Dokunuş.

 

Bir film izlemiştim. Orada bir sürü ana karakter vardı. Ama benim gözümde bir biri, bir diğeri gölgeleniyordu. Sanki bir kalemle, hatları belirginleşip solarmış gibi. İzleyen, içselleştirdiğini merkez yapar. Kendi merkezi, filmin merkezi olur; filmi o merkezden izler.

Ben de herkesim ve herkesin yaptığını yaptım. Kendime yakın bulduğuma baktım en çok. En çok o karardı, karardı karardı ve belirgin oldu. Kendi varlığı silindi de sanki, ben onu kendi gözümle gördüm. Olduğu haline kendimi kattım, bu nedenle filmi unutsam bile, o karakterin en az bir an'ı bende bir karanlık nokta olarak kaldı, kalacak.

Bu karakter bir nehirden bahsetmişti. Sandalın içine uzanıp, bu nehirden bulutların yolculuğunu izleyeceğini haber etti en yakındaki karaktere. Rüzgarın değişen sesini ve renklerini bu sandalın yolculuğuyla duyacağını, duymayı istediğini söyledi. Yoksa duramayacağını. O an o karakteri çok sevdim.

Sakinleştiren bir müzik açtım. Amacım sakinleştiren bir müzik açmak olmasa da, açtığım buydu. Sonra da şiir okuyayım dedim. Şiiri en çok akşama yakıştırırım. Sonra kendimi bir nehirde hissettim o karakter gibi. Rüzgarın değişen dokunuşunu hissettiğim bir nehir. 

Belki de hayat, bir rüzgarın esişinden ibarettir. Dikkatli bakarsan her şeyde, rüzgarın çarpışını görürsün. Hızlı hızlı, usul usul. Sen anlamadan, çarpar geçer.

Sanırım nihayet Dünya'dayım. Kendi ideal dünyamın var olduğuna inanmak istemiştim. Oysa Dünya, dünyadır; tüm rüzgarlarıyla. İnsan kendini kandırmamalı veya avutmamalı. Günün sonunda hepsi aynıdır.

Aynı olmayan tek şey, kendi rüzgarını görmek, duymak, yaşamak. Belki de bu, ideal bir dünya sanrısından çok daha etkilidir. Belki de bu, milyarlık dünyaya çam sakızı çoban armağanıdır. Ya da onun bize.


Y'ol (Birhan Keskin) | Kitap Yorumu

Şair: Birhan Keskin, Yayınevi: Metis Yayınları

Kadın şairleri okumayı ayrı bir seviyorum. Onların dizelerinde seslerinin yankısını duyuyorum sanki. Hem derinden, hem yakınımdan bir yerden. Tutkulu, baskın ama bir o kadar hafif. Yağmur gibi, su gibi, volkan gibi, taş toprak, çığlık, dans... tutulmuş, kaybolmuş, umulmuş sözler gibi. Bu dizeleri okumak bana ilham veriyor. Kendi sesimin gölgesini görüyorum sanki bu satırlarda. Hislerim bir araya gelip bu satırlara boşanıyorlar. Sevdiğim dizeleri sesli okumayı severim. Sevgili Birhan Keskin'in pek çok dizesini, pek çok akşam kendi sesimden duydum. Bu kitabındaki dizelerinde de şair, yoldaki oluşlarını anlatmış. Çok sevdim. 

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Boyalı Kuş (Jerzy Kosinski) | Kitap Yorumu

