Y'ol (Birhan Keskin) | Kitap Yorumu

Şair: Birhan Keskin, Yayınevi: Metis Yayınları

Kadın şairleri okumayı ayrı bir seviyorum. Onların dizelerinde seslerinin yankısını duyuyorum sanki. Hem derinden, hem yakınımdan bir yerden. Tutkulu, baskın ama bir o kadar hafif. Yağmur gibi, su gibi, volkan gibi, taş toprak, çığlık, dans... tutulmuş, kaybolmuş, umulmuş sözler gibi. Bu dizeleri okumak bana ilham veriyor. Kendi sesimin gölgesini görüyorum sanki bu satırlarda. Hislerim bir araya gelip bu satırlara boşanıyorlar. Sevdiğim dizeleri sesli okumayı severim. Sevgili Birhan Keskin'in pek çok dizesini, pek çok akşam kendi sesimden duydum. Bu kitabındaki dizelerinde de şair, yoldaki oluşlarını anlatmış. Çok sevdim. 

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Boyalı Kuş (Jerzy Kosinski) | Kitap Yorumu

Yazar: Jerzy Kosinski, Çevirmen: Aydın Emeç,
Yayınevi: E Yayınları

Kitap, İkinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor ve okuruna bir çocuğun gözlerinden acıyı deneyimletiyor. Saf, katıksız bir acı bu. Ana kahramanımız henüz altı yaşındayken savaş patlak veriyor. Zor günlerin kapıda olduğunu anlayan ailesi, oğullarını daha güvende bir yaşam sürmesini umarak bir köye yerleştirmek üzere bir adama teslim ediyorlar. Savaş bittikten sonra oğullarıyla yeniden buluşmak umudundalar. Ancak savaşın, tüm planların ötesinde bir alt üst olma hali olduğunu hesap edemiyorlar. Çocuğun yanına verildiği yaşlı kadın kısa sürede ölüyor. Böylece kara saçlı kara gözlü küçük kahramanımızın oradan oraya sürüklendiği, acıyı gördüğü ve deneyimlediği dört yıllık göçebe yaşamı başlıyor. Dış görünüşü geçtiği köylerin sarışın insanlarından oldukça farklı olan bu kahraman, sırf Yahudi ve çingenelere benziyor diye her gittiği yerde hor görülüyor. Kendi yaşadığı zorluklar bir yana, insanların uçsuz bucaksız kötülükleriyle de tek başına tanışıyor.

Kitabın ismi de oldukça etkileyici ve anlamlı. Ana karakterin gezdiği köylerden birinde yanında kaldığı bir kuşçu bulunuyor. Bu adam kuşları yakalıyor ve bazen sadece keyif için onları boyayıp serbest bırakıyor. Boyanmış bu tutsak salınmadan evvel türdeşlerinin toplanması için ötmesine izin veriliyor. Yeterince kuş toplanınca boyalı esir serbest bırakılıyor. Renkli tüyleriyle türdeşlerince tanınmayan kuş, diğer kuşlar tarafından yabancı bir tehdit olarak görülüp öldürülüyor. İşte boyalı kuş da bunun hikayesini anlatıyor.

Bu, çok zor bir kitap. Zor bir kitap olduğunu bildiğim için okumayı yıllarca erteledim. En son birkaç yıl önce bir sonbahar\ kış zamanı kitaba başlamaya niyet etmiştim. Yukarıdaki fotoğraf da o zamandan kalma. Ancak havanın puslu olduğu o günlerde bile kitabı okumaya elim varmamıştı. Şimdi bu bunaltıcı yaz gününde böyle ağır hisler veren bir kitabı okumam biraz ilginç oldu ama yine de kitabı nihayet okuduğum için memnunum.

Kitabın son kısmında Yayımlanışının Onuncu Yılında Boyalı Kuş'un Serüveni başlıklı bir yazı yer alıyor. Bu yazıda yazar, kitabı yazma nedenini ve kitap basıldıktan sonra yaşadığı zorlu süreci anlatmış. Kitap otobiyografik özellikler taşısa da, kitabın ana karakteri bizzat yazarın kendisi değil. Sadece yazarın yaşamından izler taşıyor diyebiliriz. Yazar da İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı yıllarda henüz bir çocukmuş ve tıpkı ana karakter gibi ailesinden uzak bir süreç geçirmiş ve yaşadığı bir travmanın etkisiyle bir süreliğine konuşma yetisini kaybetmiş. Ancak kitapta otobiyografik ögelerin yer alması kısmının vurgulanmasını pek de istemiyormuş kendisi. Çünkü o aslında sadece savaşın tahribatını anlatmak istemiş. Bunu sadece bir yazarın yaşamının anlatısına indirgemek yerine, okurların kitaptaki çocuğun herkes olabileceğini idrak etmelerini hedeflemiş. Bu kitabı yazma nedeni de tam olarak buymuş. 

Eşi ile birlikte çıktığı İsviçre seyahatinde görmüş ki, savaşı uzaktan takip edenler savaşın yıkıcı etkisini tam olarak anlayamamışlar. Kitabı bir çocuğun gözlerinden, kendi ana dili olmayan bir dili kullanarak (İngilizce), oldukça yalın bir şekilde anlatmak istemiş. Coşkunluktan uzak, sadece gerçeği yazmak. Çünkü savaş zaten yoğun bir kavram. Nitekim bunu başarmış da. Kitap hem yazarın hedeflediği gibi oldukça yalın, hem de bir o kadar çarpıcı. Bu anlatılanları bir çocuğun yaşaması ise onu çarpı binlerce kat daha etkileyici kılmış. Öyle ki, kitaptaki bazı sahneleri çok zorlanarak okudum. Tüm bunları değil bir çocuk, hiç kimse yaşamamalı, şahit olmamalı. Çok ama çok üzücü.

Kitap ilk önce Birleşik Devletler ve Batı Avrupa'da basılmış. Doğu Avrupa'daki devletlerde kitaba yönelik bir linç ortamı oluşmuş. Kitabın basılması yasaklanmış, hatta yetmemiş yazar ve ailesi defalarca sözlü ve fiziksel tehdit edilmiş. Yine de, 1965 yılında yayımlanmış bu kitabın günümüzde bile hala ses getiriyor olması, yazarın bir şeyleri doğru yapabildiğini gösteriyor diye düşünüyorum.

Çok etkileyici bir kitap ama okuması konusu itibariyle ağır gelebilir.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Ortadan Kaybolan Fil (Haruki Murakami) | Kitap Yorumu

Yazar: Haruki Murakami, Çevirmen: Ali Volkan Erdemir,
Yayınevi: Doğan Kitap

Okuduğum kitaplarından ulaştığım çıkarımlara göre Haruki Murakami, seçtiği belli başlı imgelerden yola çıkarak o imgenin kendisinde uyandırdığı hisleri kurgulaştıran bir yazar. On yedi öyküden oluşan bu kitabında da bu işleyişi merkeze alarak öykülerinin anlamsal çatısını oluşturmuş. Kendisi genelde bir andan yola çıkarak başladığı kurgularına, okuru da bir gözlemci olarak davet ediyor. Kitapta yer alan öykülerin tamamı, zaten başlamış olayların anlatımından oluşuyor. Okurun okuma eylemi süresince diri kalan merakı ve kurguların sürükleyiciliği de bu etkileşimli okuma deneyimi havası verilen tarzdan ileri geliyor diye düşünüyorum. 

Okurun okuma süresince sanki bir kamera gibi olayların takibini yapması, okura hem 'orada bulunma' hissini deneyimletiyor, hem de aslında öykülerdeki olaylar hem fiziken hem düşünsel düzlemde yaşanıp bitmiş olduğu için sonucu değiştiremeyeceğini bilmenin gerilimiyle yazarın düşün dünyasını merak ederek öyküleri hızla okuyoruz. Bu perspektiften baktığımızda öyküler gerçekten de okuru peşinden sürüklüyorlar.

Yazarın imgelerden yola çıkması aslında şekillenmemiş düşüncelerini yazı yoluyla belirginleştirmesine katkı sağlıyor gibi görünüyor. Bu kitabında okuduğumuz öyküleri de dahil olmak üzere kurgularının genelinde (çünkü tamamını henüz okumadım) bir düşsel hava hissettiriliyor. Okuru yazarın anlatımına çeken veya iten durum da temelde bu. Aynı şekilde yazara 'Haruki Muraki isimli bir yazar olma' sıfatını, yani özgünlüğünü, veren de benimsediği bu tarzı.

Bu tarzını genel olarak sevmekle birlikte, düşüncelerini en azından büyük oranda yazma anında şekillendirdiğini düşündüğüm için kurgularında dağınık bir hava seziliyor. Bu öykülerde de durum farklı değildi. Bu dağınıklığa sebep olan durumun yazarın soyut anlatımı olduğunu düşünmüyorum. Asıl sebep, somut durumları öykülerine yedirememesi olarak öne çıkıyor.

Çehov'un tüfeği veya silahı şeklinde bir terim vardır. Buna göre bir anlatıda yer alan her öge, anlatı boyunca mutlaka kullanılmalıdır. Yani bir anlatıda duvarda tüfek asılıysa ve yazar\ yönetmen bunu belirtiyorsa, o tüfek anlatının bir yerinde mutlaka patlamalıdır. Aksi halde anlatıya hizmet etmeyen her detay, aslında anlatımın dağınık olmasına ve anlam olarak düşüklüğüne yol açar. Bazen bazı gereksiz detaylar için ''ne mana'' yorumu yapabiliriz. Gerçekten de anlatıya hizmet etmeyen bazı detaylar anlatımı zenginleştirmek yerine, asıl verilmek istenen iletilerin önüne geçer. Murakami'nin öykülerine yönelik getireceğim olumsuz eleştiri de gereksiz ayrıntılara çok yer vermesine yönelik. Bu öyküler ana iletilerine hizmet etmeyen ayrıntılardan ve amiyane tabirle aralara sokuşturulmaya çalışılan sahnelerden arındırılsa, duru halleriyle çok daha etkileyici olabilirlermiş.

