Bu hikayeyi önceden anlatmıştım. Ancak şimdi bir kez daha aklıma ve gündemime düşmesinde eski (??) bir mektup arkadaşım etkili oldu. Kendisi artık muhtemelen beni asla okumayacaktır (ve benden nefret etmemesini -kendimi de bu kadar önemserim- umarım). Sevgili B. veya C. (ki B. desem daha iyi olabilir), uzun zamandır kalbime sakuralar yağmadığı gerçeğini görmemi sağladı. Üstelik sakura yaprakları her yandayken! -evet kasım ayında bile- İşte ben de, bu nedenle, bir sakura fırtınasının bir anından (Bezelyecik duymasın) kalbimden bir an çıkarmaya karar verdim.
Çocukluk anılarımı net hatırlarım. Ben unutsam, elbet bana ben büyürken birisi hatırlatmıştır. İlkay çocukken böyle yapardı, şöyle derdili cümleler, çocukluğumla aramdaki güvenilmez köprünün en sağlam taşlarını oluşturuyorlar gibi geliyor bana. Bu nedenle (özellikle de yaşlandıkça, şşş) anılarımı ben mi hatırlıyorum yoksa bana hatırlatıldığı kadarını mı aklıma getiriyorum, emin olamıyorum (ve asla da olamayacağım).
Küçükken kardeş istemez(mişim)dim. Bunu ben de hayal meyal hatırlıyorum ama -dedim ya- bu hatırlamalarım kulak misafiri olduğum konuşmalardan mı ileri geliyor yoksa ben mi bizzat hatırlıyorum emin değilim. Her neyse! Günün sonunda ikisi de aynı şeydir. Ben de, işte, çocukken kardeş istemez, hatta kendimi yerlere atarmışım. İnan bana hiç de öyle bir çocuk değildim. Bence iftira :). ''Kimse benim anneme anne, babama baba diyemez,'' diye millete ayar çekermişim. İlginçtir, ailem çığıran bir veledi dinlerlermiş de. Gerçekten de ''ben kardeş istiyorum!'' diye çığırmaya başlamadan evvel bir kardeşim olmadı.
Olay şöyle gelişti... Anneannemlerin mahallesinden iki arkadaşımın peş peşe kardeşleri oldu. Ben zaten bu ikisine çok kuruluyordum. Benden bir yaş büyüktüler ve aynı yaşta oldukları için onları birbirine yaklaştıran ortak konuları vardı. Hele hele biz büyüdükçe bu konuların sayısı daha da arttı (çünkü benden bir sınıf üstteydiler). İşte şimdi de kardeşleri olmuştu! Benim de kardeşim olmalıydı. Herkesin oluyorsa benim niye olmasındı! Hemen annemlere koşup bir kardeş sipariş etmişim. Tabi bilmiyorum, kardeş öyle isteyince hemen eline gelecek bir şey sanıyorum. Bir de üstüne büyük haliyle geleceğini... (hadi yine bebek olsun ama ciyak ciyak ağlayan bir bebek olması... bu konuya da geleceğim).
Yine de bence çok beklememişim. Artık kaç zaman geçti bilinmez... Bir kız kardeşim olacağını öğrendim! Acaba ne hissetmiştim? Bak benim hafızam güçlüdür aslında. Yukarıda bir girizgah yaptım ettim ama kendi hafızam da noktaları iyi hatırlar. Sadece, boşlukları nerelerden doldurduğumu hatırlamıyorum. Kız kardeşim olacağı zaman verdiğim tepki neydi, ne hissetmiştim onu da hiç hatırlamıyorum doğrusu ama bir kız kardeşim olacağını annem dahil kimse öğrenmeden evvel bunu benim öğrendiğimi hatırlıyorum. Nasıl mı? Rüyamda :))).
Bu, benim hatırladığım eeeen eski rüyam. O da bölük pörçük. Biliyor musun rüyamı da sanki bir çocuğun pastel boyayla çizdiği bir resmin görüntüsü gibi hatırlıyorum. Rüyamda küçük bir kız çocuğu vardı. Bu çocuk sarışınımsıydı. Ben esmerken kardeşimi sarışınımsı görmüş olmam da... Bahçeli bir evde hayvanlarlaydı falan. Galiba onu Pamuk Prensesvari (biliyorum o sarışınımsı değil) bir şekilde hayal etmişim ahahahaha. Neyse böyle bir rüya görmüştüm ama rüyamı birilerine anlatmış mıydım, beni ciddiye almışlar mıydı; yoksa kız bebek isteyen büyüklerimden onay toplamış mıydım emin değilim.
Kardeşim uzun yolculuğundan aramıza katılmadan evvelki zamana (yani annemin hamileliğine) dair hatırladığım bir diğer şey de -ki zaten başka da yok- kardeşime isim seçtiğimiz zamandı. O zamanlar popüler olan dizilerden, isimler sözlüğünden ve yine -sıkı dur!- bir rüyadan ilham alınmış üç beş isim gündemimizdeydi. Anlaşılan, kardeşim gelmeden evvel bize bir çeşit telepatik mesajlar yollamış (tabii ki şaka yapıyorum). Annem rüyasında kardeşime İ. ismini vereceğini görmüş. (Evet o da İ.'li bir şey). Bu ismi bize açıkladığında ne düşündüğümden emin değilim ama benim favori ismim başkaydı. Yine de bana göre hava hoştu. Laf aramızda, o zamanki yani küçük Ben, kardeşimin isminin anlamını çok sevmişti.