Yazar: Jerzy Kosinski, Çevirmen: Aydın Emeç,
Yayınevi: E Yayınları

Kitap, İkinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor ve okuruna bir çocuğun gözlerinden acıyı deneyimletiyor. Saf, katıksız bir acı bu. Ana kahramanımız henüz altı yaşındayken savaş patlak veriyor. Zor günlerin kapıda olduğunu anlayan ailesi, oğullarını daha güvende bir yaşam sürmesini umarak bir köye yerleştirmek üzere bir adama teslim ediyorlar. Savaş bittikten sonra oğullarıyla yeniden buluşmak umudundalar. Ancak savaşın, tüm planların ötesinde bir alt üst olma hali olduğunu hesap edemiyorlar. Çocuğun yanına verildiği yaşlı kadın kısa sürede ölüyor. Böylece kara saçlı kara gözlü küçük kahramanımızın oradan oraya sürüklendiği, acıyı gördüğü ve deneyimlediği dört yıllık göçebe yaşamı başlıyor. Dış görünüşü geçtiği köylerin sarışın insanlarından oldukça farklı olan bu kahraman, sırf Yahudi ve çingenelere benziyor diye her gittiği yerde hor görülüyor. Kendi yaşadığı zorluklar bir yana, insanların uçsuz bucaksız kötülükleriyle de tek başına tanışıyor.

Kitabın ismi de oldukça etkileyici ve anlamlı. Ana karakterin gezdiği köylerden birinde yanında kaldığı bir kuşçu bulunuyor. Bu adam kuşları yakalıyor ve bazen sadece keyif için onları boyayıp serbest bırakıyor. Boyanmış bu tutsak salınmadan evvel türdeşlerinin toplanması için ötmesine izin veriliyor. Yeterince kuş toplanınca boyalı esir serbest bırakılıyor. Renkli tüyleriyle türdeşlerince tanınmayan kuş, diğer kuşlar tarafından yabancı bir tehdit olarak görülüp öldürülüyor. İşte boyalı kuş da bunun hikayesini anlatıyor.

Bu, çok zor bir kitap. Zor bir kitap olduğunu bildiğim için okumayı yıllarca erteledim. En son birkaç yıl önce bir sonbahar\ kış zamanı kitaba başlamaya niyet etmiştim. Yukarıdaki fotoğraf da o zamandan kalma. Ancak havanın puslu olduğu o günlerde bile kitabı okumaya elim varmamıştı. Şimdi bu bunaltıcı yaz gününde böyle ağır hisler veren bir kitabı okumam biraz ilginç oldu ama yine de kitabı nihayet okuduğum için memnunum.

Kitabın son kısmında Yayımlanışının Onuncu Yılında Boyalı Kuş'un Serüveni başlıklı bir yazı yer alıyor. Bu yazıda yazar, kitabı yazma nedenini ve kitap basıldıktan sonra yaşadığı zorlu süreci anlatmış. Kitap otobiyografik özellikler taşısa da, kitabın ana karakteri bizzat yazarın kendisi değil. Sadece yazarın yaşamından izler taşıyor diyebiliriz. Yazar da İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı yıllarda henüz bir çocukmuş ve tıpkı ana karakter gibi ailesinden uzak bir süreç geçirmiş ve yaşadığı bir travmanın etkisiyle bir süreliğine konuşma yetisini kaybetmiş. Ancak kitapta otobiyografik ögelerin yer alması kısmının vurgulanmasını pek de istemiyormuş kendisi. Çünkü o aslında sadece savaşın tahribatını anlatmak istemiş. Bunu sadece bir yazarın yaşamının anlatısına indirgemek yerine, okurların kitaptaki çocuğun herkes olabileceğini idrak etmelerini hedeflemiş. Bu kitabı yazma nedeni de tam olarak buymuş. 

Eşi ile birlikte çıktığı İsviçre seyahatinde görmüş ki, savaşı uzaktan takip edenler savaşın yıkıcı etkisini tam olarak anlayamamışlar. Kitabı bir çocuğun gözlerinden, kendi ana dili olmayan bir dili kullanarak (İngilizce), oldukça yalın bir şekilde anlatmak istemiş. Coşkunluktan uzak, sadece gerçeği yazmak. Çünkü savaş zaten yoğun bir kavram. Nitekim bunu başarmış da. Kitap hem yazarın hedeflediği gibi oldukça yalın, hem de bir o kadar çarpıcı. Bu anlatılanları bir çocuğun yaşaması ise onu çarpı binlerce kat daha etkileyici kılmış. Öyle ki, kitaptaki bazı sahneleri çok zorlanarak okudum. Tüm bunları değil bir çocuk, hiç kimse yaşamamalı, şahit olmamalı. Çok ama çok üzücü.

Kitap ilk önce Birleşik Devletler ve Batı Avrupa'da basılmış. Doğu Avrupa'daki devletlerde kitaba yönelik bir linç ortamı oluşmuş. Kitabın basılması yasaklanmış, hatta yetmemiş yazar ve ailesi defalarca sözlü ve fiziksel tehdit edilmiş. Yine de, 1965 yılında yayımlanmış bu kitabın günümüzde bile hala ses getiriyor olması, yazarın bir şeyleri doğru yapabildiğini gösteriyor diye düşünüyorum.

Çok etkileyici bir kitap ama okuması konusu itibariyle ağır gelebilir.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Ortadan Kaybolan Fil (Haruki Murakami) | Kitap Yorumu

Yazar: Haruki Murakami, Çevirmen: Ali Volkan Erdemir,
Yayınevi: Doğan Kitap

Okuduğum kitaplarından ulaştığım çıkarımlara göre Haruki Murakami, seçtiği belli başlı imgelerden yola çıkarak o imgenin kendisinde uyandırdığı hisleri kurgulaştıran bir yazar. On yedi öyküden oluşan bu kitabında da bu işleyişi merkeze alarak öykülerinin anlamsal çatısını oluşturmuş. Kendisi genelde bir andan yola çıkarak başladığı kurgularına, okuru da bir gözlemci olarak davet ediyor. Kitapta yer alan öykülerin tamamı, zaten başlamış olayların anlatımından oluşuyor. Okurun okuma eylemi süresince diri kalan merakı ve kurguların sürükleyiciliği de bu etkileşimli okuma deneyimi havası verilen tarzdan ileri geliyor diye düşünüyorum. 

Okurun okuma süresince sanki bir kamera gibi olayların takibini yapması, okura hem 'orada bulunma' hissini deneyimletiyor, hem de aslında öykülerdeki olaylar hem fiziken hem düşünsel düzlemde yaşanıp bitmiş olduğu için sonucu değiştiremeyeceğini bilmenin gerilimiyle yazarın düşün dünyasını merak ederek öyküleri hızla okuyoruz. Bu perspektiften baktığımızda öyküler gerçekten de okuru peşinden sürüklüyorlar.

Yazarın imgelerden yola çıkması aslında şekillenmemiş düşüncelerini yazı yoluyla belirginleştirmesine katkı sağlıyor gibi görünüyor. Bu kitabında okuduğumuz öyküleri de dahil olmak üzere kurgularının genelinde (çünkü tamamını henüz okumadım) bir düşsel hava hissettiriliyor. Okuru yazarın anlatımına çeken veya iten durum da temelde bu. Aynı şekilde yazara 'Haruki Muraki isimli bir yazar olma' sıfatını, yani özgünlüğünü, veren de benimsediği bu tarzı.

Bu tarzını genel olarak sevmekle birlikte, düşüncelerini en azından büyük oranda yazma anında şekillendirdiğini düşündüğüm için kurgularında dağınık bir hava seziliyor. Bu öykülerde de durum farklı değildi. Bu dağınıklığa sebep olan durumun yazarın soyut anlatımı olduğunu düşünmüyorum. Asıl sebep, somut durumları öykülerine yedirememesi olarak öne çıkıyor.

Çehov'un tüfeği veya silahı şeklinde bir terim vardır. Buna göre bir anlatıda yer alan her öge, anlatı boyunca mutlaka kullanılmalıdır. Yani bir anlatıda duvarda tüfek asılıysa ve yazar\ yönetmen bunu belirtiyorsa, o tüfek anlatının bir yerinde mutlaka patlamalıdır. Aksi halde anlatıya hizmet etmeyen her detay, aslında anlatımın dağınık olmasına ve anlam olarak düşüklüğüne yol açar. Bazen bazı gereksiz detaylar için ''ne mana'' yorumu yapabiliriz. Gerçekten de anlatıya hizmet etmeyen bazı detaylar anlatımı zenginleştirmek yerine, asıl verilmek istenen iletilerin önüne geçer. Murakami'nin öykülerine yönelik getireceğim olumsuz eleştiri de gereksiz ayrıntılara çok yer vermesine yönelik. Bu öyküler ana iletilerine hizmet etmeyen ayrıntılardan ve amiyane tabirle aralara sokuşturulmaya çalışılan sahnelerden arındırılsa, duru halleriyle çok daha etkileyici olabilirlermiş.

