Sihirli Kız Emekli Oluyor (Park Seolyeon) | Kitap Yorumu

Yazar: Park Seolyeon, Çevirmen: Betül Tınkılıç,
Yayınevi: Yuzu Kitap

Sihirli kızlar süper güçlere sahip sıradan insanlardır. Güçlerini dünyayı kurtarmak için kullanan bu kadınlar ve genç kızlar, hayatlarının bir döneminde güçlerine uyanırlar. Bu dönüşüm genellikle en yalnız, en güçsüz ve çaresiz hissettikleri anda gerçekleşir. 

Umutsuzluk içerisindeki ana karakterimiz hayatında hiç umut göremediği bir anda sihirli kızlardan biri olduğunu öğrenir. Kehanetin Sihirli Kızı Aroa'nın sihirli aynası daha önce bir kez bile yanılmamıştır ve ayna, Zamanın Sihirli Kızı'nı arayan Aroa'ya köprüdeki kızı göstermektedir. 

Sihirli kızların üzerinde çalıştığı en büyük proje iklim krizini önlemektir. Zamanın Sihirli Kızı bu görevde kritik öneme sahiptir. Çünkü onun süper gücü zamanı kontroldür ve geçen her an dünyanın kaderi için büyük önem taşımaktadır. Hayatında tutunacak bir dal arayan isimsiz kahramanımız için önemli biri olma fikri fazlasıyla ilgi çekicidir. Ancak bir sihirli kızın çok çalışması gerekir. Gücünü uyandırmalı, büyütmeli ve yalnızca insanlığın iyiliği için kullanmalıdır. 

Aroa'nın rehberliğinde sihirli kız olma çalışmalarına katılan ana karakter için sürprizler bitmemiştir. O, içindeki gücü uyandırmak için çırpınırken, gerçek Zamanın Sihirli Kızı uyanır ve bu sihirli kız insanlığın yanında olmayı reddeder. Zaman, sihirli kızların ve dünyanın aleyhine işlemeye başlar. 

Bazen bazı kitapları okumaya ihtiyaç duyarız ancak bunu o kitabı okuyuncaya kadar bilmeyiz. Bu nedenle bu kitaplarla olan karşılaşmalarımız keyifli bir buluşmaya dönüştüğünde, normalde olacağından daha iyi hissederiz. Diğer bir deyişle, beklentisizlik ve ihtiyaçlarımıza uygunluk bir arada bir kitapta buluştuğunda, o kitap bize iyi gelir. 

Sihirli Kız Emekli Oluyor daha en başta ismi ve kapağıyla ilgimi çeken bir kitap olmuştu. Ancak kitaptan çok da bir beklentim yoktu. Niyetim yalnızca keyifli vakit geçirmekti. Nitekim kitap beklentimi fazlasıyla karşıladı. Kitabı çok sevdim. Biraz daha özenli yazılsaydı, daha da çok severdim.

İlgi çekici bir konu, empati yapmaya çok müsait süper olmayan süper kahramanlar... Müthiş. Bu kurgu bir seriye, hatta ana seriden bağımsız yan serilere kadar bile uzayabilecek denli derinleşmeye müsait ve özgün bir kurgu aslında. Biraz harcanmış diyebilirim. Kitabın anlatımı fazlasıyla sade olsa da, bu durumu olumsuz bir durum olarak değerlendirmiyorum. Kitabın yazarı Güney Koreli bir yazar. Okuduğum kitaplara göre zaten Uzak Doğulu yazarlar sade ve net yazmayı seviyorlar. Çok fazla betimleme işlerine girmiyorlar. Belki bu durum bazı okurlar için olumsuz bir özelliktir ancak ben bu sadeliği de özgün buluyorum ve seviyorum. Benim asıl eleştireceğim nokta anlatımın sadeliğinden ziyade kapalılığıydı. Olaylar o kadar üstü kapalı, bitse de gitsek modunda x1.75 hızda anlatılmıştı ki, kitap bir anda bitiverdi.

Her bölümün başında çizgi roman\ manga tadında çizimler bulunuyor. Bu çizimlerin ve anlatımdaki diyalog bolluğunun da etkisiyle sanki bir kitap değil de manga veya webtoon okuyormuş gibi bir hisse kapıldım. Keşke bu kurgunun gerçekten mangası ve hatta animesi vs olsa da onu da izlesek okusak. Güzel bir uyarlama yapılırsa, kitaptan bile daha çok sevebilirim.

Kafa dağıtmak ve hoşça vakit geçirmek için okunabilecek güzel bir kitap. Ama beklentisiz okumaya başlamanızı tavsiye ederim. 