Gel zaman git zaman annem ve babam beni teyzemgile emanet edip ortadan kayboldular. Geri döndüklerinde yanlarında biri daha vardı: Ciyak ciyak... (kardeşim okur falan, şaka şaka) Su perisi kardeşim. Onun doğumundan sonrasına dair aslında belli belirsiz bir anım daha var ama bu o kadar sisli bir anı ki, gerçekliğinden şu an şüphe ediyorum. Sanırım annemler geri dönmeden evvel ben kardeşimi ziyarete gitmiştim. Tabi ki babam ve halamla birlikte. Anneme bir çiçek almak hakkındaki konuşmamız aklımda. Böyle bir şeyler. Ama sonrası yok. Kardeşimi ilk gördüğümde içime dolan his, yok. Eve döndüğümüzde zihnime dolan sorular, var.
Mesela: Kardeşim de çikolata sever mi? Ona da alabilir miyim? İki tane alsam olmaz mı? Hem İ. de sever bence... (o sırada İ. ağlamakla meşguldü).
İ. uzun bir dönem sadece ağladı. Bu beni biraz hayal kırıklığına uğratmıştı hatırlıyorum. Ben, birlikte oynayabileceğim bir arkadaşım olacağını düşünüp ''kardeşim nerrdeee!'' diye milleti darlıyordum oysa... Kardeşimle oyun oynayabileceğimiz kadar büyümesini beklerken, ben de büyümüştüm... :( Sonra da ona sinir oluyordum galiba. Eşyalarımız ortak olduğu için, meraklı olduğu için, bilgisayarda oynarken araya girdiği için... Aslında İ. çok uslu bir çocuktu. Düşünüyorum da... Ben çocukken hep çok daha şımarıktım. (Laf aramızda hala biraz öyle olduğumu düşünüyorum...)
İ.'nin çikolata yiyemeyeceği gerçeği (henüz bir haftalık falandı muhtemelen) beni üzmüştü. Bu, bir çocuk için gerçekten üzücü diye düşünmüştüm. Çikolata yiyememek!
İ. gerçekten prenses gibi bir çocuktu. Tipi bile ahhahahah. Ben biraz daha serseri bir kızdım. Ama duuurrr... İ. çok bebekken erkek çocuğuna benzetilirdi ahahahhah. Ama tatlı diye diyorum ya. Hatta annem artık bu durumdan sıkılmıştı da, İ.'nin kız olduğunu vurgulayan şeyler ve renkler giydirirdi. Bir anı aklıma geldi bak şimdi. Ben, annem ve bebek arabasındaki elbise giymiş İ. yolda giderken iki genç İ.'yi sevmişti. İçlerinden biri ''kız mı erkek mi'' diye sorunca annem de ''ama yok artık''vari bir tepki vermişti ahahhahaha. Neyse. Ne diyordum... ben daha... daha... hah, marjinal bir tiptim. Yani çocukken.
Yani işte davranış olarak da değil de (tamam İ.'ye göre davranış olarak da)... İşte genel hava diyelim. Örneğin benim hiç düğünlerde giydiğim gelinliğim veya prenses elbisem olmamıştı. Pembe rengi çok giymezdim. Kot ceket ve kovboy çizmem, ekose eteğim, cırt renkte badilerim... Çocukluk fotoğraflarımda böyleyim. Bir de şımarık şımarık pozlar verirdim. Prenses gibi değil de... Şımarık dediysem de... İşte, tatlı anlamında. O zamanlar tabi dijital kameralar yoktu. Fotoğrafın nasıl çıkacağını bilemediğinden öylece şansa çekiverirdin. Benim fotoğraflarım bu yüzden daha çok anı yansıtıyor. Bazısında yan tarafa seslenirken, bazısında bir şeylerle uğraşırken... İ. küçükken yine bu kadar gelişmiş değildi kameralar falan filan ama yine de dijital fotoğraf makineleri çıkmıştı ve fotoğrafta nasıl çıktığını (örneğin gözün kapalı mı ahahah) görebiliyordun.
İ. ile olan en eski fotoğrafımızda ben 6 yaşında falanım. Bücürüm yani. Kucağımda benim yarım kadar bir bebek (abarttım). Ama o yaşlarda küçüktüm takdir edersin ki ve bir bebek bile bir çocuk olan küçük Ben'in kucağına büyük gelmişti.
Oyuncak bebeklerimle oynamayı çok severdim. Oyuncaklarıma hep özen göstermişimdir, sanki canlılarmış gibi. Bahsettiğim bebekler de Barbie falan değil (genelde) daha büyük bebekler. Düşünüyorum da, benim oyuncaklarım bile bir tuhaftı hahshah. Yani bebeklerim. Çok güzel değillerdi ama bu nedenle çoook güzellerdi. Biri Ö. teyzemin çocukluğundan kalmaydı; mavi bir elbisesi vardı ve adı -tabi ki- Maviş'ti (ama bu adla birlikte bana gelmişti, ona ben isim vermedim). Bir bebeğimi A. halam yapmıştı sanırım veya o da onun çocukluğundandı ve pembe saçları vardı. Ama böyle fosforlu falan pembe gibi pembe saçlar. Tabi ki, adı da: Pembe'ydi ahahhaah. Ama ona da bu ismi ben vermemiş olabilirim. Böyle böyle bebeklerim vardı işte. Çok güzel değillerdi ama çok güzellerdi ve benim arkadaşımdılar. (Sonra kardeşim onları... Onlarla kardeşim daha dolu dolu oynadı sanırım bilmiyorum ama benden daha özenli olmadığı kesindi).
