Sakura Fırtınası #5: Neyi Sevdiğimi Hatırlıyoruz.


Bu serideki yazılarımın hepsine bayıldım. Hatta blog tarihimde en çok içime sinen yazı dizilerimden biri oldu. Ancak öte yandan yine onları yok etme dürtüsüyle karşı karşıya kaldım. Bu sefer hadi silmeyim de kuliste kalsın öylece beklesinler diye de düşündüm. Sorun acaba yazılarım değil de, mektupvari yorum yanıtlarım mı diye de düşünmüyor değilim ama hayır... Sorun, çok da okunmayan gariban bloğumu okuyan azınlığın benim duygusal biri olduğuma inanacağına dair kök inancım. Ay aman bence kimse de üstünde o kadar düşünmeyecek ama bilmiyorum. Öyle düşünüyorsan söyleyim sevgili okurcuğum, duygusal biri değilim. Duygusal olmak yerine... zeki falan olmayı tercih ederim! Gerçi... zeki biri de duygusal olamaz mı? Sanırım bir şeyleri kategorize eden kişi, şey, aslında benim beynim. Bir şeyleri bütün olarak algılamaya dair öncelikle ben alıştırma yapmalıyım!

Dün gece sevgili Roza'nın şu yazısını okurken uzun zamandır sevdiğim şeyleri sahiplenmediğim gerçeğiyle yüzleştim. Aslında bir anı serisi başlatma nedenim de tam olarak buydu. Ben neyi severim bilemiyorum veya sevdiğim o şeyler gerçekten de önemli mi veya bir şeylere bu çeşit bağ geliştirmek... romantize etmek falan... Benim kişiliğim gerçekten duygusal değil bak gerçekten inan bana nolursuuunn ahahahah. Ancak öte yandan duyguları derinlemesine hissedebilme yetisine sahibim evet. Bu duygusallık oluyor mu emin değilim, çünkü duygusallık deyince aklıma ''ezikçe'' şeyler geliyor. Yani olmadık şeylere sulugöz olmak, dudak bükmek gibi. Kaldı ki bir şeyin olmadıklığına kim karar veriyor o da tartışılır. Belki gözlerimde vana kaçağı yapan (??) şey benim için önemli bir şeydir. Zaten önemli bulmasam duygularımın bir dışavurumuyla ağlamam değil mi! Neyse, böyle şeyler düşünüyorum işte. Öncelikle aslında kimsenin dillendirmediği bir önyargıyı ele alıyorum ve sonra ona karşıt bir önyargı geliştiriyorum ve etraf önyargı yumağıyla doluyor. Oy yoruldum. Bak işte beennn, zihin insanıyım. Benim Hogwarts binam bile Ravenclaw. Ya seninki ne? :)

Küçükken, ortaokuldayken, -aslında öncesinde de- çok çalışkandım. Yani böyle ''inekvari??'' bir çalışkanlık değil ama zekiyim işte naparsın ahahahha. Şaka. Ama çalışıyordum. Zaten o sıralar çalışmak dışında yapabileceğim pek bir şey yoktu. Normal çalışıyordum ama hep sınıf birincisi falan olurdum, bak şu işe. İnsan o kadar başarılı geçmiş bir çocukluktan sonra gözleri parlatan bir akademik kariyer bekliyor ama işte... Sanırım sonrasında hep ortalamaya oynadım. Yani ortalamanın iyisi olmak gibi. Ya da kafam matematiğe basmamaya başladı ahahhah, tamam doğrusu buydu beni yakaladın!

İşte ortaokulda en çalışkan olduğum zamanlar... Harry Potter serisiyle tanışmışım, vaoovv, vooooaaa, aboovvvv falan olarak tenefüslerde olsun, hocanın bakmadığı ders boşluklarında olsun, sıra altından sıra altından kitapları götürüyorum. Cadılık kariyerimin temelleri de o sıralar atılmış olabilir tabii, yeri gelmişken belirtelim. İşte neyse okuyorum ediyorum. Orada bir bilmiş kız var Hermione, bildin mi, işte kendimi özellikle de bazı derslerde o kıza benzetirdim ahahahah. Cidden ama ne sinir bozucuymuşum aslındaaa... Yani eski sınıf arkadaşlarıma sorsak belki sinir bozucuydu demezler (sağ olsunlar) ama ben mesela o sıralar kendimle sınıf arkadaşı olsaydım kendimi sinir bozucu bulabilirdim. Çünkü özellikle de fen bilgisi dersinde elim hiç inmezdi ama bak hiç. Artık hoca bana söz hakkı vermiyordu öyle diyim. Tatlı bir kadındı. Genç, hoş ve bağırmadan da sınıfı idare edebilen birisiydi. 