Sihrinize inanmayı ve onu kullanmayı unutmayın!

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Vahşi Kitap (Juan Villoro) | Kitap Yorumu

Yazar: Juan Villoro, Çevirmen: Bülent Kale,
Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

Bazen hiçbir şeyin yolunda gitmediğini düşünürüz. Tam da böyle anlarda pek de hoşlanmadığımız durumlara sabretmek, üstümüze düşen görevleri yerine getirmek ve şikayet etmemeye çalışmak elimizdeki tek seçeneklermiş gibi görünür. 

Juan için de böyleydi. Babasının apar topar evden ayrılması ve annesinin olumsuz ruh hali bir şeylerin ters gittiğini açıkça gösteriyordu. Anne babası boşanan arkadaşları olsa da, bu düzen değişikliği ve gülümsemesini çok sevdiği annesinin üzgün hali, onun için kafa karıştırıcıydı. 

Juan, yaz tatilini tuhaf dayısı Tito'nun evinde geçirmek üzere evden uzaklaştığında asıl garipliklerin başlayacağından bihaberdi. Tito dayı, tüm evi kitaplarla kaplı ve tuhaf alışkanlıkları olan, aslında kimsenin gerçekten tanımadığı bir akrabaydı Juan için. Onunla koca bir yaz tatilini geçirecek olmak hayatı pek de yolunda gitmeyen Juan'a kötü bir sürpriz olmuştu.

Tito dayının evi de tıpkı kendisi gibi tuhaftı. Yer değiştiren kitaplar, kitaplıklardan oluşmuş labirentler ve karanlık okuma odaları... Keşfedilecek bir sürü köşesi bulunan bu evde geçirdiği zaman boyunca Juan, aslında çok önemli bir görevi gerçekleştirmek durumundaydı: Vahşi Kitap'ı bulmak.

Vahşi Kitap kendini yalnızca prinseps okurlara gösteren, henüz yazılmamış bir kitap. Prinseps okur olmak, kitapların sihrini görmeye hazır olmayı ifade ediyor. Tito dayı bu yetenekten yoksun olduğu için Juan'dan yardım istiyor. Juan yaz tatili boyunca Vahşi Kitap'ı bulmak, Korsan Kitap'ı alt etmek ve anne babasının ayrılığı üzerine düşünmek gibi zorlu görevlerle karşı karşıya kalıyor. Neyse ki bu serüvende yalnız değil. Dayısı Tito, kardeşi Carmen, güzel Catalina ve kendini yeniden ve yeniden bıkmadan yazan değişen öyküler hep onunladır.

Kitabı hep bir ''acaba ne olacak'' merakıyla okudum. Özgün bir kurgu, farklı ve gerçekçi karakterler barındıran, macerası bol bir kitaptı. Her ne kadar bazı olayların zorlama bir şekilde ilerlediğini ve gereksiz ayrıntıların olduğunu düşünsem de, dediğim gibi kitabın sonunun nereye bağlanacağını o kadar merak ettim ki, ilgim de canlı kaldı. 

Kitabın değindiği noktaları da genel olarak sevdim. Okuma eylemi ile hayat iç içedir ve aslında bizler yaşantılarımızda edindiğimiz düşünce ve düş gücü kadarınca bir kitabı okuyabiliriz. Diğer bir deyişle bir kitap aslında okurlarının onları anlamlandırdığı ölçüde yazılmıştır ve belki de her seferinde yeniden yazılır. Çünkü bizler zaman içinde değişiriz. Bazen bir metinden anladıklarımızı veya o metnin bize verdiği hisleri, metni okurkenki ruh halimiz bile etkiler. Bu nedenle aynı metni okuyan iki farklı okur bile her ne kadar aynı dil bilgisel girdileri alsalar da, aynı düşünceleri algılayamazlar. Belki kişilerin zevkleri, düşünceleri vs benzerlik gösteriyorsa anlamlandırma biçimleri de benzer olur ama tıpatıp aynı olmaz. Aynı şekilde daima okuyan birisi, yeni bir şeyler üretemez. Yaşamak da gerekir.

Zorlama kısımları olduğunu düşünsem de, genel olarak beğendiğim bir kitap oldu. Kitabın bir film uyarlaması olsa, onu da merakla izlerdim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Bir Yaz Gecesi Gerçeğinin Rüyası.

 

Yıldızları özlemişim.

Yıldızları izlerken aklımda seninle paylaşabileceğim bir sürü cümle belirdi. O an birkaç cümleyi not aldım bile. Önceden olsa bir koşu yazı yazardım. Neden bilmiyorum. Oysa o not alınmamış cümleler içimde eritilmiş halde, başka şekillerde varlar ve elbet var olacaklar. Belki sözcüklerde, belki eylemlerde, belki bende.