İ. ile olan fotoğrafımızı anlatıyordum. İ. oyuncak bebek gibiydi, bu nedenle aklıma oyuncaklarım geldi. Küçük Ben de İ.'yi oyuncak bebek falan gibi görmüş müydü acaba? Hiç sanmıyorum. Çünkü oyuncaklar ağlamıyordu ama İ. ağlıyordu! O fotoğrafta da arkadaki kanepeye yaslanmışım. Elimdeki kardeşimi tutmaya çalışırken halterci gibi yüz kaslarım gerilmiş. Ama iyi ki o fotoğraf var. Bazen bazı fotoğraflarım ve yazılarım için iyi ki var diyorum. Zaten benim çocukluk fotoğraflarım çok komik (ve bu nedenle güzel).
Annem evi temizleyeceği zaman İ.'yi uyuturdu ama uyanmasın diye de ona ben bakardım. İşte ana kucağını sallayayım, onu eee eee'leyim diye falan. Ama bunu tabi ki beleşe yapmazdım. Annemle ''şu kadar cd izlememe izin verirsen, ben de İ.'ye o kadar bakarım'' diye pazarlığa girermişim (ki bunu ben de hatırlıyorum). Çizgi film cd'lerimi çok severdim. Ciddiyim, tv'de çıkan çizgi filmlerden daha çok severdim cd'den izlediklerimi. Böyle, masalların uyarlamalarına dair cd'lerim vardı onu hatırlıyorum. Sonra Red Kit vardı ki en sevdiklerimde baş sıradaydı. Ama en en en favorim (ki bunu daha evvel anlatmıştım) Karlar Kraliçesi idi (en eski yapımı, sonradan çıkanlar değil). İ.'yi pışpışlama bahanesiyle onları art arda izlerdim. Zaman içinde hem dvd'imiz hem cd'ler bozuldu ne yazık ki. Ama çocukluğumu anımsadığımda beni en çok gülümseten şeylerin başında o cd'ler gelir.
İ. ile birbirimize hiç benzemeyiz. Hem de çok benzeriz. Hem aynı şeyi düşünür ve yaparız, hem de bunu farklı şekilde -kendi dilimizle- yaparız. İkimiz de inatçıyız sözgelimi. Ama İ.'nin inadı ile benim inadımın kendini gösterme şekli birbirinden çok farklıdır. İ. ile bu yaz küsmüştük. O beni, ben de onu kırmıştım. Sonra ne o yanaştı, ne ben. İ. evden gidene kadar evde soğuk savaş vardı. :) İ. evden gidince hem rahatlamış, hem buruk hissetmiştim. Laf aramızda... yine biraz kırılmıştım ama bu kırgınlığın İ. ile bir ilgisi yoktu. Hala bu kırgınlık geçmedi. Hani İ. ile ilgisi olmayan kırgınlık. Sanırım hiçbir zaman da geçmeyecek. Bu nedenle biri bana minicik soru sorunca alakasız yerden çıkıyor. Sakura yerine dolu yağdırıyorum.
İ. ile barıştık. Çok salak olduğumu fark ettim. Hazır İ. de eve kısacık dönmüşken gittim sarıldım. O da sarıldı. Bu kadar.
Sarılmak istediğin biri varsa git sarıl sevgili okur. Zaman kıymetlidir. Her şey geri gelebilir ama salaklıklarımız bizden en çok zamanımızı alır.
Ben de sana işte şimdi sarıldım sevgili okur. Bazen birine sarılmaya ihtiyaç duyarım. Sen de duyuyorsan, işte sana sarıldım.
Aslında bu kasım ayı benim için iyi geçti. Bir ölçüde? Alerjim geçti. Zaten çok mutsuzum diye oluyordu. Ama insan, mutsuzluğunu nasıl geçirebilirdi? Mutsuzluğum geçmedikçe alerjim olmadık yerde pırtlayacaktı... Ve ben ilaç falan içmek istemiyordum. Bir sabah uyandım ve hönkürerek ağladım. Tüm hayal kırıklıklarım tek bir noktada buluştu. Sonra odamı süpürge tutarken herkesle, kalbimle, gözyaşlarımla, belirsizliklerle ve durmadan ucu çıkan süpürgeyle kavga edip durdum. Sonra hocama yl'yi bıraktığımı söyledim. Sonra çok istediğim bir şeye başladım (ki bu bana iyi geldi). Sonra, kendime aşık olmaya başladığımı fark ettim.