O sıralar bana en sevdiğim dersi sorsanız kesinlikle... Fen bilgisi diyeceğimi sandın değil mi? İlginçtir, bak gerçekten çok ilginçtir, fen bilgisi demezdim ya... Neden acaba? Oysa şu anki büyük Ben olarak ortaokuldaki halime bakınca en çok fen bilgisi dersinde eğlendiğimi hatırlıyorum. Bunun nedeni muhtemelen öğretmenden kaynaklıydı. Beni gören bir öğretmendi. Derse ilgimi, heyecanımı gören bir öğretmen olduğu için ben de onun dersinde kalbimin atışını duyar ve ilgimi hiç kaybetmezdim. Türkçe dersi öğretmenim de genç ve hoş bir kadındı. Sınıf öğretmenimiz oydu hatta. O sıralar ona sempatim vardı ama dersindeki ennnn -evet yine ben- başarılı öğrenci ben olmama rağmen beni pek sevmiyordu sanırım. Neden bilmem... Hatta bir keresinde bana laf sokmuştu beynime kazınmış... Ona bugün sorsak eminim, aaaa evet çalışkan bir kızdı falan der, ama hayır! ben dersinizi seviyordum hocam. Hatta sizi de.

Genelde şevkimi kırmaya yatkın hocalarım olmuş düşününce... Buna rağmen veya bundan ötürü ben hep çocukların şevkini artıran bir öğretmen olmayı hayal etmiştim. Sonra bir noktada öğretmenlikten soğudum gibi hissettim. Tabi ki bunun da nedenleri var ama yani... Konumuz bu değil ve bu konuda yorum gelmesini de istemiyorum aslında. Öğretmenliği seviyorum tabi ki. Benim kendi kişiliğimde zaten ''öğretmen arketipi\ özelliği (??)'' gibi bir şey var bence. Mesela... ay neyse kimin umurunda ahahhahah. Ama işte, öğretmenliğe dair en güzel şey öğrenciler bak. Öğrenciler ve onları görmek ve... onların kendilerini görmelerini sağlamak. Herkes iyi bir öğretmen olamaz. Bu nedenle de çaba isteyen bir şey öğretmen olmak. Uzaktan göründüğü gibi değil. Belki benim eleştirdiğim öğretmenlerim de yorulmuşlardır falan filan. Hayır. Bir öğretmen... Neyse ne.

Ortaokulda herkesle konuşabilirdim ama sessizdim de. Bilmiyorum. Çalışkan falandım ya... günün sonunda her şey bu özelliğime bağlanıyor gibiydi ve bundan hep nefret etmişimdir. Yani birileriyle ders çalışmaktan nefret etmişimdir, birilerinin sınav zamanı kankası olmaktan nefret etmişimdir... 6. sınıfta arkadaş olmak istediğim kişilerin soğuk yapıp 8. sınıfta kankam olmalarından da nefrreet etmişimdir. Bundan olacak, hep herkesle yakın ama mesafeli durmuşum. Lisede bile... Ah! Tabi başka nedenler de var ama ana sebep buymuş gibi görünüyor. Sanırım tek bir şey olmaktan nefret etme nedenlerimden biri de bu. Tek bir sıfatla tanımlanmaktan en basit ifadeyle iğrenirim. Çünkü o ben değilim. Gerçi dedik ya... aslında kimin umurunda ahahhaha.

Sanırım ben çalışkandan ziyade gerçeği yansıtacak bir şekilde ''meraklı'' veya ''öğrenmeye çok istekli'' olan kişilik özelliklerimle tanımlanmayı tercih ederdim. Küçük bir kızken bile. Çünkü ben aslında sevdiğim için, sevdiğim şekilde ders çalışırdım. Bana sevmediğim bir şeyi hiçbir zaman hiç kimse yaptıramamıştır. Neyse ki çalışmayı severmişim işte. :) Küçükken matematiğim de çok iyiydi. Hatta ortaokul son sınıfta bile. Sonra ne olduysa ipin ucunu asla yakalayamadım. İngilizcem bile çok iyiymiş vay be. Lisede de fena değildim aslında. Sonra bana ne olmuş acaba? Puuu, nazar nazar :).

