Yönetmen: Deniz Gamze Ergüven
Senarist: Deniz Gamze Ergüven, Alice Winocour
Yapımı: 2015 - Türkiye, Fransa, Almanya
''Git onlara de ki, kahve mi istiyorsunuz gidin kendiniz yapın. Sonra da çarp kapıyı suratlarına git!''
![]() |
| Kaynak: Pinterest |
Film, babaanneleri ve amcaları ile birlikte yaşayan beş kız kardeşin taşradaki hayatlarını anlatmaktadır. Ergenlik çağında olan bu kız kardeşler, yaşadıkları coğrafyanın onlara dayattığı kalıplara uymayı reddederler. Bu durum çevrenin onlar hakkında dedikodu yapmalarına neden olur. Tutucu bir çevre ve ailede yaşayan bu kızlar, gün geçtikçe daha da baskı altında kalırlar. Önce yaşadıkları ev, sonra hayatları bir hapishaneye dönüşür. Kardeşlerin en küçüğü olan Lale (Güneş Şensoy), birer birer evlendirilen ablalarının (İlayda Akdoğan, Tuğba Sunguroğlu, Elit İşcan, Doğa Zeynep Doğuşlu) kaderini yaşamayı reddeder. İstanbul'a tayini çıkmış öğretmenini bulmayı kafasına koyar.
Filmin çıkış noktası gerçekten etkileyici ve aslında günümüzde daha çok işlenmesi gerektiğini düşündüğüm önemli bir konuyu barındırıyor: Kadın sorunları veya ataerkil düşüncenin kadınlarla sorunları... Ancak filmin işlenişinin fazlasıyla Amerikan filmlerinin\ dizilerinin etkisinde kaldığını düşünüyorum. Bu durum da kültürel uyumsuzluğun yarattığı absürt his (ve aslında olmamışlık hissi) bir yana, karakterlerin ve öykünün gerçekçiliğini azaltmıştı. Bu kızlar sanki daha özgür bir ortamda doğup büyümüşler de hayatlarının bir noktasında, şimdi yaşadıkları bu tutucu çevreye gelmişler gibi bir akış hakimdi. Ancak bu kızlar anne babalarını kaybettikleri son on yılda zaten hep bu tutucu insanlarla dolu evde ve hatta kasabada büyümüş, yaşamış kızlardı. Böyle bir ortamda büyümüş çocukların bu kadar uç noktalarda düşünce sistemine sahip olmaları, e haliyle gerçekçi değil.
Gerçekçi olması gerekiyor muydu peki? Evet gerekiyordu. Eğer ki bir topluma has bir sorunu, bir algıyı eleştiriyor ve kurgu akışını bu şekilde planlıyorsan, o eleştirdiğin durumu kendi içinde ele alman ve kendi doğal akışı içinde dinamiklerini gösterip soruna çözüm getirmen veya sorunun neden olduğu olası sonuçları göstermen gerekiyor. Şimdi sen bir toplumun sorununu işleyim ama bunu o topluma taban tabana zıt (Amerika örneğini bu yüzden verdim) bir kültürün özellikleri ile bulamaç yapıp anlatayım dersen... e olmaz haliyle.
Öte yandan iyi ki böyle bir film var. Ciddiyim iyi ki bu film çekilmiş. Filmi çok sevdiğimi söyleyemem ama varlığı bana iyi geldi mi desem... Malesef kadınların ve kız çocuklarının yaşadığı sorunları işleyen yerli yapımların sayısı çok çok az (hatta pek aklıma gelmedi...) Oysa bu sorunlar, bitmesi bir kenara günümüzde bile hala azalmadığı gibi, bu sorunları katmerleyen ve ''topluma ayna tutuyoruz'' bahaneleriyle aslında güzellendiği bir sürü dizi film çekildi. Bu filmi beğenmemin tek nedeni de duyarlılığı diyebilirim. Çıkış noktası güzel olan, sürükleyici de olan, hoş bir film. Ancak olayların akışı fazla Batı etkisinde kaldığı için (üstelik Batı'nın toksik yanlarının etkisinde kalmış) etkileyici bulamadığım bir film oldu.
Oyuncuların performanslarını ise etkileyici bulmamakla birlikte, ben aslında etkileyici olmamasını etkileyici buldum diyebilirim. :) Doğal oynamışlar. Sanki gerçekten de yaşadıkları durumların şaşkınlığını hissediyorlarmış gibi oynamışlar. Alkışlatacak bir performansları ve hatta çabalarını bile göremedim ancak diyorum ya, bir genç kız nasılsa, öyle oynamışlar. Hayalleri olan, istekleri, beklentileri ve kızgınlıkları olan genç kızları oynamışlar kendileri de genç kızlar olan bu oyuncular. Bu, bağırarak gelen bir etkileyicilikten çok, doğallığın, hatta sıradanlığın verdiği bir etkileyicilikti benim gözümde.