Sana Kasım başlıklı yazımda bundan bahsetmiştim. Kendini sev, ''önerisi'' özellikle de sosyal medyanın yaygın kullanımıyla herkese reçetesiz verilir oldu. Önceden, ''seveyim seveyim de, gözünü seveyim bana bir de onu nasıl yapacağımı söyle,'' diye düşünürdüm. Sonra -ki uzun da bir süre- ''kendimi böyle sevebilirim!'' ile ''kendimi neden sevemiyorum!'' ikiliği arasında ayran oldum. Sonra, bunun ne kadar aptal (üzgünüm) bir söylem olduğunu fark ettim. Çünkü insan, zaten kendini sever. Bir bebek bile bir şeyleri sevme yetisiyle doğar, değil mi? Bebekler üzerinde yapılan çeşitli araştırmalar varmış. Yani ''insan iyi midir, kötü müdür'' olayı özelinde genelde. Tabi sevgi daha farklı bir şey ancak, sevgi beraberinde ve belki de öncesinde, bir şeylere sıcaklık duymayı gerektirir ve insan -bana kalırsa (ki zaten bu bilimsel bir yazı değil, dandirik bir yazı)- bu doğal sıcaklıkla doğar. İnsan, sevgiyi bilerek doğar. Hayatı severek doğar. İçgüdüleriyle doğar. Zamanla, isimleri öğrendikçe, diğerlerini de sever. Diğer insanları, canlıları, eşyaları, düşünceleri... Diğerlerinin diğerleri olduğunu, kendi benliğinden ayrı bir varlıkları olduğunu ayırt eden bebek, içinden gelen sıcaklığı (sevgiyi) diğerlerine yöneltir.
İnsan sevmeyi bilerek doğuyorsa, o zaman, neden kendini sevemediğini düşünür? Çünkü öyle düşündüğüne inandırılır. Diğerleri dediğimiz, benliğimizle yer değiştirince, biz kendimiz için ''diğeri'' oluruz ve belki de bu nedenle, sevgimizi bir kez daha (ve aslında illüzyonik olarak) kendimize yöneltmemiz gerektiğini düşünürüz. Bu sadece bir ''yanılsama''dır dediğim gibi, gerçeği yansıtmaz. Öte yandan, neye inanırsan, gerçek odur. Senin gerçeğin odur. Ancak sevgi, en temel bileşen (benim varsayımımda) zaten içindedir. İçinde olan bir şeyi dışarıda aramak ise, yaşlıca bir harekettir. Çünkü hiçbir çocuk, bu yanılgıya düşecek kadar sıkıcı olmaz. Bu nedenle de büyürken, kendimizi ''diğeri'' yapıp kendimizden uzağa koyarken, kendimizi sevmenin yollarını ararız.
Bu nedenle ben, zaten içimde olan sevgiyi gören ben, kendime yanlış soruyu sorduğumu fark ettim. Sevgi bende, kaynakta, kaynak bensem ve benden çıkıp bana dönecek bir sevginin peşindeysem, o zaman... soru şu olmalı! Benden çıkıp bana dönen sevginin ilerleyeceği yol, yani kendi sevgimi kendime gösterme biçimim, sevgi dilim, ne olmalı? Bu noktada imdadıma ''aşk'' imgesi yetişti. Aşk, bu dünyada yaratılan bir şey. Bu dünyanın dillerinde yaratılan. Sevgili Bezelyecik başlıklı öykümsü serimde bunu keşfetmiştim. Aşk, soyut bir şey gibi pazarlanır. Hayır. Aşk, görebileceğin en somut şeydir. Sadece, herkesin dili algılayış biçimi, kullanış biçimi, yani ''aşk'ı farklıdır.
Kendime aşık olmaya karar verdikten sonra ilk önce görüntümden etkilendim. Vay be... ben de fena değilim, gibi (ki bu bana arada gelir - aşkın ilk kıvılcımı). Sonra kendim için iyi olduğunu düşündüğüm kararlar aldım ve adım attım (aşkın derinleşmesi). Çünkü sevdiğin birine ''somut'' olarak ilgini göstermek aşkın ifadesidir. Sonra kendimle kavga ettim (aşkın dipsiz kuyusu). Evet evet, aşkta bu da vardır ya hani, kendimle kavga ettim ve kendime zayıflıklarımı göstermekten bu sefer çekinmedim. Yetersiz noktalarımı, acabalarımı... Çekindiklerimi. Sonra da gittim İ.'ye sarıldım işte. ''İ...'' dedim, ''ben çok aptalım.'' İ. de duygulanmaya yer arıyormuş, beraberce duygulandık. Evin havası değişti vallahi. (İ. ile evde köşe kapmaca oynuyorduk, ilahi biz).
Bu yazı nereye bağlanacak... Bilmem. Sakura fırtınası bir rüzgarla başlar. Ve çiçekler uçar, uçar.