Bir önceki yazımda dolunaya iyi sallamıştım ahahahha. Bu akşam hava hafiften aydınlıktı. Çok karanlık karanlık değildi yani. Bunu Ay'ın ışığına yormuştum ancak ay bir türlü yüzünü bana göstermedi. Onu aradığım yoktu ama göğe bu denli çok ışık veren şeyi görmek istiyordum. Aynı şarkıyı bin beş yüzüncü kez başa sararken evlerin ardından beliren parlaklığa gözüm takıldı. Oydu, güzel Ay.

Sanırım yine özel bir konumunda (öyleymiş, çilek dolunayı diyoolar). Rengi bana pek bir parlak geldi. Belki sen de dolunayı izlemişsindir veya en olmadı görmüşsündür, çevresinde renklerin iç içe geçtiği bir hare var gibiydi sanki değil mi sevgili okur? Pembemsi gibi ama değil de. Böyle hoş bir ışıltı. Yaaa tamam! Seninle inatlaşmıyorum sevgili Dolunay. Bakalım yine bizleri nasıl etkileyecek, içimizde ne medcezirler oluşturacaksın...

Bana bir yıl çok hızlı geçmiş gibi geldi. Yine de sanki yıldızları uzun uzun izlememin üstünden bir asır geçmiş kadar farklı hissettim. Ne garip. Bir şeyin hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak olması.

Yıldızlarla eski günleri yad ettik. Bayram oturması gibiydi. Geç bayram oturması? Ya hani falanca zamanda şunu anlatmıştım size hatırladınız mı? Hani şu zamanlar gözümü kapatıp şuraya gitmiştim, şu anı yaşamıştık birlikte? Şu kişi\ olay vardı hani, bu his vardı, o düşünceleri de mi hatırlamadınız yok artık! 

Ben hatırladım. Ama yıldızlar hatırlamadı. Çünkü düşünerek hatırlamak ile hissederek hatırlamak farklı şeylerdir.

Yine bir yıldız yolculuğu yaptım tabii. Bir yıldız seçtim, kulaklarımda bir müzik. Sonra yoğunlaştım ve gözlerimi kapattım. Hop, o andaydım. Bunu yapmayalı uzun zaman olmuştu. Bu şekilde yapmayalı da. Bu sefer farklı bir şey düşündüm. Acaba yıllar önce bunu düşünmeyi isteseydim ne olurdu? Acaba sorusu geçmiş zaman için sorulduğunda hoş değil. Geçmiş zaman şimdinin çitlerinden başka bir şey değil. İnsan uçsuz bucaksızlığı merak etmeli ve onlar için çabalamalı.

İçimdeki bazı şeylerin kurumasının beni tüketeceğini sanırdım. Oysa belki de kuruyan şey bir yanardağdır! Ve soğumuş yanardağım benim için artık sadece turistik bir mekandır. İçimde aktif volkanlar yok. Bu, önceden olsa kafamı karıştırırdı. Ben yaşamın böyle bir şey olduğunu düşünmüştüm. Böyle olmalı gibi gelmişti. Oysa bu da sadece zamanın bir sonucuymuş. Hareketin bir sonucu. Yaşamanın bir sonucu. Yaşamın bir haresi.

Sanırım tutkunun pek çok parçası var. Ruhun pek çok parçası var. Hareketli, durgun, aç, tok, neşeli, sıkılgan... Ruh hepsinin parçalarının toplamı. Onu yaşamak için çabaladığın sürece, yıldızlar hep parlar. İçinde, dışında. Bir sürü yıldız.

Yıldızlara sorular sorma huyum hala geçmemiş. İnsan bir anda değişemiyor tabi. Bu soru oyununu yanlış zamanda oynadım ben. Meteor yağmuru zamanını denk getirip soracaktım. 

Yaz akşamlarını seviyorum. İnsana güzel bir şeylerin hayalini anımsatıyorlar. Tabii serinse, esiyorsa ve bir sürü yıldızlıysa!


Bulut Delisi (Leyla Ruhan Okyay) | Kitap Yorumu

Yazar: Leyla Ruhan Okyay, Resimleyen: Merve Atılgan,
Yayınevi: Günışığı Kitaplığı

Kitap, Çağla ve arkadaşlarının okulun son aylarında yaşadıklarını konu alıyor. Çağla neşeli, duygusal ve olgun bir çocuk. Bulutları çok seviyor. Hayallerinin arka planını mutlaka bulutlar süslüyor. Çağla ve arkadaşları yıl sonunda Kars'a yapacakları gezi için çok heyecanlılar. Çünkü hayatlarında ilk kez trene binecekler! Bu heyecanla kendi mekanları olan parklarında planlar yapıyor, sohbetler ediyor ve gezi gününü iple çekiyorlar. 