Özellikle yüksek lisansın bir noktasında tembel ve sorumsuz birine dönüşmüştüm. Ayrıca çok mutsuzdum. Oysa her ne kadar öyle anılmayı sevmesem de, evet, hep ''çalışkan'' olmuşumdur. Evet evet çalışmayı sevdiğim için falan. Oysa sonra... koptum. Bu nedenle zamanla, neyi sevdiğime dair edindiğim tüm izlenimler uçtu gitti sanki. Blog yazmak beni, parçalarımı, bir arada tutuyor gibi hissediyorum. Acaba blog yazmasaydım nasıl bir kız olurdum? İnan bilmiyorum. Blog yazmaya nasıl karar verdiğimi de anlatayım ister misin? İstemezsen yazının kalanını okuma aahahahahah. (Bu da 2000'ler sitcom kahkaha efekti sinir bozuculuğuna evrildi ama n'apayım, bayılıyorum nihahahaha :).

Ortaokula giderken, o sıralar evimize bilgisayar da alınmıştı ve daha çok evde kalırdım (bu konuyu anlatmayacağım ki bir olayı da yok aslında), kitap bloglarını ve facebooktaki kitap gruplarının paylaşımlarını okumayı çooookkk ama bak çooook severdim. En az Sanalika veya Stardoll oynamak kadar, hatta daha bile fazla ahhahahah. İşte takip ettiğim ama hani sıkı takipçisi falan olduğum üç beş kitap bloğu vardı. İsimleri bile hala aklımda. Mesela... Büyülü Ayraç, ki hala çok severim ve instagramdan takipleşiyoruz. Küçük Ben'e bunu söylesem çok mutlu olurdu ahhahahah ya çok komiğim gerçekten, küçük ergen halim komik yani. Buna sevinirdi işte şapşirik. Sonra mesela Kitab-ı Sevda bloğu da vardı, ki kendisini çoook net hatırlıyorum Hangi Vampirleri Okumuşum başlıklı yazısıyla keşfetmiştim ahahahahah :) O da bıraktı galiba blog işlerini. Kitap Aşığı vardı son olarak, ki kendisi bak gerçekten ilkti, ilk booktuberdı yani youtube'da kitap içeriği çeken benim gördüğüm (ki ben başka görmemişsem yoktur ahahahha) ilk kişiydi. Sonra onu takiben o yıllarda ufaktan aşık olduğum Eren Nadir Akşamoğlu (fanıydım diyorum hahahah, hala pek severim bu arada hele video girişlerinii <3), Asena, Yiğit, Sıla vs vs geldi. Sonra tabi bu instagram popüler olunca bookstagramlar (ınstagramda kitap içeriği paylaşan sayfalar) çoğaldı, booktuberlar da arttı falan filan. Ecmel Soylular bile yoktu o zamanlar, bak diyorum o kadar maziye ışınlandık birlikte. Ki Ecmel'in Thinbooks zamanlarındaki ilk videosundan beri takipçisiyim ahahahha. Ne özenirdim onaaa ama nasıl özenmek bak. Neyse :').

Velhasılkelam güzel zamanlardı. 2014'ün son çeyreğinde, liseye başlamıştım o yıl, ben neden bir blog açmıyorum dedim. Sonra da açtım ahahhahaha. Hatırlıyorum hatta ilk yazım Kuralsız Film Yorumu + Mini Kitap Alışverişi'ydi. G. diye bir bestim vardı o sıra, o da kitap kurduydu. Lisede, özellikle ilk iki yılında (ki ilk yılında daha çok) kitap okuyan insanlarla dolu bir sınıfım vardı. Erkek öğrenciler bile okuyordu inanabiliyor musun! O yıllardaki hala küçük olan İlkay için bu inanılmazdı. Çünkü ortaokuldaki sınıfımda kitap okuyan erkek öğrenci var mıydııı... Çoğu canavardı, şşşşş. Hepsi değil tabi de, biraz yaramaz ve sesli bir sınıftı. Bu nedenle lisedeki sınıfım gözlerimi yaşartmıştı. Doyasıya kitap sohbeti yaptığım zamanlardı. Sanırım o yıllardaki sınıfıma beni sorsak benim için ''kitapkurdu'' derlerdi ahhahahahah. Hep okurdum ama hep. Benim normal halim için bile fazla okurdum öyle diyim. Hoşlandığım tatlı bir çocuk vardı, kitap okurken onu bile gözüm görmüyordu ahahhahah. 