Sevgili İlkay, kardeşinle olan anıların içimi sıcacık yaptı. Tek çocuğum ve ben de hiçbir zaman kardeş istememiştim ama yetişkinliğe adım atınca bunun ne kadar önemli olduğunu fark ediyor insan... Bana sarılman beni gülümsetti çünkü çok ihtiyacım vardı, teşekkür ederim ;) "Benden çıkıp bana ilerleyecek olan sevginin izlediği yol" bu cümlen beni etkiledi ve düşünmeye itti açıkçası. Sevginin de bir yola ihtiyaç duyabileceğini düşünmemiştim sanki hep sabitmiş gibi geliyordu ama hayır onun da bir akışı var gerçekten de. Aşk konusunda ben de aynılarını hissetmeye başladım ahahah. Geçenlerde bunu düşündüm hatta hiç aşık olmadığımı fakat sonra düşününce de belki de aşk tanımını fazla dar bakış açısıyla incelendiğini fark ettim. Herkes için tanımı ve anlamı aynı olması gerekmiyor. Kendim için ulaştığım sonuç: "aşk özümsediğim şeylerin toplamından ibaret" oldu. Yazılarını okumayı çok özlemişim, buradaki dünya bana peri diyarı gibi geliyor sanki bloggerlar olarak gerçek dünyadan farklı bir dünyada burada kelimelerle yaşıyoruz, güvendeyiz, iyi hissettiriyor. Yazıların bende hep güzel bir yerle dokunuyor, benzediğimizi düşünüyorum açıkçası <3 Umarım iyisindir ve her şey yolundadır. Her şey yolunda olmasa da bir şekilde ilerleyeceğiz, "yüzmeye devam et". Çokça sevgilerimle.
YanıtlaSilSevgili Roza, tekrardan merhaba <3
SilEvet açıkçası kardeş olayı büyüdükçe kendini belli eden bir şey. Küçükken kardeşinin olması, hele de arada belli bir yaş farkı varsa, bazı durumlarda eksik hissetmene de yol açabiliyor. Sen abla oluyorsun falan gibi muhabbetler. :) Oysa sen de çocuksun ve senin de ilgiye ihtiyacın var. Ancak yaş büyüdükçe aradaki yaş farkının önemi azalıyor. Yine de kardeşimin kocaman genç bir kadına dönüşüyor olması beni şaşırtıyor. Çünkü o benim gözümde hala küçük kardeşim. :) Kavga ederken bile ona ''ben senin bebekliğini biliyorum beee'' muhabbetine girmiştim ahahahah, çünkü öyle. Ben onun her halini biliyorum. Çünkü o benim kardeşim. O da benim her halimi biliyor, çünkü ben onun ablasıyım. Ona kırılma nedenim de her halimi bilen kardeşimin, bu hayatta her zaman en yakın arkadaşım olacak kişinin, beni o noktadan yakalamasıydı. Gerçi temelde bir önemi yok, çünkü o da istemedi. O tatlı bir çocuk ve onunla barışınca resmen rahatladım. İyi ki kardeş istemişim diyorum. O benim ruhumu ferahlatan biri. (Arada kavga etsek de :).
Ne demek, her zaman sarılırım :)) Ya şaka bir yana ama o hissi biliyorum. Birine sarılma ihtiyacını. Bu çok normal bir şey. Ben üniversitede gidip durduk yere arkadaşlarıma sarılırdım da bir şey anlamazlardı ahahahah :) Sonra bu kız da böyle diye beni kabul ettiler ama öyle sarılmalar da olmuyor ki... İnsan, bazen gerçekten birine sarılmak istiyor. Hani bazen birine ihtiyaç duyarız ya... Ben hep benim için bir şey yapacak bile değil, sarılacak birine ihtiyacım olduğunu hissetmiştim. Gerçekten sarılacak. Ne drama oldu. :)
Aşk aslında tam da dediğin gibi çooook geniş anlamlı bir şey ama bu geniş anlam da kendi içinde özel anlamlara ayrılıyor. İşte romantik ilişki boyutundaki aşk da tarih boyunca en medyatik, en gözde, en merak edilen olanı. :) Oysa insan (ki bunu sildiğim 987651222 yazımda dile getirmiştim :) aslında, bence, hayatta gördüğü genel anlamdaki tüm bu aşkları biriyle paylaşmak istediğinde (ve tabi bazı biyolojik etkiler de devreye girmişse :) bu birine karşı olan romantik aşk oluyor. Sevdiğim bir şarkı var. Çok şirin bir şarkı. Ergenlikte çok dinlerdim ahahhaha :) Orada bir kısım var, çevirisini atayım:
''Bana sonsuza kadar söz verme,
Sadece beni her gün sev.
Geleceği kimse bilemez
Genciz ama sorun değil.
Çünkü sen her zaman benim bir parçam olacaksın.
Hayat ne getirirse getirsin.''
(Funny Little World, Alexander Rybak) :)
Bu parçayı klibi nedeniyle seviyorum en çok da. Ama öte yandan bu kısmı sevme nedenim, beni her gün yeniden yeniden sev, demesi. Sence de ''seni sonsuza kadar seveceğim'' cümlesinden daha gerçekçi değil mi? :)
Yani aşkın farklı biçimleri var tabi. Aniden parlayıp sönen... başka faktörlerle (güven, dayanışma, dostluk vs vs) yıllara yayılan... Ama aşk bence, en en en temeliyle, gördüğün her şeyin toplamıdır ve birine duyulan aşk (ki karşılıklı aşk dışında olanları aşktan kabul etmiyorum :) iki kişinin daha büyük bir dünya oluşturmasıdır diye düşünüyorum. Pek tabi bu da cesaret ister.
Ben belki de yalnız zamanlar geçirdiğimden ve biraz hayalci (ki doğru kelime bu değil)... işte ''Neptünlü :)'' biri olduğumdan, hep birini ummuştum. Önceden neyi umduğumu bilirdim. Ama zamanla, o hayal, gerçek yerine bir ideale dönüştü (yani kayboldu). Bu nedenle asla gerçek olmayacak çünkü içimde bir yeri kalmadı. Bu bana kendimi çok kötü hissettirdi, çünkü çok istediğim bir şeydi. Geçen gün kendime ''artık birine ihtiyacım yok'' cümlesini kurdum. Aslında tam da bu noktada insanın gerçekten aşka hazır olduğu söylenir ama ben öyle hissetmiyorum. İhtiyaçtan kastım neydi ben bile net değilim... Sadece, belki de, uyumlu olduğun kişi gelince bazı şeyler olur. Sen kendini yeterli hissettiğinde... Düşünmediğinde falan. Çünkü aşk, olan bir şey gibi duruyor; üstüne düşünülen değil. Bu benim için zor. Çünkü ben, her şeyin üzerine düşünürüm. :))
Her neyse. Güzel yorumun için ve yazımda beğendiğin noktalardan özellikle bahsettiğin için çok teşekkür ederim. Seni gerçekten özlemiştim. Bence de düşüncelerimiz benziyor. ''Yüzmeye devam et,'' mottosunu da sevdim. Çok çok sevgiler.
Bu arada aşkla ilgili şunu da eklemek isterim. Hazır olmak gerekiyor ya, yani alanının açık olması gerekiyor. Kendine çok odaklı biri mesela aşka izin veremez. Hani hep ''uygun, hatta düzgün, insan yok'' derler ya... Bence asıl sorun bu değil. Eğer kendini ve beklentini netleştirirsen uyumlu kişiyle bir noktada yolun kesişir diye düşünüyorum. Ancak işte sen gerçekten aşkı mı istiyorsun, aşk dolu bir ilişkiyi mi ona karar vermek lazım. Bence ikisi farklı şeyler. Bunlar kendime son aylarda (bu yıl :) itiraf ettiğim şeyler. Sadece aşk özelinde de değil, ben, enerjimi çok saçma yerlere hep dağıttığımdan (bunalım gibi :), artık kendime odaklanmak istediğime karar verdim. Hazır olmak mühim yani. Her konuda böyle tabi. İş için de, arkadaşlık için de... İsteklerini yaşamak için o istekleri alabilmeye açık olmalı ve hayatında o şeye alan açmalısın neticede.
SilSevgili İlkay, bence aşk hakkında da bir yazı yazabilirsiiin bana çokça iyi geldi yorumun ve düşüncelerimizin benzer olduğunu gördüm. “Beni her gün yeniden sev.” :) Bu cümleye bayıldım, ayrıca şarkıyı da dinleyeceğim mutlaka. Sanırım büyüdükçe insanın içinde ve dışında bazı katmanlar değişiyor ve sarsılıyor. Bakış açımızın değişmesiyle gerçek hayatın iç dünyamızdaki kadar saf, toz pembe olmadığını fark ediyoruz. Bu nedenle açıkçası ben de bakış açımı değiştirdim. Aşkın çok kutsal ve kıymetli olduğunu düşünürdüm ama sanırım benim aşk tanımımla günümüzdeki aşk tanımı arasında çok fazla fark var. Bunu son birkaç yılda fark ediyorum, bu nedenle içimdeki tanımı birinde bulabileceğimi yetişkinliğin getirdiği tecrübeyle zannetmiyorum. Sanırım o “aşk” tanımımı ya da parçamı kendimle doyurmayı seçtiğim bir süreçteyim. Çokça sevgilerimle <3
SilAslında aşk konusu özelinde uzun uzun hiç düşünmedim desem :)) Yani bu konuda söyleyecek çok şeyim olması zaten ayrıca komik (hiç gerçekten aşık olmadım :). Ama nasıl desem... Benim çocukluk hayalim aşık olmaktı hahahah :) Ciddiyim, hep en çok bunu istedim. Hep de içten içe birini ''çağırdım'', bazen geldi, gerçekten geldi ama aslında gelmedi. İçinde yer etmesi hali var ya... O gelmedi. Aslında ''kayboldu'' derken kastettiğim oydu ve beni üzen buydu. Onu kaybetmek istemediğimi fark ettim. Bu konuda bir şeyler derken hep ''yaşlandım'' derim :) Evet daha bu yaşta... Çünkü... Ben en son aşka yakın deneyim yaşadığımda saftiriktim ahhahahah :) O his öyle güzeldi ki... Sadece bana ait olan o his... (yani karşı taraf da hissetmiş olabilir ama benim hissim saftı diyorum) Onu gerçekten biriyle paylaşabilmek bile bana artık ütopik gelmeye başladı (aynı yoğunlukta aynı şeyi hissetmek...). Biriyle bağ kurmak elbette çok güzel olmalı. Ama benim istediğim... Neyse :) Ben de bunu istedim tabi ki ama benim gibi biraz, benim gibi biriyle işte. Aynı şeyleri istediğim biriyle. Birlikte büyüseydik ne güzel olurdu diye de düşünürüm. Ama biliyorum ki özellikle de bu noktada bu zor. Belki de ben, kendim büyüdükten sonra (içimin de yaşlanmasına izin