Çağla biz okurlarını arkadaşlarıyla da tanıştırıyor. Kerem, Kiraz, Azad, Esma, Defne, Deniz... Çağla, arkadaşları vesilesiyle hayatı keşfediyor. Başkalarının hayatlarının kendi hayatından ne kadar farklı olabileceğini kavrıyor. Azad ile Kiraz savaş olan topraklardan göç eden çocuklar. Başta sınıfta ayrımcılık ve hatta zorbalığa uğrayan bu çocuklar, Çağla ve arkadaşlarının onları aralarına almasıyla sosyalleşiyor ve kendilerini ifade edebilme alanı buluyorlar.

Kitapta arkadaşlık başta olmak üzere pek çok tema ve konuya yer verilmiş. Çevreye ve doğaya karşı duyarlı olma, topluluk içinde saygılı ve dikkatli olma, yalan söylememe, haksızlığın karşısında doğru tepkiyi gösterebilme, ayrımcılığın ayrımcılığa uğrayan kişiye verdiği zarar, köy ve şehir yaşamı arasındaki farklılıkların kişilere kattıkları ayrı ayrı zenginlikler, farklı kültürlerin tanıtımı ve onlara saygı, herkesin kendine has becerilerinin olabileceği, yardımlaşmanın önemi, farklılıklara karşı saygılı ve açık olmak gibi gibi daha pek çok durum, Çağla'nın günlük yaşamına yayılmış bir şekilde anlatılmıştı. 

Böyle anlatımlar, anlatılanları daha etkileyici ve hatırda kalıcı yapıyor. Bir kazanımı veya öğretiyi çocuklar ve hatta yetişkinlere kazandırmak için direkt olarak ''bu budur'' şeklindeki ifadeler benim fikrime göre bir noktaya kadar etkili oluyor. Ancak yaşanabilir durumlar içinde bu istendik davranışların anlatılması empati kurmayı, yani duygudaşlık yapabilmeyi, sağladığından daha etkili oluyor. Çocuk kitaplarında bu duruma dikkat edilmesinin özellikle önemli olduğunu düşünüyorum. 

Kitaptaki en sevdiğim durum da, kitabın tamamen bir çocuğun algı ve bakışıyla anlatılmış olmasıydı. Özellikle de bir çocuğun gözlerinden anlatılan çocuk kitaplarının bir yetişkinin bakış açısıyla katı ifadelerle ve didaktik yönü ağır basacak şekilde anlatılmasının inandırıcılık faktörünü sağlamadığını düşünüyorum. Aynı zamanda okurlara da neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlama ve fikir yürütme alanı tanımadığı fikrindeyim. 

Bu kitap Çağla'nın dilinden anlatıldığı için, onun karakteri ve yaşı göz ardı edilmeden olaylar anlatılmıştı. Olayların ve diğer karakterlerin aktarılış biçiminde Çağla'nın çocuksu neşesini görüyoruz. Büyüyünce bir yönetmen olmak isteyen Çağla, yaşadıklarını bizlere bir film çekermiş gibi aktarıyor. En önemlisi de, kendi özgün filmini çekermiş gibi anlatıyor. Bu ayrıntı benim için kitapta üstünde durmaya değer en önemli durumdu. Çocuklar, bir birey olma yolunda doğru davranış ve erdemleri öğrenmeli ve bunları kendi özgünlükleri ve bireysellikleri göz ardı edilmeden yaşantılarına yansıtmayı öğrenmeliler. Çünkü her insan, her çocuk, biriciktir.

Okurken çok eğlendiğim, hatta keşke ben de yeniden on yaşında olup Çağla ve arkadaşlarının grubunda olsam diye düşündüğüm, tatlı mı tatlı, aynı zamanda öğretici bir kitaptı. Kurgusu, karakterleri ve çizimleriyle kitabı bir bütün olarak çok sevdim. Hatta öyle çok sevdim ki, aşağıda yer verdiğim kitaptan alıntıları ancak bu kadar azaltabildim!

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Doğaya Fısıldayan Çocuklar (Luigi Ballerini) | Kitap Yorumu

Yazar: Luigi Ballerini, Çevirmen: Tülin Sadıkoğlu,
Resimleyen: Morena Forza, Yayınevi: Günışığı Kitaplığı

Bazı kitaplar bizi bir arkadaş gibi güldürür. En beklemediğimiz, en ummadığımız anda bizi dürtükler, bizimle konuşur, şakalaşır, duygulandırır ve işte bizi, bir arkadaşımızmış gibi güldürür. Bu kitap da benim için öyleydi.

Kitapta bir dostluğun başlangıç öyküsü anlatılıyor. Nico ile Andrea'nın dostluğunu okuyoruz kitap boyunca. Bu iki çocuğun hayatlarında iz bırakacak arkadaşlıkları bir yaz tatilinde başlıyor. Nico ve ailesi şehirden uzaktaki bir kasabada Andrea'nın ailesinin kiralık evlerine yaz tatili için yerleşiyorlar. Andrea ve Nico birbirinden tamamen zıt karaktere sahip iki çocuk. Nico ne kadar arkadaş canlısı ve dışa dönükse, Andrea bir o kadar içe kapanık ve önyargılı. Kızlarla arkadaş olamayacağına inanan Andrea'nın önyargılarını Nico daha tanıştıkları anda yıkıyor. Tüm yaz tatilini bir arada daima bir şeyler keşfederek geçiren ikili, birbirlerinin yaşamlarını derinden etkiliyor. Özellikle de Nico, Andrea'nın hayatında iz bırakıyor. Çiçeklerle konuşabildiğini söyleyen bu tatlı kız, Andrea'nın kabuğunu kırmasında ve kendine güvenmesinde ona yardımcı oluyor. Üstelik bunu sadece güzel dostluğuyla yapıyor. Nico'nun özel gücü aracılığıyla mutluluk çiçeğinin peşinden giden iki arkadaş, mutluluğun ve çiçeklerin dilini çözmeyi öğreniyor. 

Kitabı baştan sona yüzümde kocaman bir gülümseme ve itiraf ediyorum arada yükselen kıkırtılarımla okudum. Andrea'nın somurtukluğu, Nico'nun itiraz kabul etmezliği, çocukluğun verdiği o coşkun, pervasız ve gerçek hal... En çok da kitapta tamamen gerçekçi karakterlerin oluşturulmasını sevdim. Hiçbir karakter mükemmel değildi. Bir süper kahraman da. Kahramanlar süperliklerini süper olmamalarından ama kendileri olarak güzel şeyler oluşturmalarından alıyordu. Nico'nun süper gücü çiçeklerin dilini anlaması değildi; onun süper gücü, sevgi dolu kalbiydi. Andrea disleksi tanısı almış bir çocuk. Bu nedenle okuldaki derslerinde ve arkadaşlık ilişkilerinde çekingendi. Ailesi tarafından anlaşılmadığını, yaptığı yararlı işlerin görülmediğini düşünmesi onu üzüyordu. Ta ki Nico, Andrea'yı gerçekten görene ve bunu çabasız bir şekilde yapana kadar. Andrea yetenekli olabileceği bir şeylerin varlığını, insanlarla rahatça arkadaşlık edebileceğini ve gönlünce koşup oynayabileceğini Nico'nun arkadaşlığı ile keşfetti.

Çocukların gözünden yetişkinlerin dünyasına da değinilmişti. Andrea ve Nico'ya göre kendilerini harap edene kadar çalışan ve tatillerinin bile keyfini çıkaramayan aileleri, çocukların dünyasına has bazı şeyleri çoktan unutmuşlardı. Bu noktada ebeveynlerin çocukların güçlü ve zayıf yanlarını diğerleri penceresinden değil, çocuğun da bir kişiliği olduğunu unutmadan değerlendirmeleri çok önemli. Yoksa Andrea gibi cesaretleri kırılabilir. Nico'nun ailesi hakkında fazla bir bilgi verilmese de, babasının bizim ikiliye uçurtma yaptığını görüyoruz. Öte yandan onlar, birlikte tatile gidip zaman geçiren bir aile. Nico'nun rahatça sosyalleşebilmesi ve kendini ifade edebilmesinde bu durumun da etkili olması çok muhtemel.

Bizim ikili her yerde mutluluk çiçeğini ararken, mutluluğu çoktan unuttuklarına inandıkları meşgul ebeveynleri ile bu durumu konuşmamışlardı bile. Bunun yerine daha yaşlı olan komşularının ağzını aramaya karar vermişlerdi. Çünkü yaşlılığın da mutluluk gibi elle tutulamayan ama hissedilen şeyleri anlayabileceğimiz bir dönem olduğunu düşünmüşlerdi. Komşuları olan büyükanne onlara mutluluk çiçeğinin papatya olabileceğini, çünkü papatyaların uyumaya yardımcı olduğunu söylemişti. Huysuz komşularının ağzını aramaya gittiklerinde kötü muamele görmüşlerdi. Ancak Nico empatik bir çocuktu ve büyüklerin dünyasına has yalnızlık hissini anlamıştı. Yalnızlığın zamanla öfkeye dönüşebileceğini biliyordu. Mutluluk çiçeği, yalnız kalplerde açmazdı.