Okula erken varırdım, bahçede kitap okurken az arkadaş edinmedim :)) Evet, insanların en çok ilgisini çeken kitap okumamdı sanırım. Yanıma mutlaka biri gelir oturur ve sohbet açardı. Sonra da tanışık olurduk işte. Arkadaş edinmek benim için hep kolay olmuştur. Bakma burada bazen takıntılı gibi görünüyorum sanırım ahahahha ama cidden arkadaş edinmekte hep iyiydim. Ama her arkadaşım dediğim veya her tanışığım da yakın arkadaşım kıvamında olmuyordu haliyle. Okul çıkışlarında okulun çevresinde bulduğum kitapçılarda vakit geçirirdim (kankimlere yakalanmadıysam :). Zaten o yıllardaki kankimler metroya, dolmuşa koşarlardı aman yakalayalım diye. Bir bestim vardı, yıllarca da bestim olan F., onunla dolmuş bekleyişimiz, benim evden ömürlük ayrılırcasına doldurduğum çantama sığmayan kitaplarımı dolmuş beklerken tutuşu ahahhahah, arada B.'ye de rastlardık ki kendisiyle ortaokulda dershanede bff olmayı çok istemiştim nasip olmamıştı sonra da iyi ki olmamışız olmuştum ahahahah ama normal arkadaş olarak tatlı bir kızdı, sonra da F. ile dolmuştan vazgeçip gezmek için Karşıyaka Alsancak falan Allah ne verdiyse gidişimiz :) -ki okul Bornova'daydı puu Allah bizi ahhahaha ama biz deniz severdik, ondan-. Ne tatlı zamanlardı! Sanırım hayatımın gerçekten de en huzurlu yıllarıydı. İşte o yıllarda, o yılda, bir blog açmıştım ama ilk yazımı biraz daha sonra, 2015 yılının 21 Mart gününde yayınlamıştım. Ekinoks olduğu için net hatırlıyorum. Mesela bu bloğu da 21 Haziran'da açtım (tamamen tesadüf :).

O bloğumu çok severdim. Çok çok çok severek yapmıştım tasarımını. Belki bin yıllık külüstür bir teması vardı ama ben onu kendi zevkime ve aslında kişiliğime göre özelleştirmiştim. Bulutlarla kaplı arka planımı hatırlıyor musun, ya mavi renkli yazılarımı... En çok bunu severdim. Çünkü başka kimsede yoktu. Ben o tasarımı yaparken yoktu yani. Bulutları çok severdim, denizi çok severdim, maviyi de çok severdim. Bloğum, benim ruhumdu. Biraz fazla mı oldu... Ama öyleydi. Ruhumun bir yansımasıydı. O sıralar blog yazmak beni canlı tutuyordu. Kırılgandım biraz. Yine de güçlüymüşüm aslında. Bu konuyu çok açmadım ama... yeme bozukluğum tam geçmemişti o zamanlar. Yemek yesem de hala korkuyordum. Blog yazmak beni iyileştiriyordu desem yine mi fazla olur... ama öyleydi öyleydi.

Ah şimdi gidip o küçük kıza sarılmak istedim. O yıllarda kendim kendime küçük gelmezdim ama işte şimdi küçücük olduğumu net bir şekilde görüyorum. Küçücük, tatlı bir kız. Ona tatlısın sen desem, böööööö derdi ahahha, tamam demezdi bu özelliği sonradan kazandım ama bilmiyorum suratı düşerdi. Çünkü o da zeki falan olmayı daha çok isterdi. Ve güzel olmayı. Ve öyle şeyler. Aslında ikisi birdendi. O hep, zeki ve güzeldi ahahhahahah :) O neleri severdi anımsamıyorum, ki artık anımsamam da pek gerekmiyor. Ben geçmişi onu tutmak için yazmıyorum. Görmek için bile değil... sevdiğim için. Sevdiğim için yazıyorum. İşte sevdiğim şeyler... 