vermemem gerek tabii oofff :) ''kendim gibi'' biriyle karşılaşacağım ve böyle bir şeyler olacak işte. Aslında aklımdaki imgenin bir görüntüsü bile yok. Sınırları yok. Yani birini beğenmemek de değildi. Sadece, o his hiç gelmedi. Gelseydi bana ilham olurdu. Gerçi gelmemesi de bana ilham oldu :) Ama bu benimle ilgili sanırım. Neyse bu nedenle de aşkı düşünmeden çok düşünmüşüm. Bu nedenle kendime yönelttim bu kavramı ve kendi üzerimden tanımladım hep. Belki de herkes bir şekilde bunu yapıyordur. Hayatlarında biri olsa da, olmasa da. Bir de ben, biri olsun diye olsun hiçbir zaman istemedim. Başıma dert mi alcam ahahahha :) Yani güzel tabi bunlar ama... anladın umarım. Ben sadece o hissi ve ortağımı istedim. Yine de olacağını biliyorum. Olmaması imkansız! Artık o kadar güldürüyor ki beni bu isteğim, işte açık açık burada bile yazıyorum. İnsan tek de mutlu olabilir de... biriyle de mutluluğunu paylaşabilir. Her neyse. Yanıtın için teşekkür ederim. Belki de zamanla ve hayat akarken olacaktır. Çok mutlu ol sen de <3
SilSon kez :)) şunu da eklemeliyim. Senin söylemek istediğini anladım. Çoğu durumda beklentiler farklı olur ve yaşadığımız çağda duygular dahil (ki çoğu kişinin -çok da bilmişimdir :)- hissetme kapasitesi düşüktür) pek çok yaşantı hızla tüketilir. Kişileri bile hızla tüketenler çok. İlişkiler de bundan nasibini alır. Ama ben böyle bir şey yaşamadım çünkü biraz sert bir duruşum ve deli bir yanım var :)) Yani her an ne tepki vereceğimi ben de bilmiyorum, öngörülmezim. Bende bir de ben ne istediğimi biliyorum tamam mııı yargılayıcılığı var (aslında biliyor muyum meçhul ama o yargılayıcı yapı var çünkü çok istedim bunu diye kendimde bu bakışı hak görüyorum sanırım). Her neyse, yani demek istediğini anladım.
SilAma... Birisiyle zaten yaşantın akarken en sağlıklı şekilde tanışırsın. Yani işte okul, kurs, iş veya gittiğin bir yer, ortak alanlar gibi. Ya da tabi bir ortamda da denk gelinebilir. Ama ortak bir yapıda karşılaşılır neticede. Ben genelde arkadaş olarak aşırı iyiyimdir. Ortak nokta bulursam birisiyle saatlerce sohbet edebilirim. Ama onlar genelde arkadaşım olur. Romantik partnerim de arkadaşım olmalı ama arkadaşım romantik partnerim olamaz. Bende böyle net bir çizgi vardır. Bu tercih meselesi tabi. Ama benim kendimde takıldığım yer işte tam olarak bu. Duygu eksikliği. Ya ben hissetmeme izin vermiyorum, ya da o hissi içimde kıpraştıracak (istediğim ölçüde) kişi tanımadım. Her ikisinden de biraz olabilir.
Tabi ki çok fazla romantik beklentilerle, yani bir şeyleri romantize ederek yaklaşmamak en sağlıklısı. Çünkü beklentiler uymayabilir ama karşıdaki kişi rol yapabilir ya da gerçeği net yansıtmaz. Sonra bu durum kişiyi üzebilir. Ya da benim nefret ettiğim ve adlarını asla tam olarak aklımda tutamadığım görmezden gelme, sevgiye boğma gibi manipüle yöntemlerine başvurabilir. (Benim ne tepki vereceğim belli olmaz derken bunu kastediyordum, bilerek yapmıyorum ama bazen tuhaf tepkiler veririm yani manyağım :). Yani bana bunlar gelmiyor. Bazen afedersin çok odun biri olduğumdan o an anlamıyorum bile karşıdaki kişinin manipülesini ya da öyle bir şeyini (bazen jestini bile anlamadığım olur :). Ki genelde böyle bir şeye de rastlamadım çünkü ciddi duran biriyim (gerçekten cadıyım galiba bööö :).
Ama mesela ben önceden ruh eşi kavramına bile baya baya inanıyordum :) Ama öyle çiçekli böcekli kalpli bir yerden hiç inanmadım onu söyleyim. Sadece ''the one'' olayına takıktım. Olgunlaştıkça esnemeyi öğrenmek zorunda kaldım. Çünkü bu gerçekçi değil ve aslında tam da bu beklenti bence kişiyi içinde aşk oranı yüksek olan bir romantik ilişkiden alıkoyan bir şey.
Şimdi mesela bu kadar yazdım ama bunun nedeni biraz dolmuş olmam. Şimdi yine biraz duruldu ama :) bir ara (yakında da bir ara) herkesin sevdiceği vardı yok artık. :) Aşktan kusacaktım vallahi. Allah mutlu etsin, yolları açık olsun, musmutlu olsunlar, asla kıskanmam ama... Yeteeeerr :) Neyse bir de ben birini direkt olarak aramıyorum. Karşıma çıkarsa ne güzel diyorum. Çünkü zaten doğru kişinin aramakla bulunmayacağını düşünüyorum.