İçinde güzel mesajlar olan, kısacık ama dolu dolu, benim okumaktan büyük keyif aldığım bir kitap oldu. Çok sevdim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Pinokyo'nun Serüvenleri (Carlo Collodi) | Kitap Yorumu

Yazar: Carlo Collodi, Çevirmen: Eren Cendey,
Resimleyen: Sedat Girgin, Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

Pinokyo ile tanıştığımda küçük bir kızdım. Zaten kitap okuma eylemi başlı başına büyülüydü benim için. Ancak içerisinde böyle maceralar olan ve ana karakteri benim gibi bir çocuk olan hikayeleri okumaktan ayrıca keyif alırdım. Pinokyo'yu ilk kez resimli bir kitaptan okumuştum. Onun hikayesini, okuduğum o kitabın çizimleri aracılığıyla anımsıyorum. Yaşlı bir adam ve uzun burunlu bir çocuk... Bu çocuğun gittiği her yerden bir çizim vardı. Panayır yeri, dolandırıcılarla karşılaşması, eşeğe dönüşmesi, bir balinanın ağzından kaçışı... Bu, yaramaz bir kuklanın iyi bir çocuğa dönüşme öyküsü.

Pinokyo aslında kötü bir kukla değil. O da her çocuk gibi çok meraklı ve oyuncu. Ancak o, odundan yapılmış bir çocuk. Bir beyni ve kalbi yok. Yaşlı babası Geppetto Usta'yı ve peri annesini çok sevse de, onları hep üzüyor ve hayal kırıklığına uğratıyor. Yolculuğu boyunca talih hep ondan yana oluyor, etrafında hep ona yardım eden ve uyaran canlılar bulunuyor ancak Pinokyo onları hiç önemsemeden kendi keyfine göre safça adımlar atıyor. Kolayca kandırılıyor, sorumluluklarından kaçmak için kolay yolları seçiyor ve sonunda hep üzülüyor.

Pinokyo kitabın başlarında sorunlarını ağlama ve sızlanma yoluyla çözmeye kalkışıyor. Ancak zamanla, yaptığı her davranışın bedelini kendisi ödemeye başladıkça, ağlamaları da kesiliyor. Aslında buradan çıkaracağımız bazı mesajlar var. Bir çocuk yaptığı davranışların sonuçlarını kestiremeyebilir veya onun yerine yaptıklarının sorumluluğunu alan bir başkası olursa, kolay yolu rahatlıkla tekrar seçebilir ve doğru yanlış muhakemesi yapmayı öğrenemez. Bir vicdanı ve aklı kullanmayı bir insan en güzel sorumluluk alarak öğrenebilir. Aslında Pinokyo'nun maceralarında da bunu görüyoruz. Kitabın başında söz dinlemez bir afacan olmanın da ötesinde bencil, sorumsuz, saygısız bir kukla olarak başkalarının peşinden kolayca sürüklenen Pinokyo, kitabın ilerleyen kısımlarında sorumluluk almayı, diğerlerini önemsemeyi ve hatalarından ders çıkarmayı öğrenmiş bir çocuğa dönüşüyor.

Kitabın çevirmeni olan Eren Cendey'in kaleme aldığı ''Geppetto Usta'yı ve Pinokyo'yu Yutan Köpekbalığı'' başlıklı önsöz yazısında ise benim için yeni olan bir bilgi ile karşılaştım. Benim de hatırladığım üzere Pinokyo ile Geppetto Usta'yı yutan bir balinaydı. Ancak o balina aslında orijinal hikayede bir köpekbalığıymış. Bir çeviride hatalı veya değiştirilmiş bir çeviri olması sonucu peşinden gelen tüm çevirilerde de aynı şekilde köpekbalığı yerine balina ifadesi kullanılmış. Bu belki bazı okurlar için pek de büyük bir değişiklik anlamına gelmez ama bence çevirilerin hepsinde aynı hatanın olması çok ilginç bir durum.

Kitapta ayrıca bazı sayfalarda illüstrasyonlar yer alıyor. Biraz karanlık çizimler bunlar. Hatta bana Neil Gaiman'ın Koralin isimli kitabındaki çizimlerin hissini verdiler. Ancak Pinokyo'nun kendisi eğlenceli bir çocuk. Belki hikayesi daha gotik bir temayla yazılmış olsaydı veya bu şekilde bir animasyonu vs çekilse, tamam derdim bu çizimler on numara beş yıldız. Normalde bu tarz farklı dokunuşlara zaten bayılırım. Ancak bu kitapta olmamıştı, pek de hoşuma gitmedi. Bu hoşuma gitmeme durumunda muhtemelen çocukken okuduğum kitabın çizimlerindeki sevimli Pinokyo'nun hatırımda kalışı etkiliydi.

Pinokyo benim için bir çeşit çocukluk arkadaşı. Onunla yıllar sonra yeniden karşılaştığım için mutlu oldum. Ancak kitapta özellikle hayvan karakterlere karşı şiddet içeren ifadeler bulunuyordu. Örneğin; cırcır böceğine, sıpalara, kediye karşı karakterlerin gösterdikleri davranışlar çok yanlıştı. Çocuk kitaplarını okudukça konusu eğlenceli görünen ve aslında yıllar boyunca elden ele dolaşan tüm kitapların masum olmayan yönlerini görür oldum. 

Pinokyo'da masal türünün özelliklerini de görüyoruz. Örneğin olayların sonunda iyilerin ödüllendirilmesi, kötülerin cezalandırılması buna bir örnek. Bu özellik, iyi kötü zıtlığının katı bir şekilde vurgulanması şeklinde kurgu içinde kendini gösteriyor. Bir üst paragrafta bahsettiğim şiddet içeriği ise ''kötülerin şiddet uygulaması'' ve ''kötülere şiddet uygulamak'' şeklinde masum bir kılıfın altına gizleniyor. Yazarın amacının kötü olduğunu da düşünmüyorum. Zaten kitap çok eski bir ilk basıma sahip, yani geçmiş yılların hatalı bakış açılarını içerisinde taşıyan bir kurgu olması olası bir durum ancak bu içerikleri normal karşılamak gerekmiyor. Bir karakter kötü bile olsa (örneğin dolandırıcı kedi) ona şiddet uygulamayı normal kabul edemeyiz. Aynı şekilde bir karakter kötü diye (örneğin Eğlence Ülkesi'nin sahibi kötü adam) onun başka canlılara açık açık şiddet uygulamasına bir çocuk kitabında yer vermek doğru değil. Bunları örneklerle açıklayarak bahsettiğim konuyu da netleştirmek istedim ki havada kalmasın.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Andersen Masalları (Hans Christian Andersen) | Kitap Yorumu

Yazar: Hans Christian Andersen, Çevirmen: Behçet Necatigil,
Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

Kitap, kitabın çevirmeni Behçet Necatigil'in kızı Ayşe Sarısayın'ın kaleme aldığı ''Andersen'e, Necatigil'e ve çocukluğumun masallarına dair...'' başlıklı bir önsöz ve on üç masaldan oluşuyor. Bu masallar; Parmak Kız, İmparatorun Yeni Elbiseleri, Bezelye Üstündeki Prenses, Çirkin Ördek Yavrusu, Gelin Güvey, Çoban Kızıyla Ocak Süpürücüsü, Küçük Denizkızı, Yaban Kuğuları, Çam Ağacı, Yiğit Kurşun Asker, Domuz Çobanı, Küçük İda'nın Çiçekleri, Kibritçi Kız'dır.

Hans Christian Andersen, Danimarkalı bir yazar ve şairdir. Yazarın geleneksel masallardan ilham alarak yazdığı masallar, tüm dünyada nesiller boyu dilden dile dolaşmıştır ve aslında bugün de etkisini sürdürmektedir. Aslında yazarın çocukluktan itibaren zor bir yaşamı olmuş. Asıl hayali tiyatro oyuncusu olmakmış. Maddi olanaksızlıklar nedeniyle bu hayalini gerçekleştiremese de üniversite öğrenimi görmüş, pek çok ülke gezmiş ve tüm bu hayat deneyimlerinden ilham alarak okurlarını farklı diyarlara götürecek pek çok masal kaleme almış. Eserleri dünyada en çok dile çevrilen yazarlardan olan Andersen, günümüzde çocuk edebiyatının Nobel'i olarak ifade edilen Hans Christian Andersen Ödülü'ne de ismini vermektedir.

