![]() |
Yazar: Sait Faik Abasıyanık, Yayınevi: YKY |
Kitapta on altı öykü yer alıyor. Bu öykülerde genel olarak yaşamın içinden karakterler yaşamlarının bir anıyla okura görünüyorlar. Bazen Anadolu'nun bir köyünden, bazen Adalar'dan... bazen Gülhane Parkı'ndan, bazense Avrupa şehirlerinden geçip gidiyorlar kelimeler arasından. Evet, resmen süzülüyorlar. Öyle hafif, öyle doğal ve akıştan ki bu öyküler, insan sanki bir film etrafını kuşatmış da, onu izliyormuş gibi okuyor öyküleri. En azından bu öykülerin bende bıraktığı en baskın etki bu oldu: Canlılık. Ancak bu canlılık, abartısından değil, sadeliğinden alıyordu gücünü.
Bazı öyküler bireysel, bazıları toplumcu. Ama hiçbir öyküsünde yazar gerçeğin ötesine geçmemiş. Karakteri yaşadığı hayatın doğallığı içinde resmetmiş. Aslında hepsi insanlık halleri. İyi yanları, kötü yanları, çaresizlikleri, yalnızlıkları, hayalleri, buruklukları ile. Genci yaşlısı, kadını erkeği, şehirlisi köylüsü, açı toku doymayanı, okumuşu gezmişi tüccarı işçisi, Rum'u Ermenisi Lehlisi, turisti göçebesi... Hepsi insan ve öyküleri de insanlık halleri.
Benim okuduğum bu baskı 2008 yılında YKY'den çıkan 13. baskıya ait. Bu baskıda 1954 yılındaki kitabın 2. baskısı esas alınmış ve kitabın dili günümüze uyarlanarak yayınlanmış. Kitabın dili sade ve anlatım akıcı; ancak kitabın içerisinde eski kelimeler de bulunuyor. Bilmediğim kelimelerin olması benim okuma sürecimi kesintiye uğratmadı. Öte yandan belki kitabın sonraki yıllarda yapılmış daha yeni baskılarında dil daha da sadeleştirilmiş olabilir, bu konu hakkında bir bilgim yok. Ancak öyle olmasa bile, okuması zor olmayan bir kitap diyebilirim. Sade ama zengin bir dil kullanımı vardı. Hani bazen bir kitabı okumanın farklı bir keyfi olur ya... farklı bir lezzeti, işte Sarnıç'ta bu farklı tadı buldum. Bana kitap okuduğumu dolu dolu hissettiren bir kitaptı. Öykü okumayı seviyorsanız kitaba zaten mutlaka bakın derim.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
Önümüzde hayat... Her gün bir başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki zaman, ağır ağır bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor, dalgalanıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu. (Sayfa 11 - Sarnıç)
Aynı mahallede oturuyorduk, aynı yolları tepiyor, evimize varıyor; aynı kadını her akşam daha fazla sevmeye çalışıyorduk. Aynı mezarlık karşımızda idi. Seneler böyle geçtiği halde aynı sarışın, esmer, ayakları çıplak çocuklar hiç büyümeden aynı servi ağaçlarına tırmanmaya çalışıyorlar, aynı ölülerin taşları arkasında saklambaç oynuyorlardı. (Sayfa 11 - Sarnıç)
Kış saadetimizi tamamlamak için geliyor. Bahar, aşkımızı tazelemek için. (Sayfa 20 - Kalorifer ve Bahar)
Bahar böyle düşündürürdü. İnsanlar yalnız baharda, hakikati, ağaçlar gibi yeşererek hissederlerdi. Bir oğlan bir kızı dudağından öptüğü zaman, bir ana oğlunu kucakladığı zaman, bir komşu öteki komşunun elini sıktığı zaman, sokakta insan her gördüğünü tutmak, onunla konuşmak, söylemek, söyletmek isterdi. (Sayfa 21 - Kalorifer ve Bahar)
Bu çok yakın mazide tokları açlar doyurdu ve açlar öldüler. Kimisi vatan, kimisi şeker ve un için ölen bu insanların yaşadığı devirde, bir Eskicizade'nin yazıhanesinde öğle yemeyi yemenin ne kadar mühim bir şey olduğunu; bana bu ikramı eden Eskicizade de biliyordu. Ben sessiz açlardandım. İsyan duymuyordum. Kimseye karşı sesimi yükseltecek cesareti kendimde bulamıyordum. Bütün şehir halkı gibi zaman diyor, harp diyordum. Ama toklar adamakıllı tıkınıyordu. (Sayfa 25 - Beyaz Altın)
İnsan, dedi, aslını unutmamalıdır. (Sayfa 27 - Beyaz Altın)
Ellerimi, bu sevilen, sevilmeyi yadırgayan ellerimi, kendisine bıraktım. Ellerim benim olmaktan çıktı. (Sayfa 33 - Bir Karpuz Sergisi)
Bana artık öyle geliyordu ki, bir gün, hasretini uzaktan çekmeyi, kendisini senelerce görmeyip de günlerden sonra bir gün görmeyi özlediğim bu şehri terk etsem, senelerden sonra döndüğüm zaman onu gene orada bir kubbenin, bir servinin gölgesinde bulacağımı sanırdım. (Sayfa 34 - Bir Karpuz Sergisi)
Haydi gidelim, derdi, köprüden biraz vapurları seyredelim. Hem hava almış oluruz. (Sayfa 37 - Bir Karpuz Sergisi)
Birisi: Uyudun mu? der. Öteki: Uyudum, diye cevap verirdi. (Sayfa 39 - Mavnalar)
Beyaz, mehtaplı bir geceydi. İnsana büyük bir yol gitmek arzusu veren iskelede yatan vapurların bacaları hafif hafif duman çıkarıyorlar... (Sayfa 39 - Mavnalar)
Rum patron yanında çalışan amele: Sabahın kalimera oğlum, derdi. Ötekisi de kalimerayı karamela manasına alır: Seninkisi de latilokum derdi, gülerlerdi. (Sayfa 40 - Mavnalar)
O kadar güzel bir ay vardı ki gökyüzünde. İnsanın içine ay aleminin acayipliği çöküyordu. İnsan kendi kendine orada olsak, diyordu, ayın içinde... (Sayfa 40 - Mavnalar)
Ölüm, dedi. Bugün, yarın hepsi bir... (Durdu, biraz sonra) Hepsi bir değil ama, dedi, ne yaparsın?.. (Yine düşündü) Hayatta bir gün bir gündür, dedi. (Sayfa 71 - Park)
Düşünmemek ona nadiren nasip olurdu. Düşünmeden oturmak... (Sayfa 92 - Davut'un Anası)
Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.
Yazarı daha okumadım, merak ediyordum, bu kitabıyla başlayabilirim o zaman. Güzel bir tanıtım olmuş. :)
YanıtlaSilZaten çok iyi bir yazar. Anlattığı şeyler tabi toplumdaki insanlar, toplum gerçeklikleri falan ama bunun da ötesinde anlatımı çok iyi. Öneririm :)
SilSai Faik candır, Sarnıç da en iyilerinden biridir, okumuş olman ve beğenmen beni bile sevindirdi.:) Sait Faik'den elini çekme derim ben, geleceği parlak bir yazar olarak:)
YanıtlaSilEvet özellikle de yazmaya gönül vermiş kişilerin mutlaka okuması gereken yazarlardan :)
Sil