-Kesin sonradan keşke şunu da yazsaydım, keşke bunu da yazsaydım falan derim :)-


Gündoğumu Mavisi: Gökyüzü tam aydınlanmadan, hala karanlıkken gökyüzünü izlemeye başlamayı çok severdim. Bir süredir yapmasam da kesin hala seviyorumdur. :) Yıldızlar teker teker kaybolurken, sesler yavaşça artar. İnsanlar uyanır, arabalar falan da ayaklanır (tekerleklenir ?? :)... Ve gökyüzü, siyah ile mavi arasındaki o ara tonuyla güneşi karşılar.


Ay: En çok dolunay dışındaki halleri. Dolunay'ı herkes sever, ben onun az ışıklı yanlarını bilene severim diyorum. O da bana arkadaşlık ediyor. Sevgili Ay, benim arkadaşım. Tamam Dolunay da uzun yıllar mektup arkadaşım oldu ama alınmasın. Dolunayla çok yakın değiliz, o nedenle ona kırgınlıklarımı yazdım Dolunay başlıklı yazılarımda hep. Bazen de zırvaladım. Diğer hallerini ise hep selamladım. Büyürkenki küçülürkenki hallerini... kimsenin özellikle dikkat etmediği gezgin Ay'ı hep selamladım.


Yıldızlar: Yıldızları başlı başına seviyorum, farklı yıldız takımlarını bulmayı da seviyorum. Çok da bildiğimden değil de... bazılarını tanırım. Görünce parmağımla resmini çizerim. Zaten biliyorsun :P, yıldızları çok severim. Küçük bir kızken bile çok severmişim. Gerçekten yanında cırcır böceği olabildiğim büyüklerimi çekiştirir, bak dermişim, yıldızlar orada.


Hayvanlar: Hayvanlar kendi halinde takılırken izlemeyi severim. Tabi ki evcil hayvanları. Mesela bir leopar veya orangutan yanımda dursa pek de hoşlanamam herhalde ahahhaha.


Sanat: Özgünlük içeren her şeye bayılırım. Ama modern sanata ısınamadım :)


Sohbet etmek: Eğer karşımdaki kişi açık fikirli ve üç beş konuya ilgili bir insansa, benimle saatlerce sohbet edebilir.


Çikolata ve kek ve kurabiye ve pişmaniye ve öyle şeyler ahahhaha: Tatlı severim ama nedense son yıllarda içecekte pek sevmiyorum ahahah (kendimi kandırma çabam değil gerçekten).


Kahve: Kıymetlimiissss.


Yazmak: Yazmasaydım bu kız olamazdım bak ciddiyim. İyi mi olurdu kötü mü bunu bile düşünmeyen biri olurdum. İyi mi olurdu bilmesem de, belki mutlu olurdum bilemiyorum :) Bu da iyi olurdu mu demek mi ki :)


Okumak, İzlemek\ Dinlemek, Konuşmak, (Yazmak x2'leyelim): Dört temel beceride de iyiyimdir üzerinize afiyet :))) ajahahahhahah. Şaka tabi ki. Dört temel beceride kendimi geliştirecek aktiviteleri pek severim.


Gökyüzü, Deniz, Doğa falan: Bak doğada yaşayamam ama severim. Başım boynum tutulurcasına hep göğe dönük olmuştur ve bu dünyaya dair en favori parçam denizdir.


Gülmek ve Güldürmek: Bayılırım. Ben bebeyken biri bana senin gülümsemen güzel dedi bence, kendimde de hep gülümsememe aşıktım ahahahah. Hep 32 diş sırıtmışımdır fotoğraflarda belli bir yaşıma kadar. Sonra baktım herhalde başka sırıtan yok kestim :) Ve insanlarda gülümsemeye tikkat tikkat kesilirim. Gülün canımmmm. Hatta bizde peynirrr yoktur, kiraaazz vardır. 32 diş güldürme garantili.


Yürümek: Özellikle müzik dinleyerek.


Mp3'üm: Ruhum 2008'de yaşayacak dersem de inanma, nostaljik hisleri sevsem de geçmişe tutunmayı sevmem. Ben asıl bu aletin bende uyandırdığı hissi seviyorum ve hangi parçanın denk geleceğini bilemeyişimi, yıllar boyunca biriktirdiğim şarkıları yeniden keşfedişimi ve böyle şeyleri işte. Teknoloji ve uygulamalar ne kadar gelişirse gelişsin ben müzik dinlemeyi en çok mp3'ümle seveceğim. Ki aslında sık da dinlemiyorum artık. Arada.


