İşte bunu düşündüm. Nasıl biri olmak istediğimi. İçime gelen cevapsa, aslında nasıl biri olduğumdu.

 

En son ne zaman bir şey için sonuna kadar gittim gerçekten hatırlamıyorum. Bir noktada çabalarımın sonucunun beni tatmin etmemesi, aradıklarımı bulamamam, hep benden bekleneni yapmama rağmen boş bir çabada olduğumu idrak etmem gibi nedenler bende gerçekten hayattan soğuma olarak bir tesir yapmış. Bir şeyi gerçekten benim olmalı, bunu başarmalıyım vb türünden içimdeki hırslı yanı ortaya çıkaracak şekilde istediğim zamanı hatırlamıyorum. Bu yanımın hayaleti (çünkü galiba biraz ölmüş) ancak fikirlerimin küçümsendiğini hissettiğimde ve özgürlüğümün herhangi bir yolla kısıtlandığını veya kısıtlanma ihtimalinin bulunduğunu (öyle bir ihtimal olsun ya da olmasın) hissettiğimde açığa çıkıyor. İçimden inanılmaz bir dalga yükseliyor. Ancak bu dalga yapıcı olmaktan çok yıkıcı oluyor. En başta da beni.

Yüksek lisansı bırakmamın beni o kadar da etkilemediğini düşünüyordum. Bunun en önemli nedeni sürecin istediğim gibi gitmemesi ve yaptığım şeye en başta benim inancımın olmamasıydı. Arka planda irili ufaklı başka nedenler de vardı tabi ama ana neden yaptığım şeyi içimde kabul edemememdi muhtemelen. Çoğu kişi böyle şeylere takılmaz sanırım ancak benim hayata bakışım bu örnekteki bakıştan ibaret. Bir şeyi neden yaptığımı daha kendim bilmiyorsam neden yapayım ki, böyle düşünüyorum. Bu tatminsizliğimin bir nedeni de bu olmalı ve tabi zamanla ne istediğimi bilmeyen bir kabuğa dönüşmemin. Diğer bir sebep de, pek tabii, bu zamana kadar olabileceğim en mükemmel insan (çevremin beklentilerine göre :) olmama rağmen vaktiyle diri diri yakılmış bir cadıdan ileriye gidememem. Ben bir cadıyım sevgili okur. Cadılar da kendilerini açıklayamadan, ne kadar iyi şeyler yaparlarsa yapsınlar yakılmış kadınlardı. Bazen en yakınları tarafından. Tabii modern bir cadı olmanın ödettiği bedeller daha farklı ama özünde aynı.

Kendimi çoğu zaman bir kediye benzetmişimdir aslında. Yani ergenlik çocukluk arası dönemimden bu yana olsa gerek. Hatta bir keresinde ergenlik günlüğümde bile okumuştum. Kendimi bir sokak kedisine benzetmişim. Gerçekten de benziyorum bu arada. Tabi onlar da çeşit çeşit. Ama ben de özümde onlar gibi kendimi koruma mekanizmamı had safhada çalıştıran biriyim. Sanırım bu şaşkınlığımın bir nedeni de bu. Aslında 2025'te hissettiğim de bundan ibaretti. Hep kendimi savunmak zorunda kaldım. Benim gibi biri bile kendini savunmak zorunda kalıyorsa... çok aptalca. Benim gibi biri diyorum. Kulağa ne büyük geliyor... Ama değil. Çok aptallık ettim ben. Hep ''mükemmel'' oldum. Hep sevilmek istedim çünkü. Yanlış bir hayat stratejisi.

Aslında aklıma başka bir şey gelmişti. Sana onu yazacaktım. Ama sonra yazmayım dedim. Sonra bunları yazdım. Yeni yılda yazmak istemiyorum. Bunları yazan 2025 ve öncesindeki İlkay olsun. İçimde biraz bile ilham verebilecek bir şey olsaydı sana onları yazma sözü (belki) verirdim. Aslında olur da. Ben -belki de malesef- baktığım çoğu şeyde ilham görüyorum. Bu da hayatımı daha da dayanılmaz kılıyor. Artık böyle yaşayamıyorum. Öte yandan kendi ayaklarımla nefret edeceğim bir yaşama yürüme fikrinden çok korkuyorum. Hatta hayattaki en büyük korkum bu. Kısıtlanmak. Kısıtlı bir yaşam. İlhamlarımın içimde patlaması. (Yaşadığım hayat bu aslında). Bu beni yüksek lisans tezime bakışıma götürüyor: Hayatıma inanıyor muyum? Neden yaşıyorum? 2025 yılı boyunca bunu düşündüm. İlk altı ayında yoğun olarak (ve bu iyi bir fikir değildi sanırım). İkinci altı ayında meşguldüm ve biraz da kendimi savunmakla meşguldüm. Bu hayattan gitmek istedim en basit ifadeyle. Bunu asla yapamam. (Ama istedim, vücudum da sus artık dedi). Bunun da pek çok sebebi var. Ama sanırım ana sebep kendimi sevmem. Benim gibi biri bu dünyaya kolay gelmez. :)) Öte yandan bu, kalbimin kırıklığını hissetmemi engelleyemiyor.

Baksana, yıldızımla bile böyle şeyler konuşmam. Onunla ne konuşurum acaba? Konuşmak gibi değil de, hissetmek gibi. Onu özlediğimi hissediyorum. Hatta dün gece bile hissettim. Bu beni ağlattı biliyor musun? Bazen içimdeki eksiklik hissinden dolayı oluyor bu biliyorum. Ama bazen anlam veremediğim bir histen oluyor. Belki de ona bakınca kendimi görüyorumdur. Hayır, olabileceğim veya olmam gerektiğini düşündüğüm kişiyi değil. Kendimi. Şimdiki ve tüm zamanlardaki kendimi. Çünkü şimdi, tüm zamanlardır neticede.

İşte bugün bu aklıma geldi aslında. Sana bundan bahsedecektim. Sevilmezsem n'olur ki? Hiçbir şey. Zaten hiçbir zaman gerçekten sevildiğimi düşünmüyorum. Belki yüzeyde. Ama gerçekten değil. Benim kuruntum olduğunu sanmıyorum. Çünkü ben sevgiyi bilirim. Belki de ben çok derin sevdiğimden dolayı, kimsenin sevgisini yeterli görmüyorumdur. Hayır bu da değil (hatta gözlerimi devirdim ve kusmaya gidiyorum bir dakika). Sebep ilk söylediğim, gerçekten hiç sevilmemiş olmam. Bu yazıda bazı satırlar ufaktan kalbime dokundu ama bu kısım değil mesela. Sevilmezsem de bir şey olmaz sanırım. Hep gözüme batan, başkalarında gözüme batan şeyi ben yapıyorum zaten: Rol. Kötü bir oyuncuyu oynayan iyi bir oyuncu olmuşum yıllar içinde bunu fark ettim. İnsanlar genelde tersini yapar ama ben... Belki de sevilmekten korkmuşumdur. Ya da, sevilmeyeceğime inanmışımdır. Ya da, sevemeyeceğime inanmışımdır. Belki de hepsidir. Benim içimde çoğu şey sevgiyle ilgili.

Aomame'yi neden bu kadar çok sevdiğimi biliyorum. Kendisi olduğu için. Tüm o soğukluğu ve suratsızlığıyla bile, sadece kendisi olduğu için. Tamam belki o da kendini biraz sıkıyor ama yine de özü neyse o. Sevilmek için sevilesi birini oynamıyor. Buna rağmen seviliyor. Bak, onu ben bile sevdim. Ben eğlenceli biri değilim. Sıcakkanlı biri de. Soğuk olsam ne olur? Yerine göre tepkilerimiz tabi ki değişir ama herkesin bir tabiatı yok mudur? Benim tabiatım da böyle demek ki. Ne yapim tabiatım böyleee. :)

Birilerini görebilmek benim için hep kolay oldu. Güzelliği görebilmek. Sanırım bu nedenle bazen kolay sinirleniyorum. Çünkü ikiyüzlülüğe tahammülüm yok. Adaletsizliğe. Bunun gibi şeylere işte. İnsanların aydınlık ve karanlıkları vardır. Bunlar iyi veya kötü şeyler değil, bazı noktalarımızdır. Karanlıklar aslında gölgelerimizdir, göremediğimiz yanlarımız. O noktalarımızdan öfkeleniriz, kırılır, kinleniriz. Ben çoğu karanlığımı artık görünce tanıyorum. Başka insanlarda da görünce anlıyorum. Önceden daha iyimserdim. Daha çok aydınlığı görürdüm. Galiba saftım (muhtemelen). Çünkü kendi kör noktalarımla o kadar da tanışmamıştım. Sonra, hayal kırıklığı yaşadım. Çünkü ben, tüm karamsar yapıma rağmen adeta aydınlığı görmeye programlıydım. Bunun adı benim için ilhamdı. Ancak işte zamanla, bunun zıtlık olmadığını fark ettim. Tabi ki bu dünyada gerçekten iyi ve kötü mizaçlı insanlar ve iyi ve kötü olaylar var. Demek istediğim bu değil. Aydınlık ve karanlık, bununla ilgili değil. Bunu fark ettim. Önemli olan kör noktalara ışık tutmak. Böylece bilmek, fark etmek. Ve işte ilham. Sanırım benim ''sihirli'' gücüm bununla ilgiliymiş. Açlığım da temelde bununla ilgili. Acaba nasıl doyarım?

Her neyse, saçmalıyorum. (Aslında saçmalamıyorum ama sen öyle bil). Ne diyordum... Birbirinden aydınlık özelliklerimiz olsa bile, bunları herkes göremeyebilir veya herkes aynı oranda göremeyebilir. Belki de aydınlık dediğimiz özelliklerimizin parlaklığı bile sandığımız kadar göz alıcı değildir ancak bu da sorun değil. Bu bir yarış değil. Herkesin görmesine de gerek yok. Ama yine de sadece kendimiz görsek yeter de değil. Bu, hiçbir işe yaramaz. Yine de bilmelisin. Kendi aydınlığını, karanlığını bilmelisin. Sanırım bu hayat düzleminde bunları istediğin gibi gösterebilmek de bir yetenek. Bu, ikiyüzlülük değil. Artık rol yapmak istemiyorum. Açıkçası rol yaptığımı bilerek de rol yaptığım yoktu ama rol yapmadıysam ne yaptım? Kendimden kaçtım. Çünkü korktum. Çok korktum. Yüzleşmekten. Kendimle yüzleşmekten korktum. Kendim olmaktan korktum. Çünkü sevilmemekten korktuğuma inandım. Oysa mesele hiçbir zaman bu değildi, değil mi? Mesele, nedir yeğeeennn... tamam tamam. :) Mesele, yoktu. Korku sadece bir bahanedir. Kabul etmemek için. Görmeyi ve görülmeyi kabul etmemek için. Ve var etmeyi de. Bu dünya binyıllardır bir şeylerin var olmasıyla, bir şeylerin varlığıyla döndü. İşte aydınlık ve karanlıktan kastım da en temelinde bu. Her şey vardır.

Hayatta bana asıl buruk hissettiren deneyimlerim aslında yalnız hissetmekle veya ''başarısızlıkla'' ilgili olanlar değil. Asıl, gerçekten bir şeyleri isterken yeterince tırnaklarımı geçirmemiş olmak bana buruk hissettiriyor sanırım. İstediğim esas şey için daha çok gözümü karartmalıydım. İstediğim şeyi kendime net olarak söylemeli ve ne olursa olsun, hakkımda kim ne düşünürse düşünsün, onu gidip almalıydım. Yalnız kalacak olsam bile, yargılanacak olsam bile. Çünkü böyle bir yalnızlığın en azından bir amacı olurdu.

İşte bunu düşündüm. Nasıl biri olmak istediğimi. İçime gelen cevapsa, aslında nasıl biri olduğumdu.



4 yorum:

  1. İçteki dalgaları, kırılganlıkları ve sorgulamaları hissetmek güzel. Kendini cadı, kedi, hatta bazen yalnız bir yolcu gibi benzetmen çok güçlü metaforlar. Blogger'da eksik olan marjinal metaforlar, sen de fazlasıyla var ve bu benim çok hoşuma gidiyor. Belki de mesele dediğin gibi yoktur ancak senin meseleye bakışın, kendi tabiatını sahiplenişin çok kıymetli. Bazen en büyük başarı, kendimizi olduğumuz gibi anlatabilmek. Sen bunu iyi yapıyorsun cadı :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bazen böyle sadece kendimden akan bir şeyler yazınca gelebilecek yorumlar için geriliyorum. Çünkü yazdığım şey de aslında görmek istediğim düşüncemin kelime formundaki hali (cisimleştirme büyüsü, şşş :). Ancak mesela bu yazıma gelebilecek bir yorumun avuntu içerecek olması fikrinden biraz gerilmiştim. Bu nedenle yorumunuzu gördüğüm anda havada kaptım :) Teşekkür ederim bu hoş ziyaretiniz için.

      Sil
    2. Benim yorumumun avuntu gibi algılanmaması beni sevindirdi, çünkü aslında tabiat sahiplenişini takdir etmek istemiştim. Havada kapman da çok hoşuma gitti efenim :)

      Sil
  2. Tam bir sanatçı kişiliğiniz var. Çok derinlikli ve kendini iyi analiz edebilen, içgörü sahibi bir insansınız ve okurken birçok satırda da kendimi buldum :)

    Bu yazıyı da zannederim şunun için yazmış olmalısınız, içinizdeki kargaşayı somutlaştırıp uğurlamak için. Ben de aynısını yapıyorum zaman zaman. Ne kadar günü yaşıyor olsam da arkaplandaki uğultular bir noktadan sonra bir yerlerden sızmaya başlıyor, ben de onlar hakkında bir şeyler karalayıp bitiriyorum kafamda. Geçmiş gelecek şimdi. Korkular kaygılar pişmanlıklar. Doğrular ve yanlışlar. Eksikler ve fazlalıklar derken mevzuyu bir özetlemem gerekiyor bazen, kenara çekilip neymiş ne değilmiş görebilmem için.
    İnsan içinde bulunduğu hikayeyi enine boyuna bir tartmak, hesaplaşmak istiyor. Sonra da mevzuyu kafada okeyleyip uğurlamak. Bugüne kadar inşa ettiğimiz hikayeyle alacak vereceği bitirmek. Ve böylece geleceğe daha bütünü görmüş gözlerle bakabilmek için. Yapboz parçaları gibi, bu parça buraya uydu mu diye kontrol etmek gerekiyor ya, bunun için de önceden ekledigimiz parçaları anlamak, ortaya ne çıkmış ve ne çıkacakmış gibi görünüyor diye bir durup düşünmek gerekiyor arada. Ona göre de mevzuya bir yön verelim.

    Çok 'içimizdeki biz'in sesinden yazmışsınız, nasıl anlatsam bilemedim :) Böyle bir şeyler işte :)

    YanıtlaSil

Popüler Yayınlar