Bazen uygun kişi gelmeyebilir. Biri canını sıkabilir veya ona kendi güzel umutların nedeniyle taşıyamayacağı beklentiler yükleyebilirsin. Yükleyebiliyoruz :) Ama, bunlar deneyim. Elbette büyük boyuta varmasın, elbette kişi kendini korumalı ama kalbini de kapatmamalı. Ki bunu benim demem de :))) Bunu da eklemek istedim. Çünkü ayrı bir yazı muhtemelen yazmam. Ne zaman aşktan bahsetsem o yazıdan korkuyorum ve siliyorum. İnsanlar okuyor diye mi çekiniyorum bilmem ama silesim geliyor işte. Yine de şimdi aklıma gelmişken içimde kalmasın diye yazıverdim :)
gece de sabah da okudum bu nefis yazını. baştan sona güldüm ve duygulandım. kardeşin ve çocukluk anıların öyle güzel ki :) zaten sana hep anlat derdim çocukluğunu :) yazın kardeşin ile küsüşmüştünüz evet. sarılıp unutmak ne güzel :) yl hımmm peki bakalım :) sevgi hakkında ne güzel yazdın :) alerji oley yaa içimize dert olmuştu o :) bu güzelim yazına dolu değil sakuralar yağsın :)
YanıtlaSilBu yorum beni gerçekten gülümsetti, teşekkür ederim <3 Açıkçası ben de bu yazımı birkaç kez okudum :') Bu tarz yazılarım kalbimden geliyor, bu nedenle ben de en çok onları seviyorum.
SilNe tatlı bir yazı olmuş. Ben kendimi bildim bileli kardeşim olduğu için (aramızda 1.5 yaş var) hiç kardeş özlemi çekmedim. 😅 Fakat kardeş erkekse sorunlar kat kat artıyor. Çünkü sen ablasın, sen kızsın alttan al diye diye büyütüldüm. Şimdi bile sıkıntımı kolay kolay annemlere anlatmam. Belki o yüzden hâlâ kardeşimle aramda daima bir mesafe olduğunu hissediyorum. Güzel güzel sohbet edebilen kardeşleri görünce özeniyorum. Neyse çok konuştum, kardeşinle anıların çok hoşmuş. Şimdikiler şanslı, benim doğru düzgün fotoğrafım da yok küçüklükten kalma. Gerçi günümüzde de anneler çocuğuna dair her şeyi herkesin gözüne sokmaya çalışıyor orası ayrı. Keyifli bir yazıydı, ben de sana sarılıyorum. :))
YanıtlaSilTeşekkür ederimm :) Kardeşimi keşke bana ilk kez kardeş isteyip istemediğimi sorduklarında isteseymişim diye düşündüğüm zamanlar oldu ahhahaha :) Yani aramızda daha az yaş farkı olurdu diye. Şimdi önemli değil ama küçükken fark oluyordu tabi. Ben aslında abla olmayı değil, birinin kardeşi olmayı isterdim daha çok. Yani işte yine kardeşim olsun da, benim de bir ablam veya abim (ama ona buna karışan tiplerden olmasın :) olsun isterdim. Bana yol gösterecek biri olsun isterdim. Gerçi ben kardeşime ne kadar yol gösterdim tartışılır :) Her neyse, yine de kardeşinin olmasının iyi yanları var. Hiçbir zaman gitmeyecek bir arkadaşın oluyor ve küssen bile bu bağı hiçbir şey zedeleyemez. Benim çok çocukluk fotoğrafım var :) Çocukluk fotoğraflarımı da çok severim. Hatta kendim gibi bir kızım olsun istiyordum bir ara ahahahh :) Şeker bir çocukmuşum diyelim :)) ama kardeşim daha prensesti. Benim teyzemle aramda çok yaş farkı yoktu aslında. Yani vardı da, teyze denecek kadar değil. Mesela benim kuzenlerimin geneliyle aramdaki yaş farkı çok daha fazla :)) Küçükken derslerime falan o çok yardım etti. Bir abla gibi :) Yine de kendi ablam olsa belki daha farklı bir his verirdi.
Silİ. den başka kardeşin var mı? durmadan ucu çıkan süpürgeyle kavga edip durdum :)
YanıtlaSilHayır yok :) Aslında tam da bu nedenle çok saçma bir şekilde uzamıştı bu küslük ve bu nedenle de saçma sapan davranmamaya karar verdim. Onun yaşında olduğum zamanları hatırlıyorum. Böyle de sanki yıllar yıllaaar geçmiş gibi dedim ama :) O benim gibi değil tabi ama onun yaşındayken ben birine ihtiyaç duyuyordum. O da duysun istemiyorum.
SilSüpürge konusunda da... Aslında başka bir ucu daha var ama o, köşeleri falan iyi süpürmüyor ondan kırık olanla cebelleşiyorum. Bizim de iyi olduğumuz konular var yaneee :)
his 3 daughters izliycem, tenkyu :)
YanıtlaSilİyi seyirleer :)
Sil