Yollardaki kavisler: Hatta araba\ otobüs oralardan geçerken içimden''vuuu'' demek gibi eski bir alışkanlığım vardır. Sanki bir lunapark oyuncağında gibi hissederim.


Dua etmek: Yaratıcı'yla\ Yaradan'la konuşmayı hep çok sevmişimdir.


Yıldızlarla Konuşmak: Bunu artık yapmıyorum ama bu zamana kadar içimden az yapmadım hani. İçimden konuşurdum dediğim gibi. Kalbimden. Onlara sorular sorardım. Bilmek istediğim, kalbimin bilmek istediği soruları. Sonra oturur, bekler beklerdim. Belki bu arada birkaç meteor da kayardı. Sonra... bir yanıt yükselirdi, pek tabii içimden :) Cevap, kalbimden gelirdi. Bazen sana da laf arasında söylerdim. Anladıysan bravo :)


Keşfetmek: Öğrenmek de denebilir belki ama ben keşfetmeyi seviyorum. Keşfedemediğimde mutsuz olurum. Artık çoğunlukla kalbim mutsuz. Bunun nedeni bu sanırım.


Yazdığım bir yazıyı bitirince baştan sona okumak: Blog yazısı olur, başka bir yazı olur... hatta derslerim için yazdığım makalelerde bile en çok bunu severdim :)))


Fotoğraf çekmek: Ayyy bayılırımmm. Hatta önceden takıntılıydım. Mesela güzel bulduğum bir şey mi keşfettim, tak tak fotoğraflamalıydım. Yoksa aklımı kemirirdi onun, o yerin neyse artık fotoğrafını çekene kadar... Hatta yerlere bile eğilirdim gocunmadaaannn :) Gerçekten manyaktım. Yetenekliydim de bence. Çünkü bir şeyin doğru açı ve belki efektle, olduğundan daha farklı ve güzel çıkabileceğini düşünüyor, kendi beynimi\ gözümü çıkarıp herkese gördüğümü gösteremeyeceğim için de, fotoğrafa (ve yazıya) sığınıyordum.


Bloğuma gelen yorumları ilk okuma an'ım: Her seferinde ilk blog yazıma gelen yorumlar kadar heyecanlandırıyor beni <3 Bir kişi bile yorum bıraksa heyecanlanırım. Çünkü bu benim için kıymetli, hep de kıymetli olmuştur.


Ağaçlar: Doğa dedik ama özellikle de ağaçlar için ayrı bir başlık açmalıydım! Ağaçların gökyüzüyle bütünleşen dallarındaki yapraklarını izlemeyi çooook severim. Özellikle de ilkbaharda yeşeren ağaçların yeşilliğinin göğün mavisiyle buluşması içimi ferahlatır. Hatta üniversitede insanlar sohbet ederkene cins olan ben kafamı kaldırıp bunu izlerdim ahahahhah :) Bir sürü de bu bahsettiğim görüntüyü fotoğraflamışımdır. Yapraklarla dolu bir gökyüzü. Bak böyle bir anım var. Ayrı yazı yazmayacağım, şimdi yazayım da aradan çıksın. Küçükken (ben pek hatırlamıyorum) yine gökyüzünü boynum tutulurcasına izlermişim de bir gün gözüme çöp kaçmış. Hatta annemgil beni (babama da duyurmadan çünkü hasta olmamızdan nefret ederdi :) doktora götürmüş. İlginçtir doktor da anneme kızmış bu çocuğa bakmıyor musunuz diye. Aaaaa ama insanlık hali olur öyle doktur beyyy (kesin beydir bu, hanım olsa anlardı herhal bir anneyi). Neyse sonra gözümden çıkmış herhalde o şey neyse. İşte benim gökyüzü sevdam şaka değil. :)))


Yapraklar: Sanırım farklı tarzdaki yaprakları da seviyorum.


Gün ışığının bir yerlerden sızması: Yani bir yerlerden derken... elimi gün ışığına doğrultup romantik sahne yaratmayı severim hahahahah, işte parmaklarımın arasından gelen ışık gibi. Veya yaprakların arasından süzülen ışık huzmeleri gibi. Hafif nostaljik efektli gün ışığının odaya yansımasını da severim.