Kitabı sevdim ama bayılmadım. Öyküler sürükleyiciydi, bitirene kadar merakla okudum. Gerilim ögeleri öykülerin başından sonuna kadar diri tutulmuştu. Ancak dediğim gibi gereksiz ayrıntılardan arınmış halleriyle bu öykülerin daha başarılı olabileceğini düşünüyorum. Kitapta en beğendiğim öyküler ise; Uyku, Lederhosen, Ambar Yakmak, Yeşil Canavar, Aile Meseleleri, Dans Eden Cüce, Sessizlik idi. Ayrıca Ambar Yakmak isimli öykü 2018 yılında Lee Chang Dong'un yönetmenliğinde Burning (Şüphe) adıyla beyaz perdeye uyarlanmıştı. Öyküdeki bazı detaylar değiştirilmiş olsa da, öykünün genel havasını başarılı bir şekilde yansıtan bir uyarlamaydı. İlgilisine önerebilirim. 

Kitaba ismini veren son öykü Ortadan Kaybolan Fil ise yine ilginç olmakla ve kitaba isim olarak çok yakıştırmamla birlikte, bende yeterli düzeyde etkilenme hissi oluşturamadı. Yine de yazar kitabına bu öyküsünün ismini seçmekle bence doğru bir karar vermiş, çünkü ilgi çekici.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Haritada Kaybolmak - Gizemli Haritalar Serisi #1 (Vladimir Tumanov) | Kitap Yorumu

Yazar: Vladimir Tumanov, Çevirmen: Mine Kazmaoğlu,
Resimleyen: Sadi Güran, Yayınevi: Günışığı Kitaplığı

Chris ve Francis, yağmurlu bir günde tuhaf eşyalarla dolu bir dükkana sığınırlar. Meraklı Francis etrafı keşfederken bir kutu şeker bulur. Acıkan ikili, yan etkisinden habersiz olarak tüm şekerleri yer. Ertesi günden itibaren iki kardeşte çevrelerindeki insanların da fark ettiği bazı değişimler görülür. İlk günlerde bu değişimleri tanımlayamayan ikili, günler geçtikçe sorunlarını anlarlar. Sorun sıkan ayakkabıları, dar pantolonları veya gittikçe kalınlaşan sesleri değildir. Sorun, her yeni günde bir yaş büyümeleridir. Bunun üstüne o tuhaf dükkana geri dönerler. Neyse ki her derdin bir devası vardır. Dükkan sahibi, kardeşlere dört rulo getirir: Hava, su, toprak ve ateş.

Başları yeterince belada olan kardeşler, kendilerince en güvenli buldukları elementi seçerler ve macera başlar. İki kardeş, dünya haritasında beliren on soruyu çözmelidir. Aksi halde her gün bir yaş büyüyerek zamanla yaşlılıktan öleceklerdir. Tek sorunları yaşlanmak veya bulmacalar değildir. Harita, istediği zamanda yeni sorular sorar. Bazen iki soru arasında günlerce beklemeleri gerekebilir. Her günü bir yıl gibi yaşayan ikili için bu ciddi bir sorundur. Ayrıca arkalarını kollamaları gerekmektedir. Görünen o ki, onları gözetleyen bir düşmanları vardır. Kitap boyunca kardeşlerin dünya haritasının onlara sorduğu bulmacalar eşliğinde çıktıkları serüveni okuyoruz.