Kitapta yer alan masalların çoğunu birçoğunuz zaten biliyorsunuzdur. Ben de birkaç tanesi dışında hepsini biliyordum. Masallar, bir toplumun kültürünü depolayan ve öğreten önemli bir araç. Aynı şekilde bu kitaptaki gibi farklı bir kültürden çıkan masallar da çeşitli erdemleri aktarmak ve hayal gücünü geliştirmek için yararlı olan bir edebi tür. Masallar günümüzde artık dinleme veya okuma odaklı olmaktan çıkıp daha izleme becerisine hitap eder bir konuma geldi. Animasyon şeklinde kurgulaştırılmış masallar sanıyorum ki daha fazla dikkat çekiyor. Bu durumun da tabi ki hayal gücünü sınırlama, dil becerilerinin kullanımını azaltma ve belki aile üyeleriyle daha az vakit geçirme gibi olumsuz sonuçları olabilir.

Masallar eğitici-öğretici özelliklerinin yanı sıra düş gücümüze iyi gelen, bu nedenle okurlarında genellikle pozitif hisler bırakan bir edebi tür. Bir masalda yaşanan olaylardan dolayı üzüntü, kızgınlık, hayal kırıklığı gibi hisleri anlık olarak hissetsek bile, masalın tümünü düşündüğümüzde pozitif hislere kapılma olasılığımız daha yüksek. Bu kitabı okurken de temelde hissettiğim hisler böyleydi. Masallar tabi daha çok çocukluğumuzla bağdaştırdığımız bir tür olduğu için onları değerlendirirken bazen belki de bu hislere sığınıp onları okuyan yetişkin halimizin gördüğü olumsuz durumları halı altına süpürmeye yakın olabiliyoruz. Ancak ben öyle yapmayacağım.

Kitapta yer alan masalların düş gücünü harekete geçirmek gibi çok önemli bir olumlu özelliği olsa da, masallarda yer alan cinsiyetçilik, sınıf ayrımı ve belki de bu masallar geçmişte yazıldığı için o dönemin düşünce yapısına göre oluşturulmuş neden sonuç ilişkileri pek de sağlıklı değillerdi. Tüm bu masallarda aslında olumsuz örnek ve davranış oluşturan başlıca durumlar mevcut. Güzelliğe yüklenen önem, iyiliğe yüklenen kendi hakkını savunmama davranış kalıbı, kadınların her türlü cefayı çekmesi, kadınların kaderlerinin ve mutlu sonlarının hep kaderin veya bir otorite figürünün ellerinde olması gibi gibi. En mutlu sonların güzel olmak, saray mensubu bir ünvan sahibi olmak, evlenmek vs olması... Tüm bunların özellikle de bilinçaltına sünger gibi her şeyi çeken çocuklarda hatalı ve kısıtlı inanç kalıpları oluşturabileceğini düşünüyorum. Kahraman veya mağdur arketipine bürünmüş insan, günümüzde zaten fazlasıyla mevcut. Tabii tv ve sosyal medya şovlarını düşündüğümüzde masallar çok masum görünüyor ancak bir yanlışı başka yanlışla aklamaya çalışmak da manasız. Çünkü masallar da biraz eleştirel bir gözle onları okuduğumuzda öyle göründükleri gibi ponçik (zararsız) değiller.

Bunun dışında tabi ki masallar çok önemli duygu aktarıcılar aynı zamanda. Tam da bu nedenle zaten kişide olumsuz inanç kalıpları oluşturma durumu güçlü olur. Bir düşünce kalıbı en kalıcı olarak hisle kişide yer bulacaktır. Ancak tam bu noktada, masallarda yer alan zıtlıklardan yararlanarak aslında çok çeşitli etkinlikler oluşturulabilir. Bu etkinlikler ile dinleyicilerin\ okuyucuların karar verme becerilerini geliştirmek üzerine alıştırmalar yapılabilir. Örneğin masalı etkileşimli bir şekilde okumak, yazma etkinliklerinde kullanmak, yaratıcı drama ve tiyatro çalışmaları yapmak gibi etkinliklerde masallardan yararlanılabilir. 

Velhasıl kelam, masallar hayatımızda yolumuzun bir şekilde kesiştiği ve içimizde yer eden edebi bir tür. Benim de çok sevdiğim bir tür. Ancak masalların ardında yatan anlamları da göz ardı etmemek lazım yukarıda da açıkladığım gibi. Bunun dışında bu kitap güzel bir derleme. Başucu kitabı şeklinde de okunabilir. Çocuklara okuturken ise dediğim gibi bir kendi süzgecimizden geçirmekte fayda var. Çünkü çocuklar doğru yanlış ayrımını kolaylıkla yapamayabilirler. Hatta yetişkin okurlar bile yapamayabilirler. Ama derseniz ki bir şey olmaz amannn, yani güzel bir derleme ve çeviri. :)

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Popüler Yayınlar