Kitabı sevdim ama bayılmadım. Öyküler sürükleyiciydi, bitirene kadar merakla okudum. Gerilim ögeleri öykülerin başından sonuna kadar diri tutulmuştu. Ancak dediğim gibi gereksiz ayrıntılardan arınmış halleriyle bu öykülerin daha başarılı olabileceğini düşünüyorum. Kitapta en beğendiğim öyküler ise; Uyku, Lederhosen, Ambar Yakmak, Yeşil Canavar, Aile Meseleleri, Dans Eden Cüce, Sessizlik idi. Ayrıca Ambar Yakmak isimli öykü 2018 yılında Lee Chang Dong'un yönetmenliğinde Burning (Şüphe) adıyla beyaz perdeye uyarlanmıştı. Öyküdeki bazı detaylar değiştirilmiş olsa da, öykünün genel havasını başarılı bir şekilde yansıtan bir uyarlamaydı. İlgilisine önerebilirim. 

Kitaba ismini veren son öykü Ortadan Kaybolan Fil ise yine ilginç olmakla ve kitaba isim olarak çok yakıştırmamla birlikte, bende yeterli düzeyde etkilenme hissi oluşturamadı. Yine de yazar kitabına bu öyküsünün ismini seçmekle bence doğru bir karar vermiş, çünkü ilgi çekici.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Haritada Kaybolmak - Gizemli Haritalar Serisi #1 (Vladimir Tumanov) | Kitap Yorumu

Yazar: Vladimir Tumanov, Çevirmen: Mine Kazmaoğlu,
Resimleyen: Sadi Güran, Yayınevi: Günışığı Kitaplığı

Chris ve Francis, yağmurlu bir günde tuhaf eşyalarla dolu bir dükkana sığınırlar. Meraklı Francis etrafı keşfederken bir kutu şeker bulur. Acıkan ikili, yan etkisinden habersiz olarak tüm şekerleri yer. Ertesi günden itibaren iki kardeşte çevrelerindeki insanların da fark ettiği bazı değişimler görülür. İlk günlerde bu değişimleri tanımlayamayan ikili, günler geçtikçe sorunlarını anlarlar. Sorun sıkan ayakkabıları, dar pantolonları veya gittikçe kalınlaşan sesleri değildir. Sorun, her yeni günde bir yaş büyümeleridir. Bunun üstüne o tuhaf dükkana geri dönerler. Neyse ki her derdin bir devası vardır. Dükkan sahibi, kardeşlere dört rulo getirir: Hava, su, toprak ve ateş.

Başları yeterince belada olan kardeşler, kendilerince en güvenli buldukları elementi seçerler ve macera başlar. İki kardeş, dünya haritasında beliren on soruyu çözmelidir. Aksi halde her gün bir yaş büyüyerek zamanla yaşlılıktan öleceklerdir. Tek sorunları yaşlanmak veya bulmacalar değildir. Harita, istediği zamanda yeni sorular sorar. Bazen iki soru arasında günlerce beklemeleri gerekebilir. Her günü bir yıl gibi yaşayan ikili için bu ciddi bir sorundur. Ayrıca arkalarını kollamaları gerekmektedir. Görünen o ki, onları gözetleyen bir düşmanları vardır. Kitap boyunca kardeşlerin dünya haritasının onlara sorduğu bulmacalar eşliğinde çıktıkları serüveni okuyoruz.

Vladimir Tumanov bu kitabında da tıpkı Kraliçeyi Kurtarmak'ta olduğu gibi görece olarak sevimsiz görünen bir dersi, coğrafyayı, merkeze almış. Kardeşler bir dizi coğrafi bilgi gerektiren soruyu çözerek kahramanın yolculuğunu yaşıyorlar. Yine çok keyif alarak okuduğum, sürükleyici ve merakta bırakan bir kitaptı. Ayrıca bu kitap Gizemli Haritalar Serisi'nin ilk kitabı. Serinin diğer kitapları ise; Suda Kaybolmak, Ateşten Kaçmak ve Volkandan Kaçmak.

Ortaokul seviyesi alt sınır olmak üzere her yaşa önerebileceğim, çok eğlenceli bir kitap. Kitap her ne kadar bir serinin ilk kitabı olsa da, kitabın sonu ucu açık bitmedi. Olaylar çözüme ulaştı. Yani kitabı dileyenler tek kitap olarak da okuyabilir.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Kitap Alışverişi #4

Karede olmayan iki kitap daha var. Yanii toplu bir gülümseme değil.

Herkese merhabaaaaa. 

Sıcaktan başım mı dönüyor noluyor onu bile anlamazken buradayım. Ama bir fenalık gelmiyor değil soldan soldan. Neysee. Bu seferki alışverişimi canım kuzenlerimin doğum günü ve karne hediyeleri olsunlar diye yaptım. Tabi kendime de üç beş bir şey almış olabilirim bahaneyle. Her bahane kitaplar kadar tatlı olsa keşke diyerekten kitapları yakın merceğe alıp kimse merak etmese de neyi neden aldım açıklayayım.

Bu sefer iki koldan alışveriş yaptım. Yukarıdaki fotoğrafta yer alan kitapları ve aşağıda yer vereceğim Her Güne Bir Masal isimli enfes kitabı Kitap Sepeti'nden aldım ve tabi ki reklam yok. Paşa paşa parasıyla aldım. 

Her Çocuğun Bir Yıldızı Var isimli kitabı ve boyama kitaplarını ise Trendyol üzerinden aldım. Reklam yok, link yok. Paramla aldım ama yine de nereden aldığımı belirtiyorum.

Of sıkıldım, geçelim eğlenceli kısmaaa.


Şakasız, bu kitaba aşık oldum. Aslında çocuk kitaplarını araştırırken ufaklık kuzenimin yaşına uygun olan bir çocuk kitabı arıyordum. O anda bana ilk görüşte aşk oldu. Kitabı kendime aldım.


Yine de ne bu kadar güzel bir baskı, ne de bu kadar hacimli bir kitap beklemiyordum açıkçası. Muazzam bir baskı. Hatta bir süre sarıldık kaldık. 

Tamam iyi güzel hoş da, nedir bu kitap? Kitapta adında da yazdığı gibi her gün için bir adet masal yer alıyor ve bu masallar dünyanın çeşitli ülkelerine ait. Polonya Masalı, Afrika Masalı, Macar Masalı, Alman Masalı... Her ülkeye ait bir masal var mı emin değilim, tek tek bakmadım henüz ama farklı milletlerin kültürlerini yansıtan masallara yer verilmesi çok hoşuma gitti. Ayrıca o masalları yansıtan çizimlere de yer verilmiş. Henüz okumasam da izlemelere doyamadım, şimdiden sevdim.


İşte bu kitapları kuzenlerime aldım. Üst ikisini birine (Ö'ye), alt ikisini diğerine (B'ye). Dikkat ettiyseniz hepsi de blogda yorumlayıp önerdiğim kitaplar. Yaaa bizde boşa sallamak yoktur. Önerdiğim kitapları çevreme hediye de ederim yeri gelirse.

Aslında Ö. ve M.'nin doğum günlerine az kaldığı için onlara hediye almayı düşünmüştüm. Hem Ö.'ye karne hediyesi de olur diye de bir planım vardı. Ama onlara hediye alıp B.'ye almamak da olmazdı. B.'nin doğum günü geçse de, karne hediyesi olarak kitapkurdu kızıma (kuzenime) da hediye almak istedim.

Bulut Delisi bence daha çok 4-5 ve 6. sınıf düzeyine uygun bir kitap. Üstü için basit kaçabilir. Çocuk Kalbi bu sınıf düzeylerine ek olarak 7. ve 8. sınıf için de uygun bence. Hatta yetişkinler de severek okuyabilir. Çocuk Kalbi'ni yorumlarken kitabı fazla didaktik bulduğumu söylemiş ve bunu eleştirmiştim. Evet hala yorumumun arkasındayım, bence kitaptaki didaktik (öğretici) ögeler fazla nasihat özelliği taşıyordu. Ancak Çocuk Kalbi güzel bir kitap. Aynı zamanda kitabın günlük şeklinde yazılması da çocukları günlük yazma konusunda heveslendirebilir. Aslında bu kitabı sevmemin ve şimdi hediye almamın en önemli nedeni de buydu. Bir de tabi bu baskıdaki kapağını çok sevdim.

Vladimir Tumanov ise hayal gücü çok gelişmiş bir yazar (hatta kendisini bu özelliği nedeniyle ufaktan kıskanıyorum :). Kraliçeyi Kurtarmak'ta matematiği çocuklara sevdirmeyi amaçlayarak eğlenceli bir macera yazmıştı. Haritada Kaybolmak'ta ise coğrafya merkeze alınmış. Ben de kitabı henüz bitirdim, blogda yorumlayacağım. Her iki kitabı da büyük küçük herkese öneriyorum. Hem özgün kurgular, hem de sürükleyici maceralar. Yazarın başka kitapları da dilimize çevrilmiş durumda. Tüm kitaplarını okumayı planlıyorum. Özellikle de ortaokul seviyesinde tanıdıklarınız varsa bence bu kitaplar çok güzel hediyeler olurlar.


M. için de aslında bir çocuk kitabı almayı planlamıştım ancak ya baskı bulamadım ya da bulduklarım içime sinmedi. Bu nedenle ben de ona boyama kitapları aldım. Okumayı öğrenince okuma kitabı da alırım dert değil de... o Ö. gibi okumayı sever mi emin değilim. Neyse sevdiririz.


Rick Riordan kitaplarından en son 9. sınıfta okumuştum. Taaa o zamandan kalma elimde bu serinin (Kane Günceleri) ilk kitabı olan Kırmızı Piramit vardı ama bu yazarın kitaplarını çok sevmeme rağmen o kitabı okumamışım. Belki de seriyi tamamlayıp başlamayı planlamışımdır ama bu gerçekleşmediği için kitap da kitaplığımın köşesinde unutulmuş kalmış... Bu nedenle ben de asırlar sonra serinin ikinci (Ateş Tahtı) ve üçüncü (Yılanın Gölgesi) kitaplarını alarak seriyi tamamladım. Seri hakkında bildiğim tek şey Mısır mitolojisi ile ilgili olduğu. Ama seveceğimi düşünüyorum. Lise 1'deki en yakın arkadaşım bu seriye bayılırdı. Hatta onun önerisiyle almıştım ben de kitabı ama okumak eşek kadar olduğumda kısmet oldu. 