Eski aile albümleri: Çooook severim.


Hafif yağmurda yürümek: Önceden sevmezdim ama artık seviyorum mu acaba... Ama bak mesela yine çok değil ama biraz yağdığında yağmuru izlemeyi severim. Camdan süzülmesini ve aslında camın buğu olmasını ve ona kalp, gülen yüz vs çizmeyi. :)


Sarılmak: Çok küçükken dokunmatiktim. Annemin yanağını severek uyurdum. Hayal meyal aklımda. Sonra arada soğuk nevale oldum. Sonra yine sarılmayla hafiften dokunmatik oldum. Tabi ki sevdiğim, gerçekten sevdiğim birilerine sarılmayı kastediyorum. En sevdiğim sıcaklık, sarılma sıcaklığıdır. En sevdiğim derece. :)


Yolları izlemek: Keşke bolca seyahat ettiğim, ama çok güzel yerlere seyahat ettiğim, bir hayatım olsa. Bunu tüm ruhumla isterdim. İsterim!


Mandalina kokusu: Geçen demiştik, listeye eklemezsek ardımızdan ağlar.


Eski yerli dizileri izlemek: Sadece sihirlileri değil, genel olarak eski dizileri arada rastgele bir yerden açıp atlaya atlaya izler ve hunharca yorum bırakırım ahahahahha öhöm tamam. O kadar da hunharca değil ama izlerken bir şeyleri tespit edip yazmayı severim şindi.


Güzel defterler almak: Onlara yazmayı da severim tabii. Günlüklerimi de severim ama... Bak çok ilginç, eskiden olsa ilk maddelere (ki aslında bu listede sıralama da yok da) günlük yazardım. Oysa şimdi... Son iki yıldır pek günlük yazmıyorum. Blog doyurdu beni herhalde. :) Gerçi günlüğe de ergenken olay yazardım. Sonra sonra düşünce yazar oldum. Arada eski günlüklerimi yok etmek istiyorum ama çok defterim var. Okunma endişem yok aslında ama tabi iznim olmadan okunmak hoş olmaz. Öte yandan zaten her şeyi her zaman herkese açıkça söyleyip gösteririm (bence ?? :). Böyle ekşınlara gerek kalmaz ve pek merak uyandıran bir yaşamım da yok. :) Yine de ne diyordum işte onları yok edesim de gelmiyor değil. Zaten artık günlük yazmak istemiyorum. Günlüklerim kendimi tanımamı sağladı o ayrı... Başta hep negatif şeyler yazardım kendim hakkında. Ne üzücü.


Eski romantik şarkılar: Dans şarkıları ahhahaha :) Hiiççç... tatlı. Tatlı değil mi? Hayal falan kurmam bu arada. Ben müzik dinlerken, sadece onu dinlerim. Genelde yani. Çünkü hayal kurarsam, o şarkıyı o hayale ve insana bırakmış olurum. Sonra o şarkı bana değil, ona veya o hayale ait olur. Bunu istemem. Bu nedenle çoook nadiren yapmaya özen gösteririm. Yaaa. :)


Okuma kitaplarındaki illüstrasyonlar: Özellikle de sanatçısının kendine has bir tarzı varsa, bayılırım.


Yaz sonunda ipe biber, patlıcan vs dizilmesi: Balkon ipinde duran bu dizili sebzeler beni hep gülümsetir. Aklıma önce anneannem, sonra da bizim karşı komşumuz gelir.


Kitapların birilerine ithaf edilmesi: Okuma kitaplarında ilk önce buna, sonra yazar biyografisine bakarım ve öylece kitaba başlayabilirim. Bir kitap yazsan, kime ithaf ederdin? :) Bence insanın kitap ithaf edeceği kadar sevdiği biri olması çooook kıymetli.


Kelime oyunu yapmak: 80 yaşında da yapacağımkine...


Sevdiğim şeyleri anlatmak: Sanırım bunu da seviyorum :)


Başka başka başka...

Bilmiyorum paslanmışım.


Adioossslar. Çüşş aman çüzzzler. Bay baaayyy.


bu şarkıyı bu yazıda paylaşmazsam ayıp olur gibi geldi.

ay hadi bunu da paylaşalım, kimse de fangirllüğümüzü sorgulamasın ahahaha :)




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar