![]() |
Yazar: Jerzy Kosinski, Çevirmen: Aydın Emeç, Yayınevi: E Yayınları |
Kitap, İkinci Dünya Savaşı sırasında geçiyor ve okuruna bir çocuğun gözlerinden acıyı deneyimletiyor. Saf, katıksız bir acı bu. Ana kahramanımız henüz altı yaşındayken savaş patlak veriyor. Zor günlerin kapıda olduğunu anlayan ailesi, oğullarını daha güvende bir yaşam sürmesini umarak bir köye yerleştirmek üzere bir adama teslim ediyorlar. Savaş bittikten sonra oğullarıyla yeniden buluşmak umudundalar. Ancak savaşın, tüm planların ötesinde bir alt üst olma hali olduğunu hesap edemiyorlar. Çocuğun yanına verildiği yaşlı kadın kısa sürede ölüyor. Böylece kara saçlı kara gözlü küçük kahramanımızın oradan oraya sürüklendiği, acıyı gördüğü ve deneyimlediği dört yıllık göçebe yaşamı başlıyor. Dış görünüşü geçtiği köylerin sarışın insanlarından oldukça farklı olan bu kahraman, sırf Yahudi ve çingenelere benziyor diye her gittiği yerde hor görülüyor. Kendi yaşadığı zorluklar bir yana, insanların uçsuz bucaksız kötülükleriyle de tek başına tanışıyor.
Kitabın ismi de oldukça etkileyici ve anlamlı. Ana karakterin gezdiği köylerden birinde yanında kaldığı bir kuşçu bulunuyor. Bu adam kuşları yakalıyor ve bazen sadece keyif için onları boyayıp serbest bırakıyor. Boyanmış bu tutsak salınmadan evvel türdeşlerinin toplanması için ötmesine izin veriliyor. Yeterince kuş toplanınca boyalı esir serbest bırakılıyor. Renkli tüyleriyle türdeşlerince tanınmayan kuş, diğer kuşlar tarafından yabancı bir tehdit olarak görülüp öldürülüyor. İşte boyalı kuş da bunun hikayesini anlatıyor.
Bu, çok zor bir kitap. Zor bir kitap olduğunu bildiğim için okumayı yıllarca erteledim. En son birkaç yıl önce bir sonbahar\ kış zamanı kitaba başlamaya niyet etmiştim. Yukarıdaki fotoğraf da o zamandan kalma. Ancak havanın puslu olduğu o günlerde bile kitabı okumaya elim varmamıştı. Şimdi bu bunaltıcı yaz gününde böyle ağır hisler veren bir kitabı okumam biraz ilginç oldu ama yine de kitabı nihayet okuduğum için memnunum.
Kitabın son kısmında Yayımlanışının Onuncu Yılında Boyalı Kuş'un Serüveni başlıklı bir yazı yer alıyor. Bu yazıda yazar, kitabı yazma nedenini ve kitap basıldıktan sonra yaşadığı zorlu süreci anlatmış. Kitap otobiyografik özellikler taşısa da, kitabın ana karakteri bizzat yazarın kendisi değil. Sadece yazarın yaşamından izler taşıyor diyebiliriz. Yazar da İkinci Dünya Savaşı'nın başladığı yıllarda henüz bir çocukmuş ve tıpkı ana karakter gibi ailesinden uzak bir süreç geçirmiş ve yaşadığı bir travmanın etkisiyle bir süreliğine konuşma yetisini kaybetmiş. Ancak kitapta otobiyografik ögelerin yer alması kısmının vurgulanmasını pek de istemiyormuş kendisi. Çünkü o aslında sadece savaşın tahribatını anlatmak istemiş. Bunu sadece bir yazarın yaşamının anlatısına indirgemek yerine, okurların kitaptaki çocuğun herkes olabileceğini idrak etmelerini hedeflemiş. Bu kitabı yazma nedeni de tam olarak buymuş.
Eşi ile birlikte çıktığı İsviçre seyahatinde görmüş ki, savaşı uzaktan takip edenler savaşın yıkıcı etkisini tam olarak anlayamamışlar. Kitabı bir çocuğun gözlerinden, kendi ana dili olmayan bir dili kullanarak (İngilizce), oldukça yalın bir şekilde anlatmak istemiş. Coşkunluktan uzak, sadece gerçeği yazmak. Çünkü savaş zaten yoğun bir kavram. Nitekim bunu başarmış da. Kitap hem yazarın hedeflediği gibi oldukça yalın, hem de bir o kadar çarpıcı. Bu anlatılanları bir çocuğun yaşaması ise onu çarpı binlerce kat daha etkileyici kılmış. Öyle ki, kitaptaki bazı sahneleri çok zorlanarak okudum. Tüm bunları değil bir çocuk, hiç kimse yaşamamalı, şahit olmamalı. Çok ama çok üzücü.
Kitap ilk önce Birleşik Devletler ve Batı Avrupa'da basılmış. Doğu Avrupa'daki devletlerde kitaba yönelik bir linç ortamı oluşmuş. Kitabın basılması yasaklanmış, hatta yetmemiş yazar ve ailesi defalarca sözlü ve fiziksel tehdit edilmiş. Yine de, 1965 yılında yayımlanmış bu kitabın günümüzde bile hala ses getiriyor olması, yazarın bir şeyleri doğru yapabildiğini gösteriyor diye düşünüyorum.