Yalnız, çocuklara hediye alacağım ayağına kendim için alışveriş sepetine bir şeyler tıkıştırmam da ayrıca mükemmel.


Bu kitabı da kendime aldım. Zaten hediye faslını bitirdik artık. Bu da alışverişimdeki ikinci aşkım. Hayatımda gördüğüm en tatlı kitap olabilir. Tabi daha okumadım ve içeriğine dair gram bilgim yok (ismi ve gördüğüm bir yoruma dayanarak aldım) ama çizimleri o kadar güzel ki. Kapağı bile ben güzel bir kitabım diyor yaaa bu neeee yicemmm.



İçi böyle. <333


Biyografi kısmında yazarın çocukluk fotoğrafına yer verilmesi bile 10/ 10 bir ayrıntı. Daha buradan kalbimi kazandı kitap, daha başka bir şey yapmasına gerek yok. Ama içi de güzel çıkacak bence.


Evet, bu kadardı.

Hoşça kalınız.


An Astrological Guide for Broken Hearts (Kırık Kalpler İçin Astroloji Rehberi) | Dizi Yorumu


Yönetmen - Senarist: Bindu De Stoppani

Yapımı: 2021-2022, İtalya

Sezon ve bölüm sayısı: 2 sezon, 12 bölüm (6+6)


Kaynak: Pinterest

Alice Bassi (Claudia Gusmano), küçük bir televizyon kanalında yapım asistanı olarak çalışmaktadır. Ne iş hayatı, ne de aşk hayatı yolunda gitmez. Tüm bu karmaşanın ortasında kırık kalbini onarmaya çalışan Alice, biraz da yıldızların yardımıyla bir dizi tesadüf sonucu parlak bir tv programı fikri bulur. Bu fikre göre, programa katılacak katılımcılar doğum haritalarının özelliklerine göre aşkı arayacaklardır. Alice'in özel hayatının karmaşası sürerken, iş hayatı birden yükselişe geçer ve tüm bu süreçte ona yardımcı olan astrolog dostu Tio (Lorenzo Adorni), eski dostu ve sırdaşı Paola (Esther Elisha) ve işleri karmaşıklaştırdığı gibi düzenleyen patronu Davide Sardi (Michele Rosiello) yanındadır. 12 bölümden oluşan dizinin her bölümünde bir burcun özellikleri merkeze alınarak olaylar şekillenir. Aynı zamanda dizi, Silvia Zucca'nın aynı isimli romanından uyarlanmıştır.

Dizinin ilk sezonunda eski sevgilisi ve iş arkadaşı Carlo'nun (Alberto Paradossi) evlilik haberini almasıyla birlikte hissettiği hislerden kaçmaya çalışan bir Alice'i izliyoruz. Bu sezonda Alice'in ilişki hayatı işleniyor. Alice romantik bir terazi burcu. Aslında istediği tek şey, ilk seçilen olmak. Eski sevgilisiyle her ne kadar dostça ayrılmış olsalar da, Carlo'nun kendisiyle değil bir başkasıyla aile kurmak istemesi Alice'in özdeğersizlik hislerini tetikliyor. Bölümler ilerledikçe Alice'in ailesiyle arasındaki bağın güçlü olmadığını görüyoruz. Alice her şeyden önce yalnız hisseden bir kadın. Depresyondaymış gibi görünmüyor ancak kabullenilme hissini deneyimlemek için ani kararlar alıyor. Bu süreçte ona en iyi gelen kişi ise Tio.

Alice ve Tio tesadüfen tanışıyorlar. Tio çılgın bir genç adam. Dışarıdan dışadönük, eğlenceli ve umursamaz görünen bu karakterin de aslında ne hayatı göründüğü gibi dağınık, ne de kendisi o kadar umursamaz. Alzheimer hastası büyükannesi ile ilgilenen Tio da Alice gibi insanlarla bağ kurmakta zorlanıyor. Yüzeysel aşk ve arkadaşlık ilişkileri onun için kolay olsa da, iş bağ kurmaya ve karşısındaki kişiyi hayatına dahil etmeye geldiğinde bundan kaçıyor. Tio benim dizideki en sevdiğim karakter oldu. Onu daha ilk sahnesinden itibaren sevdim. Hatta keşke onun gibi bir arkadaşım olsa diye bile her bölüm üç beş kez söylemişimdir herhalde. Dizideki sağduyulu kararlar alan ve korkularına rağmen tutarlı davranışlar gösteren tek karakter de kendisiydi.

Davide Sardi genç, karizmatik ve ıssız adam modunda bir müdür. Onu tanımlayan en doğru sıfat gerçekten bu: Issız adam. Müthiş biri yanlış olmasın. Hem fiziksel hem karakter özellikleri bakımından aşırı karizmatik, aşırı cool, aşırı hayatı kolaylaştıran, hayvansever, yardımsever, sorumluluk sahibi, çalışkan... Ah ne diyordum... İşte müthiş bir Olimposlu abimiz. Amma ve lakin işte ne yaparsınız, ıssız adam. Verdiği tüm kararlar falso. Hatta ikinci sezonda bir an abicim sen İtalyansın, bu ne töre dizisinden çıkmış gibi kararlar tripler diyesim de gelmedi değil vallahi... Daha da uzatmayacağım, yoksa spoiler olur. Hoş adam ama kırmızı bayraklar halaya kalkmış, öyle diyim.

Diğer karakterleri uzun uzun anlatmaya gerek yok bence. Diziye renk katan ve olayların ilerlemesine yardımcı olan yan karakterlerdi. Hepsi de keyifliydi yalan yok ama hayatımda böyle insanlar olsun istemezdim. Hele o Carlo yok mu, o Carlo... Bu karakter kadar utanmaz, elinden iş gelmez, bir baltaya sap olmaz, üstüne yüzsüz bir karakter görmedim vallahi. Özü iyi, tatlı, nazik falan ama... Büyü be abicim yeter. Batırdın devirdin gitmiyorsun da milletin başına kaldın. Dizi boyunca Carlo'yu bir yere sığdıramadık vallahi. Ama suç Carlo'da da değil. Buna yüz veren, tepesine çıkaran bizim saf kızımız Alice'te...

İkinci sezonda da Alice'in aşırı iyi niyetli olmaya çalışan kararlarını izliyoruz. Böyle yazdım diye gömmüyorum bu arada. Çok keyifliydi izlemesi ama sen gerçek misin be kızım... diye de düşünüyor insan (saflıkta ve batırmakta bir ben, iki Alice...). Alice, ikinci sezonda aşkı buluyor ama onu henüz yaşayamıyor. Tüm sezon boyunca Alice'in kendini dönüştürme sürecini izliyoruz aslında. Sınırlarını belirleyen, kendini önceliklemek zorunda kalan bir Alice görmeye başlıyoruz. İttire kaktıra da olsa, oluyor değişimler dönüşümler. 

Diziyi seveceğimi bilerek diziye başladım. İsmini daha evvel de duymuştum ama izlemek bugünlerime kısmetmiş ne diyeyim... Bir çırpıda izlenebilecek, keyifli bir dizi. Astrolojiye ilginiz yoksa da izleyebilirsiniz. Zaten güneş burçları dışında bir burç bilgisini merkeze almamışlar pek. :)) Burçlar işin esprisi olmuş. Yani tamam, burçların bazı temel özelliklerini de göstermişler ama çok detaylı ve bilgi şeklinde yer almamış bu burç işleri onu diyorum. Çünkü asıl önemli olan doğum haritasıdır aslında. Özellikle de ilişkilerde Mars-Venüs burçları başta olmak üzere, bilmem kaçıncı evler falanlar filanlar da etkili diye biliyorum çeyrek yamalak astroloji bilgimle... Bu arada on sekiz yaş üstü için uygun bir dizi uyarısını da geçeyim.

Diziyi izlerken kaydetmek istediğim alıntılar oldu. Ancak ekranı durdurup da diziyi izleme keyfimi bölmeye elim varmadı. Bu nedenle replikler paylaşamayacağım. Sadece, severek izlediğim bu diziden bana bir hatıra kalması için son bölümde Alice'in Tio'ya kurduğu şu cümleleri not almak istiyor ve hepinize arivedersiiii diyorum:


''Onunla tanıştığında bilinmedik sulara yelken açtım, demiştin. O suların korkutucu olduğunu bilirim. O kadar korkutucudur ki bazen kıyıya, dibe dokunabileceğin yere dönmek istersin. Ama hepsi nafile Tio. Çünkü bizim gibi insanlar en derin, en hakiki, en korkutucu denizleri sever. Ondan başka hiçbir şey yaşadığını öylesine derinden hissettirmez. Bizim gibiler su birikintisiyle yetinemez.''


An astrological guide for broken hearts | Official Trailer için tıklayabilirsiniz.

Astrological guide for broken hearts playlist için tıklayabilirsiniz.


Güneş ve Onun Çiçekleri (Rupi Kaur) | Kitap Yorumu

Şair: Rupi Kaur, Çevirmen: Gizem Aldoğan,
Yayınevi: Pegasus Yayınları

Kitap; solmak, dökülmek, köklenmek, uyanmak ve çiçeklenmek olmak üzere beş bölümden oluşuyor. Şair bu kitabında yer verdiği şiirlerinde de kendi iç dünyasını merkeze alarak serbest tarzda aforizma denilebilecek şiirimsiler yazmış. Kitaba dair en sevdiğim durum ana başlıkların altında yer alan şiirlerin o başlığı tanımlayan içeriklere sahip olmasıydı. Solmak kısmında hayal kırıklıklarına tutunan şairin diğer bölümlerdeki şiirleriyle birlikte yavaş yavaş daha sağlıklı ve umutlu bir bakış açısına büründüğü anlaşılıyor. 