Vladimir Tumanov bu kitabında da tıpkı Kraliçeyi Kurtarmak'ta olduğu gibi görece olarak sevimsiz görünen bir dersi, coğrafyayı, merkeze almış. Kardeşler bir dizi coğrafi bilgi gerektiren soruyu çözerek kahramanın yolculuğunu yaşıyorlar. Yine çok keyif alarak okuduğum, sürükleyici ve merakta bırakan bir kitaptı. Ayrıca bu kitap Gizemli Haritalar Serisi'nin ilk kitabı. Serinin diğer kitapları ise; Suda Kaybolmak, Ateşten Kaçmak ve Volkandan Kaçmak.

Ortaokul seviyesi alt sınır olmak üzere her yaşa önerebileceğim, çok eğlenceli bir kitap. Kitap her ne kadar bir serinin ilk kitabı olsa da, kitabın sonu ucu açık bitmedi. Olaylar çözüme ulaştı. Yani kitabı dileyenler tek kitap olarak da okuyabilir.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Kitap Alışverişi #4

Karede olmayan iki kitap daha var. Yanii toplu bir gülümseme değil.

Herkese merhabaaaaa. 

Sıcaktan başım mı dönüyor noluyor onu bile anlamazken buradayım. Ama bir fenalık gelmiyor değil soldan soldan. Neysee. Bu seferki alışverişimi canım kuzenlerimin doğum günü ve karne hediyeleri olsunlar diye yaptım. Tabi kendime de üç beş bir şey almış olabilirim bahaneyle. Her bahane kitaplar kadar tatlı olsa keşke diyerekten kitapları yakın merceğe alıp kimse merak etmese de neyi neden aldım açıklayayım.

Bu sefer iki koldan alışveriş yaptım. Yukarıdaki fotoğrafta yer alan kitapları ve aşağıda yer vereceğim Her Güne Bir Masal isimli enfes kitabı Kitap Sepeti'nden aldım ve tabi ki reklam yok. Paşa paşa parasıyla aldım. 

Her Çocuğun Bir Yıldızı Var isimli kitabı ve boyama kitaplarını ise Trendyol üzerinden aldım. Reklam yok, link yok. Paramla aldım ama yine de nereden aldığımı belirtiyorum.

Of sıkıldım, geçelim eğlenceli kısmaaa.


Şakasız, bu kitaba aşık oldum. Aslında çocuk kitaplarını araştırırken ufaklık kuzenimin yaşına uygun olan bir çocuk kitabı arıyordum. O anda bana ilk görüşte aşk oldu. Kitabı kendime aldım.


Yine de ne bu kadar güzel bir baskı, ne de bu kadar hacimli bir kitap beklemiyordum açıkçası. Muazzam bir baskı. Hatta bir süre sarıldık kaldık. 

Tamam iyi güzel hoş da, nedir bu kitap? Kitapta adında da yazdığı gibi her gün için bir adet masal yer alıyor ve bu masallar dünyanın çeşitli ülkelerine ait. Polonya Masalı, Afrika Masalı, Macar Masalı, Alman Masalı... Her ülkeye ait bir masal var mı emin değilim, tek tek bakmadım henüz ama farklı milletlerin kültürlerini yansıtan masallara yer verilmesi çok hoşuma gitti. Ayrıca o masalları yansıtan çizimlere de yer verilmiş. Henüz okumasam da izlemelere doyamadım, şimdiden sevdim.


İşte bu kitapları kuzenlerime aldım. Üst ikisini birine (Ö'ye), alt ikisini diğerine (B'ye). Dikkat ettiyseniz hepsi de blogda yorumlayıp önerdiğim kitaplar. Yaaa bizde boşa sallamak yoktur. Önerdiğim kitapları çevreme hediye de ederim yeri gelirse.

Aslında Ö. ve M.'nin doğum günlerine az kaldığı için onlara hediye almayı düşünmüştüm. Hem Ö.'ye karne hediyesi de olur diye de bir planım vardı. Ama onlara hediye alıp B.'ye almamak da olmazdı. B.'nin doğum günü geçse de, karne hediyesi olarak kitapkurdu kızıma (kuzenime) da hediye almak istedim.

