince elbette yazarım. Açıkçası kendi alanım olan ve bilgim olan bir konuda yazmak bana da iyi geldi ve ilham verici oldu benim için de. Yorumun için teşekkür ediyorum :)

      Sil
  4. Eğitime dair akademik bilgi birikimini, kendi gözlemlerinle birleştirerek çok akıcı ve düşündürücü bir yazı kaleme almışsın. Her insanın farklı bir potansiyel taşıdığı ve bu potansiyelin doğru yöntemlerle ortaya çıkarılabileceği fikrine kesinlikle katılıyorum.

    Resim ve müzik (eğer söylemekle alakalıysa) en basit ve çabuk fark edilebilir yetenekler. Daha ilk okul sıralarında otururken masa arkadaşımızın mesela nasıl güzel bir şeyler karaladığını fark edip kendimiz deneyince düz çizgi bile çizemeyiz. Bu doğuştan gelen bir yetenektir.

    Bunlar dışında da birçok yetenek var aslında. Mesela insanları ikna edebilme yeteneği, çalgı çalma yeteneği, yazma, dans, oyunculuk, fotoğrafçılık, mimarlık, eleştirel düşünebilme, ekip olarak çalışabilme, kriz yönetimi, yemek yapma... yani daha çok sayabilirim ama bunların hepsi aslında resim ve müzik kadar eşsiz yetenekler benim gözümde. Toplum belirli şeyleri ön plana çıkardığı için sanki diğerleri önemsizmiş gibi geliyor sadece bize.

    Oysa her birinin kendine özgü bir değeri ve katkısı var hayata. Yetenek, sadece sahneye çıkmak ya da tablo yapmak değil bazen bir çocuğu doğru kelimeyle sakinleştirebilmek ya da bir sorunu kimsenin göremediği yerden görebilmektir. Senin de yazında vurguladığın gibi, önemli olan bu potansiyeli fark edip doğru yaklaşımla destekleyebilmek. Ben biraz saptırmış olabilirim konuyu ama sen çok güzel anlatmışsın zaten. Kalemine sağlık, yine keyifle okudum.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Teşekkür ederim :) Evet, her insanın elbette ki potansiyeli var. Genelde bu potansiyelin açığa çıkmayı beklediği düşüncesi öne sürülür ancak ben buna da tam olarak katılmıyorum. Evet bu da var ancak asıl mesele bence bundan da ziyade, açığa çıkan potansiyelin bir alanda varlığını sürdürmesi, tutunması, kullanılması.

      Bizler insanız ve yaptığımız, söylediğimiz, düşündüğümüz her şey bir şekilde içten dışa yansır. Ancak yansıyan bu kıvılcım desteklenmezse veya söndürülürse, o zaman kıvılcım yine yok olmasa da açığa çıkmaya gönülsüzleşir. Günümüzde malesef pek çok insanın yaşadığı budur. Belki de buna heves kırılması bile diyebiliriz (belki basit bir ifadeyle). Potansiyel belki zaten yıllar evvel açığa çıkmıştır ancak kendine büyüme alanı bulamamıştır. Bu nedenle bu alanı yaratmak veya korumak için bazen yıllarımızı veririz. Oysa böyle olmak zorunda değil. Bu alanı açmak da işte en çok eğitimcilerin görevi diye düşünüyorum.

      Evet bazı yetenekler çok erken kendini gösterir. Bazısını görmek için uygun şartların oluşması gerekir. Hatta kişi bile bazen kendi yeteneğini geç fark eder. Ama yeteneklerin kullanım alanı olması gerekir dediğim gibi. Yoksa hala içimizde kalsalar da kururlar. Onları canlandırmak gerekir. Zaten her insan biriciktir. Bu bakımdan aynı yetenek alanında potansiyel barındıran iki kişi bile birbirinden bambaşka ürünler verirler.

      Yok çok güzel bir yorumdu. Aslında üstüne ekleyebileceğim pek bir şey de yoktu ama bazı cümlelerin beni biraz tetikledi ve üç beş paragraf daha eklemiş bulundum :)Teşekkür ederim ziyaretin ve bu güzel yorumun için. Sevgiler.

      Sil
    2. Katılıyorum tüm dediklerine. :)

      Sil

Popüler Yayınlar