Rupi Kaur Hindistan'dan göç etmiş bir ailenin kızı. Bu nedenle şiirlerinde köklerine, kültürüne ve göçmen olmanın hissettirdiklerine de yer veriyor. Ayrıca bu kitabında da yine Süt ve Bal'daki gibi travmalarına, ilişkilerine, kadın olmaya ve insanlığa dair düşüncelerine yer vermiş.

Tek başına değerlendirildiğinde üstünde düşünmeye değer, anlamlı satırlar ancak şiir olarak değerlendirilmek için yeterli olduklarını düşünmüyorum. Ben serbest nazmı da, şairin şiirlerine kendi hayatını ve yaşanmışlıklarını yansıtmasını okumayı da çok severim. Ancak bu kitaptaki şiirler, şiir değil de düz yazı olsalardı okumaktan daha çok keyif alacağımı ve yazılanların edebi açıdan değerinin de artacağını düşünüyorum. Tabi şair bu şiirleri ilk önce sosyal medyada yayınlamak amacıyla yazmış ancak dediğim gibi bu şiirleri aforizma olarak tanımlamak bence daha doğru.

Okumaktan keyif aldığım, yine ara ara şiir fallarıma konu olacak bir kitap. Ancak beklentisiz okunursa daha çok keyif alınabilir.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum (Baek Sehee) | Kitap Yorumu

Yazar: Baek Sehee, Çevirmen: Su Akaydın,
Yayınevi: Nova Kitap

Kitap, kitabın yazarı Baek Sehee'nin psikiyatrist seanslarından oluşuyor. Anksiyete ve depresyon gibi nedenlerle bu seanslara başvuran yazar, seanslar boyunca aslında kendine dair farkındalık kazanıyor. Kitapta yazılanların ne kadarı gerçekten yaşandı, ne kadarı kurgulaştırıldı emin değilim ancak kitapta yazılanlara göre yazar bu seansları ses kaydına alıp sonrasında yazıya dönüştürmüş ve kitap haline getirmeden önce kişisel blog sayfasında yayınlamış. Seanslar yazarın ve psikiyatristin diyaloglarından oluştuğu için kitabı okumak kolay. Sade bir dili var ancak yazarın yaşadığı sorunlar sorgulatıcı. Bu nedenle altını çizdiğim ve üstüne düşündüğüm noktalar oldu. Hatta hala aklımın bir köşesindeler ve bir süre daha orada kalacaklar gibi. Belki ben de bu aklımda yer eden noktalar üzerine yazılar yazabilirim ama burada yayınlar mıyım emin değilim.

Kitabın seans bölümleri dışında ayrıca yazarın sonsözü, psikiyatristin notu ve yazarın terapi sonrasındaki hayatına dair bölümler de yer alıyor.

Kitabı indirimde ve popüler olduğu için almıştım açıkçası. Hatta son alışverişimde aldığım kitaplar içinde hiç beklentimin olmadığı tek kitaptı. Bu durum da mı etkiliydi bilmiyorum ama kitabı çok beğendim. Hatta sene sonu favorilerimde görme ihtimalimiz çok yüksek. Altını çizdiğim çok fazla cümle vardı. Hatta hızımı alamayıp sayfa kenarlarına minik notlar yazdığım ve yazarla tek taraflı da olsa iletişim kurma çabasına girdiğim anlar bile oldu.

Velhasıl kelam, tabii ki bu bir psikoloji kitabı değil. Eğer ciddi bir sorununuz varsa bir kitapla bunu çözmek zaten olmaz, bir uzmana danışmalısınız. Ancak yazarın sorunlarını samimi bir dille anlatması, yazarla empati kurmamızı ve hatta yazarın bizimle empati kurduğunu düşünmemizi bile sağlayabilir. Bence insana kendine dair sorgulamalar yaptırabilecek bir kitap. 

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Bloğum 2 Yaşında.

 

Sevdiklerimin doğum gününü asla unutmam. O nedenle bugün buradayız.

Bloğumun nihai ismine bundan tam iki yıl önce bir akşam veya gece yıldızların altında otururken karar vermiştim. Balığımla konuşmamı, isim ikiliğimi vs yeri geldikçe hep anlattım o başka... ama Neptünlü bir cadı olma kararıma iki yıl önce, kardeşime düşüncelerimi anlatmanın ötesinde akıtırken, yıldızlı bir saatte, hatta rüzgar az kalsın oturduğum kilimi uçuracakken karar vermiştim. O an aklımda çok net. Sonra da o tanıdık his tüm bedenime yüklenmişti ve koşa koşa blog başlığıma Neptünlü Cadı yazmıştım. Bu doğru bir seçimdi, o his teminatım.

Bu tarihe yakın bir süreçte aklıma bloğumun doğum günü olduğu geldi. Başta bunun için yazı yazmayacağımı düşündüm. Sonra yazmanın, bir şeyleri, belki bir daha geri gelmeyecek ve zamanda kaybolacak biçimsiz düşüncelerimi kaydedebileceğini düşündüm. Aklıma edebi ve kulağa hoş gelen cümleler de geldi. Yine de şimdi sana bunları yazmak istemiyorum. Sana her zamanki gibi içimden gelenleri yazmak istiyorum sevgili bloğum ve onu izleyen okurum.

Hayatımın son on yılında ara vermeksizin hep blog yazdım. En uzun aram iki blog arasındaki iki aylık kısa süreydi. Blog yazmadan duramadım işte ve bu ikinci bloğu açtım. Burada da seninle çok şey paylaştık. Öteki bloğumu kendime anlatıyordum. Ama bu bloğumu hep sana anlattım biliyor musun? Belki de bu nedenle bu kadar tedirgin olup yazılarımı hep sildim, kaldırdım. Sana anlatmak, içimde yıldızlar parlattı. En azından bazen. Ama sonra bitti. Tüm manzarayı gördüğünde, tek tek yıldızların peşine düşmezsin.

Bu gece de yıldızları izliyordum. Aslında niyetim uyumaktı. Ancak bir yıldız parladı, sonra bir başkası ve ben yazmak istedim. Güzel evimde, hadi parti olmasa da, bir doğum günü daveti olsun istedim. Kimler gelir buraya bilmem ama sen hep en özel konuğumsun sevgili okurcuğum (yani hepiniz!).

Blog yazmak benim için hep çok doğal olmuştur. Rahatça yaptığım bir şey, belki konfor alanım bilmiyorum. Aynı zamanda hayatımda yaptığım en doğru şey olduğunu düşünmüşümdür hep. Evet kulağa biraz büyük bir laf gibi geliyor. Ben böyle şeylere önem veriyorum işte. Benim için eeennnn doğru şeyin çapı bu kadar. Başkası için bir nokta belki ama benim için koca bir kutup yıldızı. 

Aynı zamanda bir yerlerde bir şeyler anlatmak benim için bir hobi değil, ihtiyaçtı. Ben, anlatmayı hep sevdim. Eğer kelimeler bana gelirse, bir cırcır böceği olurum. Bu konulara girmek için artık fazla büyüdüm ve galiba olgunlaştım ama... biliyorum fazla bir deneyim de elde edemedim ama... Bir Neptünlü veya o civarda bir yerli olarak ben, bir ev bulmanın zorluğunu çok iyi biliyorum. Onu inşa etmen gerektiğini de. İçinden dışına ve tekrar içine. Bu dediğimin benim için on yıl sonra bir anlamı olur mu veya bu dediğim on yıl sonra bana ulaşır mı bilmesem de, burası benim için bir ev oldu. Düşüncelerimden, hislerimden, beğenilerimden, hayal ve kırıklıklarımdan oluşmuş bir ev.

Tepemizde yıldızlar bile var. Görüyor musun?

İyi ki doğdun bloğum. Kaç yaşına geleceğini bilmesem de, iyi ki benim oldun. Benim evim oldun.

<3


bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.


Sihirli Kız Emekli Oluyor (Park Seolyeon) | Kitap Yorumu

Yazar: Park Seolyeon, Çevirmen: Betül Tınkılıç,
Yayınevi: Yuzu Kitap

Sihirli kızlar süper güçlere sahip sıradan insanlardır. Güçlerini dünyayı kurtarmak için kullanan bu kadınlar ve genç kızlar, hayatlarının bir döneminde güçlerine uyanırlar. Bu dönüşüm genellikle en yalnız, en güçsüz ve çaresiz hissettikleri anda gerçekleşir. 

Umutsuzluk içerisindeki ana karakterimiz hayatında hiç umut göremediği bir anda sihirli kızlardan biri olduğunu öğrenir. Kehanetin Sihirli Kızı Aroa'nın sihirli aynası daha önce bir kez bile yanılmamıştır ve ayna, Zamanın Sihirli Kızı'nı arayan Aroa'ya köprüdeki kızı göstermektedir. 

Sihirli kızların üzerinde çalıştığı en büyük proje iklim krizini önlemektir. Zamanın Sihirli Kızı bu görevde kritik öneme sahiptir. Çünkü onun süper gücü zamanı kontroldür ve geçen her an dünyanın kaderi için büyük önem taşımaktadır. Hayatında tutunacak bir dal arayan isimsiz kahramanımız için önemli biri olma fikri fazlasıyla ilgi çekicidir. Ancak bir sihirli kızın çok çalışması gerekir. Gücünü uyandırmalı, büyütmeli ve yalnızca insanlığın iyiliği için kullanmalıdır. 

Aroa'nın rehberliğinde sihirli kız olma çalışmalarına katılan ana karakter için sürprizler bitmemiştir. O, içindeki gücü uyandırmak için çırpınırken, gerçek Zamanın Sihirli Kızı uyanır ve bu sihirli kız insanlığın yanında olmayı reddeder. Zaman, sihirli kızların ve dünyanın aleyhine işlemeye başlar. 

Bazen bazı kitapları okumaya ihtiyaç duyarız ancak bunu o kitabı okuyuncaya kadar bilmeyiz. Bu nedenle bu kitaplarla olan karşılaşmalarımız keyifli bir buluşmaya dönüştüğünde, normalde olacağından daha iyi hissederiz. Diğer bir deyişle, beklentisizlik ve ihtiyaçlarımıza uygunluk bir arada bir kitapta buluştuğunda, o kitap bize iyi gelir. 