Bulut Delisi bence daha çok 4-5 ve 6. sınıf düzeyine uygun bir kitap. Üstü için basit kaçabilir. Çocuk Kalbi bu sınıf düzeylerine ek olarak 7. ve 8. sınıf için de uygun bence. Hatta yetişkinler de severek okuyabilir. Çocuk Kalbi'ni yorumlarken kitabı fazla didaktik bulduğumu söylemiş ve bunu eleştirmiştim. Evet hala yorumumun arkasındayım, bence kitaptaki didaktik (öğretici) ögeler fazla nasihat özelliği taşıyordu. Ancak Çocuk Kalbi güzel bir kitap. Aynı zamanda kitabın günlük şeklinde yazılması da çocukları günlük yazma konusunda heveslendirebilir. Aslında bu kitabı sevmemin ve şimdi hediye almamın en önemli nedeni de buydu. Bir de tabi bu baskıdaki kapağını çok sevdim.

Vladimir Tumanov ise hayal gücü çok gelişmiş bir yazar (hatta kendisini bu özelliği nedeniyle ufaktan kıskanıyorum :). Kraliçeyi Kurtarmak'ta matematiği çocuklara sevdirmeyi amaçlayarak eğlenceli bir macera yazmıştı. Haritada Kaybolmak'ta ise coğrafya merkeze alınmış. Ben de kitabı henüz bitirdim, blogda yorumlayacağım. Her iki kitabı da büyük küçük herkese öneriyorum. Hem özgün kurgular, hem de sürükleyici maceralar. Yazarın başka kitapları da dilimize çevrilmiş durumda. Tüm kitaplarını okumayı planlıyorum. Özellikle de ortaokul seviyesinde tanıdıklarınız varsa bence bu kitaplar çok güzel hediyeler olurlar.


M. için de aslında bir çocuk kitabı almayı planlamıştım ancak ya baskı bulamadım ya da bulduklarım içime sinmedi. Bu nedenle ben de ona boyama kitapları aldım. Okumayı öğrenince okuma kitabı da alırım dert değil de... o Ö. gibi okumayı sever mi emin değilim. Neyse sevdiririz.


Rick Riordan kitaplarından en son 9. sınıfta okumuştum. Taaa o zamandan kalma elimde bu serinin (Kane Günceleri) ilk kitabı olan Kırmızı Piramit vardı ama bu yazarın kitaplarını çok sevmeme rağmen o kitabı okumamışım. Belki de seriyi tamamlayıp başlamayı planlamışımdır ama bu gerçekleşmediği için kitap da kitaplığımın köşesinde unutulmuş kalmış... Bu nedenle ben de asırlar sonra serinin ikinci (Ateş Tahtı) ve üçüncü (Yılanın Gölgesi) kitaplarını alarak seriyi tamamladım. Seri hakkında bildiğim tek şey Mısır mitolojisi ile ilgili olduğu. Ama seveceğimi düşünüyorum. Lise 1'deki en yakın arkadaşım bu seriye bayılırdı. Hatta onun önerisiyle almıştım ben de kitabı ama okumak eşek kadar olduğumda kısmet oldu. 

Yalnız, çocuklara hediye alacağım ayağına kendim için alışveriş sepetine bir şeyler tıkıştırmam da ayrıca mükemmel.


Bu kitabı da kendime aldım. Zaten hediye faslını bitirdik artık. Bu da alışverişimdeki ikinci aşkım. Hayatımda gördüğüm en tatlı kitap olabilir. Tabi daha okumadım ve içeriğine dair gram bilgim yok (ismi ve gördüğüm bir yoruma dayanarak aldım) ama çizimleri o kadar güzel ki. Kapağı bile ben güzel bir kitabım diyor yaaa bu neeee yicemmm.



İçi böyle. <333


Biyografi kısmında yazarın çocukluk fotoğrafına yer verilmesi bile 10/ 10 bir ayrıntı. Daha buradan kalbimi kazandı kitap, daha başka bir şey yapmasına gerek yok. Ama içi de güzel çıkacak bence.


Evet, bu kadardı.