En üzücüsü de malesef, filmin çekildiği yıldan bugüne on yıl geçmesine rağmen hala daha baskı ve zorlamayla okuldan aldırılan, erken yaşta evlendirilen, aslında temelde hayatlarını sadece başka birinin iki dudağı arasındaki karara göre yaşamak zorunda bırakılan kız çocuklarının ve kadınların var olması. Film, aslında bir trajediyi konu ediniyor.
Bu arada kızlardan en çok en küçük kızı, Lale'yi, sevdim. Keşke bu kadar küçük yaşta özgürlüğü için mücadele etmek zorunda kalmasaydı. Keşke okuluna gitmek için, ne bileyim çok sevdiği futbolu sahada izlemek için... bu kadar çaba harcamak, bunun derdine düşmek zorunda kalmasaydı. Filmde işlenen pek çok sahne gerçekten birilerinin yüzünü kızartmalı (özellikle bekaret sahneleri). Ancak malesef bu filmler bile aslında onları anlayabilecek yetkinlikteki insanlara yapılıyor. Tutucu bir bakış açısına sahip adama bir filmle bunları öğretemezsin... Ancak filmde gizli bir kahraman da var: Öğretmen. Öyle ki, film boyunca yalnızca iki sahnede gördüğümüz bu öğretmen, iki küçük kıza umut ışığı oluyor ve özgür ruhlu bir kız çocuğu o umuda tutunarak ona biçilecek kaderinden kaçıyor.
Öte yandan bu noktada dikkatimi çeken başka bir konu daha var. Kardeşler arasında kaderine ve hatta ablalarının kaderine karşı çıkan bu kız çocuğu aslında erkeklere has olarak belirlenmiş bazı davranışlardan ve aktivitelerden keyif alıyor, bunları merak ediyor. Araba sürmek, futbol ve evin çatısına tırmanmak gibi... Bunlardan bazılarını evden kaçmak için alıştırma olarak yapıyor ancak özgürlüğü aklına getirebilen, daha doğrusu farklı bir seçeneğin var olabileceğini düşünebilen tek karakter, tek kız çocuğu, erkeklerin sahasına indirgenmiş şeylerden keyif alan bu kız çocuğuydu. Ablaları okuldan alınmaya, dayak yemeye, hakaretler duymaya, eve hapsedilmeye, evlendirilmeye... kendilerini savunmak için bile olsa hiç bu küçük kız kadar ses çıkarmadılar. Neden? Bunu yönetmen bilerek mi böyle işledi, yoksa öyle mi denk geldi? Burada üstü örtük bir eleştiri olabilir mi? Öyleyse bile... neden erkek egemen bir toplumun kurallarını eleştirirken bile aslında erkeklere indirgenen davranış kalıplarına sahip bir karakterin özgürlüğünün altını çiziyoruz? Bir karakter gayet de kızlara has olarak ''görülen'' (bakın görülen diyorum altını çizerim) davranışları gösterse bile, özgürlüğü için mücadele etmiyor?
Bu detayın üstünde duruyorum çünkü bu da bence başka bir tabu. Bir karakter gayet de ''kadınlara biçilmiş'' davranış kalıplarından (süslenmek, makyaj yapmak, daha ''kız'' eşyalarından, oyuncaklarından, sohbetlerinden zevk almak vs.) hoşlanarak da özgür olmak için adım atabilir. Olaya biraz da bu pencereden mi baksak diyorum. Bu pencereden baksak, hatta bunu edebiyata, sinemaya, sanata yansıtsak ve bunun da olabildiği bir gerçekliği normal kabul edebilsek... Birinin özgür ruhlu olması veya en basitinden hakkını savunabilmesi için illa ''erkeksi'' davranış ve beğeni şablonunda olmasına gerek yok diye düşünüyorum (bakın bunlar kalıp yargı olduğu için bu ifadeleri tırnak içinde kullanıyorum, yoksa elbette bir kadın da futbolla ilgilenebilir ama sonuçta futbol erkeklerin alanındaymış gibi bir kalıp yargı zihinlere kazınmıştır).
Eleştiri getirebileceğim yönleri olsa da, dediğim gibi genel olarak varlığından memnun olduğum bir film oldu. Ama tabi keşke daha farklı bir dille ele alınsaydı bu konu...
Mustang Official Trailer 1 (2015) için tıklayabilirsiniz.
Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.

Senin gördüğün barı etkisini görmemiş olamazlar. Ama nedeni ne sormak lazım.
YanıtlaSilNeyi anlamadım
Sil