Sihirli Kız Emekli Oluyor daha en başta ismi ve kapağıyla ilgimi çeken bir kitap olmuştu. Ancak kitaptan çok da bir beklentim yoktu. Niyetim yalnızca keyifli vakit geçirmekti. Nitekim kitap beklentimi fazlasıyla karşıladı. Kitabı çok sevdim. Biraz daha özenli yazılsaydı, daha da çok severdim.

İlgi çekici bir konu, empati yapmaya çok müsait süper olmayan süper kahramanlar... Müthiş. Bu kurgu bir seriye, hatta ana seriden bağımsız yan serilere kadar bile uzayabilecek denli derinleşmeye müsait ve özgün bir kurgu aslında. Biraz harcanmış diyebilirim. Kitabın anlatımı fazlasıyla sade olsa da, bu durumu olumsuz bir durum olarak değerlendirmiyorum. Kitabın yazarı Güney Koreli bir yazar. Okuduğum kitaplara göre zaten Uzak Doğulu yazarlar sade ve net yazmayı seviyorlar. Çok fazla betimleme işlerine girmiyorlar. Belki bu durum bazı okurlar için olumsuz bir özelliktir ancak ben bu sadeliği de özgün buluyorum ve seviyorum. Benim asıl eleştireceğim nokta anlatımın sadeliğinden ziyade kapalılığıydı. Olaylar o kadar üstü kapalı, bitse de gitsek modunda x1.75 hızda anlatılmıştı ki, kitap bir anda bitiverdi.

Her bölümün başında çizgi roman\ manga tadında çizimler bulunuyor. Bu çizimlerin ve anlatımdaki diyalog bolluğunun da etkisiyle sanki bir kitap değil de manga veya webtoon okuyormuş gibi bir hisse kapıldım. Keşke bu kurgunun gerçekten mangası ve hatta animesi vs olsa da onu da izlesek okusak. Güzel bir uyarlama yapılırsa, kitaptan bile daha çok sevebilirim.

Kafa dağıtmak ve hoşça vakit geçirmek için okunabilecek güzel bir kitap. Ama beklentisiz okumaya başlamanızı tavsiye ederim. 

Sihrinize inanmayı ve onu kullanmayı unutmayın!

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Vahşi Kitap (Juan Villoro) | Kitap Yorumu

Yazar: Juan Villoro, Çevirmen: Bülent Kale,
Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

Bazen hiçbir şeyin yolunda gitmediğini düşünürüz. Tam da böyle anlarda pek de hoşlanmadığımız durumlara sabretmek, üstümüze düşen görevleri yerine getirmek ve şikayet etmemeye çalışmak elimizdeki tek seçeneklermiş gibi görünür. 

Juan için de böyleydi. Babasının apar topar evden ayrılması ve annesinin olumsuz ruh hali bir şeylerin ters gittiğini açıkça gösteriyordu. Anne babası boşanan arkadaşları olsa da, bu düzen değişikliği ve gülümsemesini çok sevdiği annesinin üzgün hali, onun için kafa karıştırıcıydı. 

Juan, yaz tatilini tuhaf dayısı Tito'nun evinde geçirmek üzere evden uzaklaştığında asıl garipliklerin başlayacağından bihaberdi. Tito dayı, tüm evi kitaplarla kaplı ve tuhaf alışkanlıkları olan, aslında kimsenin gerçekten tanımadığı bir akrabaydı Juan için. Onunla koca bir yaz tatilini geçirecek olmak hayatı pek de yolunda gitmeyen Juan'a kötü bir sürpriz olmuştu.

Tito dayının evi de tıpkı kendisi gibi tuhaftı. Yer değiştiren kitaplar, kitaplıklardan oluşmuş labirentler ve karanlık okuma odaları... Keşfedilecek bir sürü köşesi bulunan bu evde geçirdiği zaman boyunca Juan, aslında çok önemli bir görevi gerçekleştirmek durumundaydı: Vahşi Kitap'ı bulmak.

Vahşi Kitap kendini yalnızca prinseps okurlara gösteren, henüz yazılmamış bir kitap. Prinseps okur olmak, kitapların sihrini görmeye hazır olmayı ifade ediyor. Tito dayı bu yetenekten yoksun olduğu için Juan'dan yardım istiyor. Juan yaz tatili boyunca Vahşi Kitap'ı bulmak, Korsan Kitap'ı alt etmek ve anne babasının ayrılığı üzerine düşünmek gibi zorlu görevlerle karşı karşıya kalıyor. Neyse ki bu serüvende yalnız değil. Dayısı Tito, kardeşi Carmen, güzel Catalina ve kendini yeniden ve yeniden bıkmadan yazan değişen öyküler hep onunladır.

Kitabı hep bir ''acaba ne olacak'' merakıyla okudum. Özgün bir kurgu, farklı ve gerçekçi karakterler barındıran, macerası bol bir kitaptı. Her ne kadar bazı olayların zorlama bir şekilde ilerlediğini ve gereksiz ayrıntıların olduğunu düşünsem de, dediğim gibi kitabın sonunun nereye bağlanacağını o kadar merak ettim ki, ilgim de canlı kaldı. 

Kitabın değindiği noktaları da genel olarak sevdim. Okuma eylemi ile hayat iç içedir ve aslında bizler yaşantılarımızda edindiğimiz düşünce ve düş gücü kadarınca bir kitabı okuyabiliriz. Diğer bir deyişle bir kitap aslında okurlarının onları anlamlandırdığı ölçüde yazılmıştır ve belki de her seferinde yeniden yazılır. Çünkü bizler zaman içinde değişiriz. Bazen bir metinden anladıklarımızı veya o metnin bize verdiği hisleri, metni okurkenki ruh halimiz bile etkiler. Bu nedenle aynı metni okuyan iki farklı okur bile her ne kadar aynı dil bilgisel girdileri alsalar da, aynı düşünceleri algılayamazlar. Belki kişilerin zevkleri, düşünceleri vs benzerlik gösteriyorsa anlamlandırma biçimleri de benzer olur ama tıpatıp aynı olmaz. Aynı şekilde daima okuyan birisi, yeni bir şeyler üretemez. Yaşamak da gerekir.

Zorlama kısımları olduğunu düşünsem de, genel olarak beğendiğim bir kitap oldu. Kitabın bir film uyarlaması olsa, onu da merakla izlerdim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Bir Yaz Gecesi Gerçeğinin Rüyası.

 

Yıldızları özlemişim.

Yıldızları izlerken aklımda seninle paylaşabileceğim bir sürü cümle belirdi. O an birkaç cümleyi not aldım bile. Önceden olsa bir koşu yazı yazardım. Neden bilmiyorum. Oysa o not alınmamış cümleler içimde eritilmiş halde, başka şekillerde varlar ve elbet var olacaklar. Belki sözcüklerde, belki eylemlerde, belki bende.

Bir önceki yazımda dolunaya iyi sallamıştım ahahahha. Bu akşam hava hafiften aydınlıktı. Çok karanlık karanlık değildi yani. Bunu Ay'ın ışığına yormuştum ancak ay bir türlü yüzünü bana göstermedi. Onu aradığım yoktu ama göğe bu denli çok ışık veren şeyi görmek istiyordum. Aynı şarkıyı bin beş yüzüncü kez başa sararken evlerin ardından beliren parlaklığa gözüm takıldı. Oydu, güzel Ay.

Sanırım yine özel bir konumunda (öyleymiş, çilek dolunayı diyoolar). Rengi bana pek bir parlak geldi. Belki sen de dolunayı izlemişsindir veya en olmadı görmüşsündür, çevresinde renklerin iç içe geçtiği bir hare var gibiydi sanki değil mi sevgili okur? Pembemsi gibi ama değil de. Böyle hoş bir ışıltı. Yaaa tamam! Seninle inatlaşmıyorum sevgili Dolunay. Bakalım yine bizleri nasıl etkileyecek, içimizde ne medcezirler oluşturacaksın...

Bana bir yıl çok hızlı geçmiş gibi geldi. Yine de sanki yıldızları uzun uzun izlememin üstünden bir asır geçmiş kadar farklı hissettim. Ne garip. Bir şeyin hem bu kadar yakın hem de bu kadar uzak olması.

Yıldızlarla eski günleri yad ettik. Bayram oturması gibiydi. Geç bayram oturması? Ya hani falanca zamanda şunu anlatmıştım size hatırladınız mı? Hani şu zamanlar gözümü kapatıp şuraya gitmiştim, şu anı yaşamıştık birlikte? Şu kişi\ olay vardı hani, bu his vardı, o düşünceleri de mi hatırlamadınız yok artık! 

Ben hatırladım. Ama yıldızlar hatırlamadı. Çünkü düşünerek hatırlamak ile hissederek hatırlamak farklı şeylerdir.

Yine bir yıldız yolculuğu yaptım tabii. Bir yıldız seçtim, kulaklarımda bir müzik. Sonra yoğunlaştım ve gözlerimi kapattım. Hop, o andaydım. Bunu yapmayalı uzun zaman olmuştu. Bu şekilde yapmayalı da. Bu sefer farklı bir şey düşündüm. Acaba yıllar önce bunu düşünmeyi isteseydim ne olurdu? Acaba sorusu geçmiş zaman için sorulduğunda hoş değil. Geçmiş zaman şimdinin çitlerinden başka bir şey değil. İnsan uçsuz bucaksızlığı merak etmeli ve onlar için çabalamalı.

İçimdeki bazı şeylerin kurumasının beni tüketeceğini sanırdım. Oysa belki de kuruyan şey bir yanardağdır! Ve soğumuş yanardağım benim için artık sadece turistik bir mekandır. İçimde aktif volkanlar yok. Bu, önceden olsa kafamı karıştırırdı. Ben yaşamın böyle bir şey olduğunu düşünmüştüm. Böyle olmalı gibi gelmişti. Oysa bu da sadece zamanın bir sonucuymuş. Hareketin bir sonucu. Yaşamanın bir sonucu. Yaşamın bir haresi.