Hoşça kalınız.


An Astrological Guide for Broken Hearts (Kırık Kalpler İçin Astroloji Rehberi) | Dizi Yorumu


Yönetmen - Senarist: Bindu De Stoppani

Yapımı: 2021-2022, İtalya

Sezon ve bölüm sayısı: 2 sezon, 12 bölüm (6+6)


Kaynak: Pinterest

Alice Bassi (Claudia Gusmano), küçük bir televizyon kanalında yapım asistanı olarak çalışmaktadır. Ne iş hayatı, ne de aşk hayatı yolunda gitmez. Tüm bu karmaşanın ortasında kırık kalbini onarmaya çalışan Alice, biraz da yıldızların yardımıyla bir dizi tesadüf sonucu parlak bir tv programı fikri bulur. Bu fikre göre, programa katılacak katılımcılar doğum haritalarının özelliklerine göre aşkı arayacaklardır. Alice'in özel hayatının karmaşası sürerken, iş hayatı birden yükselişe geçer ve tüm bu süreçte ona yardımcı olan astrolog dostu Tio (Lorenzo Adorni), eski dostu ve sırdaşı Paola (Esther Elisha) ve işleri karmaşıklaştırdığı gibi düzenleyen patronu Davide Sardi (Michele Rosiello) yanındadır. 12 bölümden oluşan dizinin her bölümünde bir burcun özellikleri merkeze alınarak olaylar şekillenir. Aynı zamanda dizi, Silvia Zucca'nın aynı isimli romanından uyarlanmıştır.

Dizinin ilk sezonunda eski sevgilisi ve iş arkadaşı Carlo'nun (Alberto Paradossi) evlilik haberini almasıyla birlikte hissettiği hislerden kaçmaya çalışan bir Alice'i izliyoruz. Bu sezonda Alice'in ilişki hayatı işleniyor. Alice romantik bir terazi burcu. Aslında istediği tek şey, ilk seçilen olmak. Eski sevgilisiyle her ne kadar dostça ayrılmış olsalar da, Carlo'nun kendisiyle değil bir başkasıyla aile kurmak istemesi Alice'in özdeğersizlik hislerini tetikliyor. Bölümler ilerledikçe Alice'in ailesiyle arasındaki bağın güçlü olmadığını görüyoruz. Alice her şeyden önce yalnız hisseden bir kadın. Depresyondaymış gibi görünmüyor ancak kabullenilme hissini deneyimlemek için ani kararlar alıyor. Bu süreçte ona en iyi gelen kişi ise Tio.

Alice ve Tio tesadüfen tanışıyorlar. Tio çılgın bir genç adam. Dışarıdan dışadönük, eğlenceli ve umursamaz görünen bu karakterin de aslında ne hayatı göründüğü gibi dağınık, ne de kendisi o kadar umursamaz. Alzheimer hastası büyükannesi ile ilgilenen Tio da Alice gibi insanlarla bağ kurmakta zorlanıyor. Yüzeysel aşk ve arkadaşlık ilişkileri onun için kolay olsa da, iş bağ kurmaya ve karşısındaki kişiyi hayatına dahil etmeye geldiğinde bundan kaçıyor. Tio benim dizideki en sevdiğim karakter oldu. Onu daha ilk sahnesinden itibaren sevdim. Hatta keşke onun gibi bir arkadaşım olsa diye bile her bölüm üç beş kez söylemişimdir herhalde. Dizideki sağduyulu kararlar alan ve korkularına rağmen tutarlı davranışlar gösteren tek karakter de kendisiydi.

Davide Sardi genç, karizmatik ve ıssız adam modunda bir müdür. Onu tanımlayan en doğru sıfat gerçekten bu: Issız adam. Müthiş biri yanlış olmasın. Hem fiziksel hem karakter özellikleri bakımından aşırı karizmatik, aşırı cool, aşırı hayatı kolaylaştıran, hayvansever, yardımsever, sorumluluk sahibi, çalışkan... Ah ne diyordum... İşte müthiş bir Olimposlu abimiz. Amma ve lakin işte ne yaparsınız, ıssız adam. Verdiği tüm kararlar falso. Hatta ikinci sezonda bir an abicim sen İtalyansın, bu ne töre dizisinden çıkmış gibi kararlar tripler diyesim de gelmedi değil vallahi... Daha da uzatmayacağım, yoksa spoiler olur. Hoş adam ama kırmızı bayraklar halaya kalkmış, öyle diyim.