Çok etkileyici bir kitap ama okuması konusu itibariyle ağır gelebilir.
Hoşça ve kitaplarla kalın.
ALINTILAR
Boyalı kuş söylenir durur, bağrışına gelen bir sürü kuş, tepemizde dönmeye başlardı. Onlara ulaşmak isteyen tutsak debelenir, bütün gücüyle öter, boyalı boynunun içinde kalbi delice atardı. Tepemizde yeteri kadar kuş toplandığına inanırsa, Lekh, bir işaretle tutsağı koyvermemi isterdi. Bulutların üstündeki küçük ebemkuşağı, mutlu ve özgür, yükselip kardeşlerinin gürültücü sürüsüne katılırdı. Diğerleri bir süre şaşkın bakarken benzerini görmedikleri kuş, boşu boşuna kendilerinden biri olduğuna onları inandırmaya çalışırdı. Parlak renklerin iyice şaşırttığı kuşlar onu kuşkuyla inceler, sonra birbiri ardından saldırıp boyalı tüylerini gagalayıp yolmaya koyulurlardı. Tüysüz ve kan içinde kalan zavallı kuş havada duramaz, düşerdi. (Sayfa 58)
Böylesine acımasız, sefil bir dünyanın hakimi olmak neye yarardı? (Sayfa 99)
Tanrı'nın kızgınlığının, yalnız kara gözlü siyah saçlı, Çingene denen insanlara yöneldiği doğru olabilir miydi? Neden babamın saçları açık renk, gözleri maviydi de annem esmerdi? Hem esmerlikleri, hem de sonları aynıydı Yahudilerle Çingenelerin. Öyleyse onları ayıran ne olabilirdi? Herhalde, savaş bitince yeryüzünde sarı saçlı, mavi gözlü insanlardan başkası kalmayacaktı. Ama açık renk anne ve babası olup siyah saçlı doğmak mutsuzluğuna uğrayan çocuklara ne olacaktı? (Sayfa 105)
Ölmeden önce ne düşündüğünü bulmaya çalışıyordum. Onu trenden atan yakınlarıyla dostları, herhalde köylülerin yardımına koşacaklarını, fırında yanmaktan kurtaracaklarını söylemişlerdi. Büyük bir hayal kırıklığıydı bu! (Sayfa 108)
Ensesine yapıştığı kazı bir anda öldüren tilkinin ne denli soylu bir hayvan olduğunu şimdi anlıyordum. (Sayfa 127)
Ama en büyük başarı, nefreti bütün bir ulusun yüreğine sokmak olmalıydı. Mavi gözlü, sarışın adamlarda, kara saçlı benzerlerine karşı nefret uyandıran kişinin sağlayacağı üstünlük ne kadar da büyüktü. (Sayfa 158)
Çok seviyordum kitapları. Çevremizdeki dünya kadar gerçek; neredeyse ondan daha zengin bir evren fışkırıyordu sayfaların arasından. Hayat boyu, tanımadan yanından geçtiğimiz kişilerin düşünceleriyle isteklerini öğrenebiliyorduk kitaplardan. (Sayfa 192)
Gerçek olan, insanın yolunu kendi eliyle çizdiği, geleceğinin tek hakimi olduğuydu. (Sayfa 193)
Önde koşmak, arkada kalmak kadar tehlikeliydi. Her yanlış adım hareketi yavaşlatır, her düşen öz kardeşlerinin ayakları altında ezilirdi. (Sayfa 199)
Güçlerinin büyüklüğünü duymanın yüceltici sarhoşluğu içinde olmalıydılar. Bu gücün getirdiği sonuçlar, onlar için çok önemli sayılmazdı. (Sayfa 224)
Oysa hepimiz yalnız olduğumuzu, Gavrilaların, Mitkaların ve öteki dostların, yaşantımızdan gelip geçtiğini bilmeli anlamalıydık. İnsanlar anlaşamadıklarına göre, dilsizliğin de önemi yoktu. Birbirleriyle takışır, birbirlerinden hoşlanır, öpüşür ya da tepişirlerdi. Ama herkes yine kendisini düşünürdü. (Sayfa 237)
Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.
süper kitaplardan. boyalı kuş sözcüğü bu romandan sonra bir deyim haline gelmiş. genelde tutunamayan, ayrıksı, kendini yabancı hiddesen gibi insanlara denmiş :) aslında yani boyalı kuş sözü bir iltifat gibi oluyor. bulutsuzluk özleminin şarkısı da böyle birşey :) hayal kurdum boyalı kuştum beeen :)
YanıtlaSilBunu bilmiyordum, bilgi için teşekkürler :) Evet etkileyici bir kitap.
Sildolunay yazını okuyamadan kaçırmışsın :)
YanıtlaSilİçimden yazmak gelmişti ama sonra gerek var mı bilemedim. Hislerimi anlatmıştım ama hisler insanı bir yere götürmez. Mantıklı olma zamanı, bu nedenle kaldırdım.
Sil