Sanırım tutkunun pek çok parçası var. Ruhun pek çok parçası var. Hareketli, durgun, aç, tok, neşeli, sıkılgan... Ruh hepsinin parçalarının toplamı. Onu yaşamak için çabaladığın sürece, yıldızlar hep parlar. İçinde, dışında. Bir sürü yıldız.

Yıldızlara sorular sorma huyum hala geçmemiş. İnsan bir anda değişemiyor tabi. Bu soru oyununu yanlış zamanda oynadım ben. Meteor yağmuru zamanını denk getirip soracaktım. 

Yaz akşamlarını seviyorum. İnsana güzel bir şeylerin hayalini anımsatıyorlar. Tabii serinse, esiyorsa ve bir sürü yıldızlıysa!


Bulut Delisi (Leyla Ruhan Okyay) | Kitap Yorumu

Yazar: Leyla Ruhan Okyay, Resimleyen: Merve Atılgan,
Yayınevi: Günışığı Kitaplığı

Kitap, Çağla ve arkadaşlarının okulun son aylarında yaşadıklarını konu alıyor. Çağla neşeli, duygusal ve olgun bir çocuk. Bulutları çok seviyor. Hayallerinin arka planını mutlaka bulutlar süslüyor. Çağla ve arkadaşları yıl sonunda Kars'a yapacakları gezi için çok heyecanlılar. Çünkü hayatlarında ilk kez trene binecekler! Bu heyecanla kendi mekanları olan parklarında planlar yapıyor, sohbetler ediyor ve gezi gününü iple çekiyorlar. 

Çağla biz okurlarını arkadaşlarıyla da tanıştırıyor. Kerem, Kiraz, Azad, Esma, Defne, Deniz... Çağla, arkadaşları vesilesiyle hayatı keşfediyor. Başkalarının hayatlarının kendi hayatından ne kadar farklı olabileceğini kavrıyor. Azad ile Kiraz savaş olan topraklardan göç eden çocuklar. Başta sınıfta ayrımcılık ve hatta zorbalığa uğrayan bu çocuklar, Çağla ve arkadaşlarının onları aralarına almasıyla sosyalleşiyor ve kendilerini ifade edebilme alanı buluyorlar.

Kitapta arkadaşlık başta olmak üzere pek çok tema ve konuya yer verilmiş. Çevreye ve doğaya karşı duyarlı olma, topluluk içinde saygılı ve dikkatli olma, yalan söylememe, haksızlığın karşısında doğru tepkiyi gösterebilme, ayrımcılığın ayrımcılığa uğrayan kişiye verdiği zarar, köy ve şehir yaşamı arasındaki farklılıkların kişilere kattıkları ayrı ayrı zenginlikler, farklı kültürlerin tanıtımı ve onlara saygı, herkesin kendine has becerilerinin olabileceği, yardımlaşmanın önemi, farklılıklara karşı saygılı ve açık olmak gibi gibi daha pek çok durum, Çağla'nın günlük yaşamına yayılmış bir şekilde anlatılmıştı. 

Böyle anlatımlar, anlatılanları daha etkileyici ve hatırda kalıcı yapıyor. Bir kazanımı veya öğretiyi çocuklar ve hatta yetişkinlere kazandırmak için direkt olarak ''bu budur'' şeklindeki ifadeler benim fikrime göre bir noktaya kadar etkili oluyor. Ancak yaşanabilir durumlar içinde bu istendik davranışların anlatılması empati kurmayı, yani duygudaşlık yapabilmeyi, sağladığından daha etkili oluyor. Çocuk kitaplarında bu duruma dikkat edilmesinin özellikle önemli olduğunu düşünüyorum. 

Kitaptaki en sevdiğim durum da, kitabın tamamen bir çocuğun algı ve bakışıyla anlatılmış olmasıydı. Özellikle de bir çocuğun gözlerinden anlatılan çocuk kitaplarının bir yetişkinin bakış açısıyla katı ifadelerle ve didaktik yönü ağır basacak şekilde anlatılmasının inandırıcılık faktörünü sağlamadığını düşünüyorum. Aynı zamanda okurlara da neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlama ve fikir yürütme alanı tanımadığı fikrindeyim. 

Bu kitap Çağla'nın dilinden anlatıldığı için, onun karakteri ve yaşı göz ardı edilmeden olaylar anlatılmıştı. Olayların ve diğer karakterlerin aktarılış biçiminde Çağla'nın çocuksu neşesini görüyoruz. Büyüyünce bir yönetmen olmak isteyen Çağla, yaşadıklarını bizlere bir film çekermiş gibi aktarıyor. En önemlisi de, kendi özgün filmini çekermiş gibi anlatıyor. Bu ayrıntı benim için kitapta üstünde durmaya değer en önemli durumdu. Çocuklar, bir birey olma yolunda doğru davranış ve erdemleri öğrenmeli ve bunları kendi özgünlükleri ve bireysellikleri göz ardı edilmeden yaşantılarına yansıtmayı öğrenmeliler. Çünkü her insan, her çocuk, biriciktir.

Okurken çok eğlendiğim, hatta keşke ben de yeniden on yaşında olup Çağla ve arkadaşlarının grubunda olsam diye düşündüğüm, tatlı mı tatlı, aynı zamanda öğretici bir kitaptı. Kurgusu, karakterleri ve çizimleriyle kitabı bir bütün olarak çok sevdim. Hatta öyle çok sevdim ki, aşağıda yer verdiğim kitaptan alıntıları ancak bu kadar azaltabildim!

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Doğaya Fısıldayan Çocuklar (Luigi Ballerini) | Kitap Yorumu

Yazar: Luigi Ballerini, Çevirmen: Tülin Sadıkoğlu,
Resimleyen: Morena Forza, Yayınevi: Günışığı Kitaplığı

Bazı kitaplar bizi bir arkadaş gibi güldürür. En beklemediğimiz, en ummadığımız anda bizi dürtükler, bizimle konuşur, şakalaşır, duygulandırır ve işte bizi, bir arkadaşımızmış gibi güldürür. Bu kitap da benim için öyleydi.

Kitapta bir dostluğun başlangıç öyküsü anlatılıyor. Nico ile Andrea'nın dostluğunu okuyoruz kitap boyunca. Bu iki çocuğun hayatlarında iz bırakacak arkadaşlıkları bir yaz tatilinde başlıyor. Nico ve ailesi şehirden uzaktaki bir kasabada Andrea'nın ailesinin kiralık evlerine yaz tatili için yerleşiyorlar. Andrea ve Nico birbirinden tamamen zıt karaktere sahip iki çocuk. Nico ne kadar arkadaş canlısı ve dışa dönükse, Andrea bir o kadar içe kapanık ve önyargılı. Kızlarla arkadaş olamayacağına inanan Andrea'nın önyargılarını Nico daha tanıştıkları anda yıkıyor. Tüm yaz tatilini bir arada daima bir şeyler keşfederek geçiren ikili, birbirlerinin yaşamlarını derinden etkiliyor. Özellikle de Nico, Andrea'nın hayatında iz bırakıyor. Çiçeklerle konuşabildiğini söyleyen bu tatlı kız, Andrea'nın kabuğunu kırmasında ve kendine güvenmesinde ona yardımcı oluyor. Üstelik bunu sadece güzel dostluğuyla yapıyor. Nico'nun özel gücü aracılığıyla mutluluk çiçeğinin peşinden giden iki arkadaş, mutluluğun ve çiçeklerin dilini çözmeyi öğreniyor. 

Kitabı baştan sona yüzümde kocaman bir gülümseme ve itiraf ediyorum arada yükselen kıkırtılarımla okudum. Andrea'nın somurtukluğu, Nico'nun itiraz kabul etmezliği, çocukluğun verdiği o coşkun, pervasız ve gerçek hal... En çok da kitapta tamamen gerçekçi karakterlerin oluşturulmasını sevdim. Hiçbir karakter mükemmel değildi. Bir süper kahraman da. Kahramanlar süperliklerini süper olmamalarından ama kendileri olarak güzel şeyler oluşturmalarından alıyordu. Nico'nun süper gücü çiçeklerin dilini anlaması değildi; onun süper gücü, sevgi dolu kalbiydi. Andrea disleksi tanısı almış bir çocuk. Bu nedenle okuldaki derslerinde ve arkadaşlık ilişkilerinde çekingendi. Ailesi tarafından anlaşılmadığını, yaptığı yararlı işlerin görülmediğini düşünmesi onu üzüyordu. Ta ki Nico, Andrea'yı gerçekten görene ve bunu çabasız bir şekilde yapana kadar. Andrea yetenekli olabileceği bir şeylerin varlığını, insanlarla rahatça arkadaşlık edebileceğini ve gönlünce koşup oynayabileceğini Nico'nun arkadaşlığı ile keşfetti.

Çocukların gözünden yetişkinlerin dünyasına da değinilmişti. Andrea ve Nico'ya göre kendilerini harap edene kadar çalışan ve tatillerinin bile keyfini çıkaramayan aileleri, çocukların dünyasına has bazı şeyleri çoktan unutmuşlardı. Bu noktada ebeveynlerin çocukların güçlü ve zayıf yanlarını diğerleri penceresinden değil, çocuğun da bir kişiliği olduğunu unutmadan değerlendirmeleri çok önemli. Yoksa Andrea gibi cesaretleri kırılabilir. Nico'nun ailesi hakkında fazla bir bilgi verilmese de, babasının bizim ikiliye uçurtma yaptığını görüyoruz. Öte yandan onlar, birlikte tatile gidip zaman geçiren bir aile. Nico'nun rahatça sosyalleşebilmesi ve kendini ifade edebilmesinde bu durumun da etkili olması çok muhtemel.