Diğer karakterleri uzun uzun anlatmaya gerek yok bence. Diziye renk katan ve olayların ilerlemesine yardımcı olan yan karakterlerdi. Hepsi de keyifliydi yalan yok ama hayatımda böyle insanlar olsun istemezdim. Hele o Carlo yok mu, o Carlo... Bu karakter kadar utanmaz, elinden iş gelmez, bir baltaya sap olmaz, üstüne yüzsüz bir karakter görmedim vallahi. Özü iyi, tatlı, nazik falan ama... Büyü be abicim yeter. Batırdın devirdin gitmiyorsun da milletin başına kaldın. Dizi boyunca Carlo'yu bir yere sığdıramadık vallahi. Ama suç Carlo'da da değil. Buna yüz veren, tepesine çıkaran bizim saf kızımız Alice'te...

İkinci sezonda da Alice'in aşırı iyi niyetli olmaya çalışan kararlarını izliyoruz. Böyle yazdım diye gömmüyorum bu arada. Çok keyifliydi izlemesi ama sen gerçek misin be kızım... diye de düşünüyor insan (saflıkta ve batırmakta bir ben, iki Alice...). Alice, ikinci sezonda aşkı buluyor ama onu henüz yaşayamıyor. Tüm sezon boyunca Alice'in kendini dönüştürme sürecini izliyoruz aslında. Sınırlarını belirleyen, kendini önceliklemek zorunda kalan bir Alice görmeye başlıyoruz. İttire kaktıra da olsa, oluyor değişimler dönüşümler. 

Diziyi seveceğimi bilerek diziye başladım. İsmini daha evvel de duymuştum ama izlemek bugünlerime kısmetmiş ne diyeyim... Bir çırpıda izlenebilecek, keyifli bir dizi. Astrolojiye ilginiz yoksa da izleyebilirsiniz. Zaten güneş burçları dışında bir burç bilgisini merkeze almamışlar pek. :)) Burçlar işin esprisi olmuş. Yani tamam, burçların bazı temel özelliklerini de göstermişler ama çok detaylı ve bilgi şeklinde yer almamış bu burç işleri onu diyorum. Çünkü asıl önemli olan doğum haritasıdır aslında. Özellikle de ilişkilerde Mars-Venüs burçları başta olmak üzere, bilmem kaçıncı evler falanlar filanlar da etkili diye biliyorum çeyrek yamalak astroloji bilgimle... Bu arada on sekiz yaş üstü için uygun bir dizi uyarısını da geçeyim.

Diziyi izlerken kaydetmek istediğim alıntılar oldu. Ancak ekranı durdurup da diziyi izleme keyfimi bölmeye elim varmadı. Bu nedenle replikler paylaşamayacağım. Sadece, severek izlediğim bu diziden bana bir hatıra kalması için son bölümde Alice'in Tio'ya kurduğu şu cümleleri not almak istiyor ve hepinize arivedersiiii diyorum:


''Onunla tanıştığında bilinmedik sulara yelken açtım, demiştin. O suların korkutucu olduğunu bilirim. O kadar korkutucudur ki bazen kıyıya, dibe dokunabileceğin yere dönmek istersin. Ama hepsi nafile Tio. Çünkü bizim gibi insanlar en derin, en hakiki, en korkutucu denizleri sever. Ondan başka hiçbir şey yaşadığını öylesine derinden hissettirmez. Bizim gibiler su birikintisiyle yetinemez.''


An astrological guide for broken hearts | Official Trailer için tıklayabilirsiniz.

Astrological guide for broken hearts playlist için tıklayabilirsiniz.


Popüler Yayınlar