Bizim ikili her yerde mutluluk çiçeğini ararken, mutluluğu çoktan unuttuklarına inandıkları meşgul ebeveynleri ile bu durumu konuşmamışlardı bile. Bunun yerine daha yaşlı olan komşularının ağzını aramaya karar vermişlerdi. Çünkü yaşlılığın da mutluluk gibi elle tutulamayan ama hissedilen şeyleri anlayabileceğimiz bir dönem olduğunu düşünmüşlerdi. Komşuları olan büyükanne onlara mutluluk çiçeğinin papatya olabileceğini, çünkü papatyaların uyumaya yardımcı olduğunu söylemişti. Huysuz komşularının ağzını aramaya gittiklerinde kötü muamele görmüşlerdi. Ancak Nico empatik bir çocuktu ve büyüklerin dünyasına has yalnızlık hissini anlamıştı. Yalnızlığın zamanla öfkeye dönüşebileceğini biliyordu. Mutluluk çiçeği, yalnız kalplerde açmazdı.

İçinde güzel mesajlar olan, kısacık ama dolu dolu, benim okumaktan büyük keyif aldığım bir kitap oldu. Çok sevdim.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Pinokyo'nun Serüvenleri (Carlo Collodi) | Kitap Yorumu

Yazar: Carlo Collodi, Çevirmen: Eren Cendey,
Resimleyen: Sedat Girgin, Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

Pinokyo ile tanıştığımda küçük bir kızdım. Zaten kitap okuma eylemi başlı başına büyülüydü benim için. Ancak içerisinde böyle maceralar olan ve ana karakteri benim gibi bir çocuk olan hikayeleri okumaktan ayrıca keyif alırdım. Pinokyo'yu ilk kez resimli bir kitaptan okumuştum. Onun hikayesini, okuduğum o kitabın çizimleri aracılığıyla anımsıyorum. Yaşlı bir adam ve uzun burunlu bir çocuk... Bu çocuğun gittiği her yerden bir çizim vardı. Panayır yeri, dolandırıcılarla karşılaşması, eşeğe dönüşmesi, bir balinanın ağzından kaçışı... Bu, yaramaz bir kuklanın iyi bir çocuğa dönüşme öyküsü.

Pinokyo aslında kötü bir kukla değil. O da her çocuk gibi çok meraklı ve oyuncu. Ancak o, odundan yapılmış bir çocuk. Bir beyni ve kalbi yok. Yaşlı babası Geppetto Usta'yı ve peri annesini çok sevse de, onları hep üzüyor ve hayal kırıklığına uğratıyor. Yolculuğu boyunca talih hep ondan yana oluyor, etrafında hep ona yardım eden ve uyaran canlılar bulunuyor ancak Pinokyo onları hiç önemsemeden kendi keyfine göre safça adımlar atıyor. Kolayca kandırılıyor, sorumluluklarından kaçmak için kolay yolları seçiyor ve sonunda hep üzülüyor.

Pinokyo kitabın başlarında sorunlarını ağlama ve sızlanma yoluyla çözmeye kalkışıyor. Ancak zamanla, yaptığı her davranışın bedelini kendisi ödemeye başladıkça, ağlamaları da kesiliyor. Aslında buradan çıkaracağımız bazı mesajlar var. Bir çocuk yaptığı davranışların sonuçlarını kestiremeyebilir veya onun yerine yaptıklarının sorumluluğunu alan bir başkası olursa, kolay yolu rahatlıkla tekrar seçebilir ve doğru yanlış muhakemesi yapmayı öğrenemez. Bir vicdanı ve aklı kullanmayı bir insan en güzel sorumluluk alarak öğrenebilir. Aslında Pinokyo'nun maceralarında da bunu görüyoruz. Kitabın başında söz dinlemez bir afacan olmanın da ötesinde bencil, sorumsuz, saygısız bir kukla olarak başkalarının peşinden kolayca sürüklenen Pinokyo, kitabın ilerleyen kısımlarında sorumluluk almayı, diğerlerini önemsemeyi ve hatalarından ders çıkarmayı öğrenmiş bir çocuğa dönüşüyor.

Kitabın çevirmeni olan Eren Cendey'in kaleme aldığı ''Geppetto Usta'yı ve Pinokyo'yu Yutan Köpekbalığı'' başlıklı önsöz yazısında ise benim için yeni olan bir bilgi ile karşılaştım. Benim de hatırladığım üzere Pinokyo ile Geppetto Usta'yı yutan bir balinaydı. Ancak o balina aslında orijinal hikayede bir köpekbalığıymış. Bir çeviride hatalı veya değiştirilmiş bir çeviri olması sonucu peşinden gelen tüm çevirilerde de aynı şekilde köpekbalığı yerine balina ifadesi kullanılmış. Bu belki bazı okurlar için pek de büyük bir değişiklik anlamına gelmez ama bence çevirilerin hepsinde aynı hatanın olması çok ilginç bir durum.

Kitapta ayrıca bazı sayfalarda illüstrasyonlar yer alıyor. Biraz karanlık çizimler bunlar. Hatta bana Neil Gaiman'ın Koralin isimli kitabındaki çizimlerin hissini verdiler. Ancak Pinokyo'nun kendisi eğlenceli bir çocuk. Belki hikayesi daha gotik bir temayla yazılmış olsaydı veya bu şekilde bir animasyonu vs çekilse, tamam derdim bu çizimler on numara beş yıldız. Normalde bu tarz farklı dokunuşlara zaten bayılırım. Ancak bu kitapta olmamıştı, pek de hoşuma gitmedi. Bu hoşuma gitmeme durumunda muhtemelen çocukken okuduğum kitabın çizimlerindeki sevimli Pinokyo'nun hatırımda kalışı etkiliydi.

Pinokyo benim için bir çeşit çocukluk arkadaşı. Onunla yıllar sonra yeniden karşılaştığım için mutlu oldum. Ancak kitapta özellikle hayvan karakterlere karşı şiddet içeren ifadeler bulunuyordu. Örneğin; cırcır böceğine, sıpalara, kediye karşı karakterlerin gösterdikleri davranışlar çok yanlıştı. Çocuk kitaplarını okudukça konusu eğlenceli görünen ve aslında yıllar boyunca elden ele dolaşan tüm kitapların masum olmayan yönlerini görür oldum. 

Pinokyo'da masal türünün özelliklerini de görüyoruz. Örneğin olayların sonunda iyilerin ödüllendirilmesi, kötülerin cezalandırılması buna bir örnek. Bu özellik, iyi kötü zıtlığının katı bir şekilde vurgulanması şeklinde kurgu içinde kendini gösteriyor. Bir üst paragrafta bahsettiğim şiddet içeriği ise ''kötülerin şiddet uygulaması'' ve ''kötülere şiddet uygulamak'' şeklinde masum bir kılıfın altına gizleniyor. Yazarın amacının kötü olduğunu da düşünmüyorum. Zaten kitap çok eski bir ilk basıma sahip, yani geçmiş yılların hatalı bakış açılarını içerisinde taşıyan bir kurgu olması olası bir durum ancak bu içerikleri normal karşılamak gerekmiyor. Bir karakter kötü bile olsa (örneğin dolandırıcı kedi) ona şiddet uygulamayı normal kabul edemeyiz. Aynı şekilde bir karakter kötü diye (örneğin Eğlence Ülkesi'nin sahibi kötü adam) onun başka canlılara açık açık şiddet uygulamasına bir çocuk kitabında yer vermek doğru değil. Bunları örneklerle açıklayarak bahsettiğim konuyu da netleştirmek istedim ki havada kalmasın.

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Andersen Masalları (Hans Christian Andersen) | Kitap Yorumu

Yazar: Hans Christian Andersen, Çevirmen: Behçet Necatigil,
Yayınevi: Can Çocuk Yayınları

Kitap, kitabın çevirmeni Behçet Necatigil'in kızı Ayşe Sarısayın'ın kaleme aldığı ''Andersen'e, Necatigil'e ve çocukluğumun masallarına dair...'' başlıklı bir önsöz ve on üç masaldan oluşuyor. Bu masallar; Parmak Kız, İmparatorun Yeni Elbiseleri, Bezelye Üstündeki Prenses, Çirkin Ördek Yavrusu, Gelin Güvey, Çoban Kızıyla Ocak Süpürücüsü, Küçük Denizkızı, Yaban Kuğuları, Çam Ağacı, Yiğit Kurşun Asker, Domuz Çobanı, Küçük İda'nın Çiçekleri, Kibritçi Kız'dır.

Hans Christian Andersen, Danimarkalı bir yazar ve şairdir. Yazarın geleneksel masallardan ilham alarak yazdığı masallar, tüm dünyada nesiller boyu dilden dile dolaşmıştır ve aslında bugün de etkisini sürdürmektedir. Aslında yazarın çocukluktan itibaren zor bir yaşamı olmuş. Asıl hayali tiyatro oyuncusu olmakmış. Maddi olanaksızlıklar nedeniyle bu hayalini gerçekleştiremese de üniversite öğrenimi görmüş, pek çok ülke gezmiş ve tüm bu hayat deneyimlerinden ilham alarak okurlarını farklı diyarlara götürecek pek çok masal kaleme almış. Eserleri dünyada en çok dile çevrilen yazarlardan olan Andersen, günümüzde çocuk edebiyatının Nobel'i olarak ifade edilen Hans Christian Andersen Ödülü'ne de ismini vermektedir.

Kitapta yer alan masalların çoğunu birçoğunuz zaten biliyorsunuzdur. Ben de birkaç tanesi dışında hepsini biliyordum. Masallar, bir toplumun kültürünü depolayan ve öğreten önemli bir araç. Aynı şekilde bu kitaptaki gibi farklı bir kültürden çıkan masallar da çeşitli erdemleri aktarmak ve hayal gücünü geliştirmek için yararlı olan bir edebi tür. Masallar günümüzde artık dinleme veya okuma odaklı olmaktan çıkıp daha izleme becerisine hitap eder bir konuma geldi. Animasyon şeklinde kurgulaştırılmış masallar sanıyorum ki daha fazla dikkat çekiyor. Bu durumun da tabi ki hayal gücünü sınırlama, dil becerilerinin kullanımını azaltma ve belki aile üyeleriyle daha az vakit geçirme gibi olumsuz sonuçları olabilir.

Masallar eğitici-öğretici özelliklerinin yanı sıra düş gücümüze iyi gelen, bu nedenle okurlarında genellikle pozitif hisler bırakan bir edebi tür. Bir masalda yaşanan olaylardan dolayı üzüntü, kızgınlık, hayal kırıklığı gibi hisleri anlık olarak hissetsek bile, masalın tümünü düşündüğümüzde pozitif hislere kapılma olasılığımız daha yüksek. Bu kitabı okurken de temelde hissettiğim hisler böyleydi. Masallar tabi daha çok çocukluğumuzla bağdaştırdığımız bir tür olduğu için onları değerlendirirken bazen belki de bu hislere sığınıp onları okuyan yetişkin halimizin gördüğü olumsuz durumları halı altına süpürmeye yakın olabiliyoruz. Ancak ben öyle yapmayacağım.

Kitapta yer alan masalların düş gücünü harekete geçirmek gibi çok önemli bir olumlu özelliği olsa da, masallarda yer alan cinsiyetçilik, sınıf ayrımı ve belki de bu masallar geçmişte yazıldığı için o dönemin düşünce yapısına göre oluşturulmuş neden sonuç ilişkileri pek de sağlıklı değillerdi. Tüm bu masallarda aslında olumsuz örnek ve davranış oluşturan başlıca durumlar mevcut. Güzelliğe yüklenen önem, iyiliğe yüklenen kendi hakkını savunmama davranış kalıbı, kadınların her türlü cefayı çekmesi, kadınların kaderlerinin ve mutlu sonlarının hep kaderin veya bir otorite figürünün ellerinde olması gibi gibi. En mutlu sonların güzel olmak, saray mensubu bir ünvan sahibi olmak, evlenmek vs olması... Tüm bunların özellikle de bilinçaltına sünger gibi her şeyi çeken çocuklarda hatalı ve kısıtlı inanç kalıpları oluşturabileceğini düşünüyorum. Kahraman veya mağdur arketipine bürünmüş insan, günümüzde zaten fazlasıyla mevcut. Tabii tv ve sosyal medya şovlarını düşündüğümüzde masallar çok masum görünüyor ancak bir yanlışı başka yanlışla aklamaya çalışmak da manasız. Çünkü masallar da biraz eleştirel bir gözle onları okuduğumuzda öyle göründükleri gibi ponçik (zararsız) değiller.

Bunun dışında tabi ki masallar çok önemli duygu aktarıcılar aynı zamanda. Tam da bu nedenle zaten kişide olumsuz inanç kalıpları oluşturma durumu güçlü olur. Bir düşünce kalıbı en kalıcı olarak hisle kişide yer bulacaktır. Ancak tam bu noktada, masallarda yer alan zıtlıklardan yararlanarak aslında çok çeşitli etkinlikler oluşturulabilir. Bu etkinlikler ile dinleyicilerin\ okuyucuların karar verme becerilerini geliştirmek üzerine alıştırmalar yapılabilir. Örneğin masalı etkileşimli bir şekilde okumak, yazma etkinliklerinde kullanmak, yaratıcı drama ve tiyatro çalışmaları yapmak gibi etkinliklerde masallardan yararlanılabilir. 

Velhasıl kelam, masallar hayatımızda yolumuzun bir şekilde kesiştiği ve içimizde yer eden edebi bir tür. Benim de çok sevdiğim bir tür. Ancak masalların ardında yatan anlamları da göz ardı etmemek lazım yukarıda da açıkladığım gibi. Bunun dışında bu kitap güzel bir derleme. Başucu kitabı şeklinde de okunabilir. Çocuklara okuturken ise dediğim gibi bir kendi süzgecimizden geçirmekte fayda var. Çünkü çocuklar doğru yanlış ayrımını kolaylıkla yapamayabilirler. Hatta yetişkin okurlar bile yapamayabilirler. Ama derseniz ki bir şey olmaz amannn, yani güzel bir derleme ve çeviri. :)

Hoşça ve kitaplarla kalın.


Kitap Alışverişi #3

Bilir misiniz ki bir marşmiyav, aman marşmelov, deneyi vardır. Buna göre, çocuklara öncesinde bir marşmelov verilir ve marşmelovu veren kişi çocuğa, ''şimdi odadan ayrılacağını geri dönene kadar eğer tabağındaki marşmelovu yemez ise ona ikinci bir tane marşmelov daha vereceğini'' söyler. Deney sahibi odadan ayrılır ve bir süre dönmez. Bu süre zarfında tabağındaki marşmelov ile tek başına kalan çocuğun davranışları incelenir. Deneye katılan bazı çocuklar ikinci marşmolov vaadini reddedip önlerindeki tek marşmelovu yerler. Bazıları bir marşmelovdan daha iyi olan şey iki marşmelovdur fikriyle beklerler. Burada temel amaç iradeyi ölçmekmiş. Yan amaçlar olarak ise hazzı erteleme becerisi, kendini kontrol edebilme, duyguları kontrol edebilme vs gibi durumları ölçüyormuş. Oysa bence sadece kıtlık bilinciyle ilgili bu deney ya! Vallahi bakın... ben bu deneydeki ikinci grup yani bekleyen, sabırlı çocuk olduğumu sanarak yıllarca büyüdüm bu yaşa geldim. Oysaaaa, cık cık cık. Ben, önündeki marşmelovu kaybetmekten inanılmaz, bakın söylesem inanamazsınız o kadar inanılmaz, korkan bir insan olduğum için bu alışverişi kendime ön ödül olarak yaptım. Aahhahahah, böyle de olmadı. Tamam! Biraz da ciddileşelim. Yaniii... normalde bir şeyi başarınca kendimizi ödüllendiririz ve sonrasında bak bunu bunu yaparsan sana şunu alacağım kendim deriz ya, hah işte, ben tersini yaptım. Neyse işte biraz yaşama heyecanım gelsin (evet kipat, aman kitapla, diye) diyeeee şey ettim, alışveriş yaptım.

O zaman toplu bir gülümseme:


Marşmelov deneyinden öğreneceğimiz çok şey var. Ama onu kenara bırakıp kitaplara geçelim. Hangi kitabı neden aldığımı yakın merceğe alıp açıklayacağım ama bir ön açıklama yapar isem... Şurada Sihirli Kız Emekli Oluyor isimli bir kitap var ya, hah işte o kitap ınstagramda karşıma çıktı. Daha evvel de uzaktan görmüşlüğüm vardı kendisini. Ancak almam herhal, kader bizi buluşturursa bir rafta belki derdim. Sonra ne oldu, işte sonra o gün bu kitabı çok istedim ve aman dedim. Zaten birkaç gün öncesinden de yeni kitap isteğiyle dürtülmüştüm. Son olaylardan sonra kendim için keyfi olarak aldığım ilk şey de bu kitaplardı.

Kitapları, yine, Kitap Sepeti'nden aldım. Bazı kitaplarda güzel indirim de vardı, aldıklarım içinde de vardı, ama ben sanki çok zengin biriymişim gibi buna dikkat etmeden paşa keyfime göre çat çat aldım. Yazıda reklam bulunmuyor (zaten üç kişinin okuduğu yazıya neden reklam alayım aaaaa ama işte yine de söylemek gerekiyor imiş aman neyse). Teslimat hızlı oldu, hatta bir tık şaşırdım. 

Peki neyi neden aldım?


Bu iki kitabı alma nedenim tamamen isimleri. Çıtır çerez kitaplar olduğu ilk bakışta belli. Ama çok tatlış değiller miiii? Bir de benim meslektaşlar bakalım nasıl bir cemiyet kurmuşlar da beni çağırmamışlar aaaaa alındım :(


Sevme Sanatı kendimi bildim bileli okumak istediğim bir kitap. Şaka şaka o kadar olur mu yok artık. İşte üniversiteye başladığımdan beri (biteli bile yıllar olmuş peh) okumak istediğim bir kitap. Erich amcama değişik bir sempatim de var nedense (tamamen temelsiz). Okuyayım da temel atayım, sempatime (daha evvel bir buçuk kitabını okudum, o kadar da temelsiz değil biline).

Sanat 101 de o kadar olmasa da bir süredir aklımdaydı. Sonra instagramda iki farklı hesapta karşıma çıktı meraklandım almışım. Aldığımın farkında değildim dermişim... yok yok. Ama ben sepet oluşturuyordum, sonra bir baktım sepetimde bu kitap. Dedim otur otur rahatını bozma. Onu da almış bulundum.


Ölmek İstiyorum Ama Tteokbokki de Yemek İstiyorum tamamen popüler kültürün karşıma çıkardığı ve aslında çok da merak etmediğim ama sitede yüzde elli indirimli görünce sonra ben bunu almam şimdi alayım dediğim bir kitap. Hem zaten Uzak Doğulu yazarlardan okumak istiyordum (kütüphanedekileri yemişim).

Japon Çocuk Öyküleri'ni niye aldığımı açıklamayayım artık. Bloğumu okuyan biri kitaba bakınca anlar aahhahahah.


Bu kitabı spritüel işleri bilinçli olarak araştırmaya başladığım ilk zamanlardan beri merak ediyorum. Pdf'ini bulmuştum ama eski Türkçe miydi artık neydi içimi baymıştı, öylece kalmış. Sonra yine geçen gün instagramda bir hesapta bu kitabı görünce dedim bu bir işaretttt vuhuuuuuuu ahahhahah. Ay neyse merak ediyordum zaten, ben siparişimi verirken son dakikaya kadar da hep bir ben bunları alıyorum ama bir şeyi unuttum hissi vardı. Bu kitap o zaman sepetimde yoktu. Tam, ödeye basıyordum valla. Neyse sonra dur dur bu kitap vardıııı, dedim ve o kadar adımı başa almayı göze alıp çıktım sayfadan bu kitabı da sepetime aldım. Yaaaa kıymetimi bil sevgili kitap da, senden etkileneyim lütfens. 


Vooohh. Vallahi yazarken kendimden yoruldum. Sen iyisin inşallah.

Bu arada alışverişim amacına ulaşmış gibi görünüyor. Kendimi daha iyi hissediyorum. İşte ilk marşmelovu yiyen çocuklar hep böyledir...

Ariversiiiii.


Popüler Yayınlar