Luisa ve Sessizlik (Claudio Piersanti) | Kitap Yorumu

Yazar: Claudio Piersanti, Çevirmen: Semin Saytı,
Yayınevi: Can Yayınları

Luisa altmış yaşlarında tek başına yaşayan bir kadındır. Bir fabrikada muhasebe şefi olarak çalışan Luisa'nın yaşamındaki her şey yerli yerindedir. Hayatını birbirini takip eden rutinleriyle yaşayan Luisa'nın kitabın başlarında yaşamındaki düzeni sevdiğini ve tek başına sürdürdüğü yaşamının ona tanıdığı bağımsızlıktaki ayrıcalıklardan hoşlandığını görürüz. İşinde de oldukça başarılı olan bu kadın, içten içe huzursuzdur. Luisa, geçen yıllarını fark eder. Önce değişen çağa karşı aldığı cepheyle başlar bu farkındalık. Luisa çağın alışkanlıklarından ve özellikle de gürültücü gençlerden şikayetçidir. Ona göre bu değişim, önüne geçilemeyecek denli bir anda gerçekleşmiştir. Toplumsal işleyişe yönelik farkındalıklarının yerini zamanla kendi yaşamındaki biten durumlar alır. Luisa bir gün emekliye ayrılmaya karar verir. Hayatının yeni evresinde aradığı sessizliği bulmayı umar. Ancak değişen dünya ve değişen bedeninin işleyişine uyum sağlayamayarak bunalıma girer. Daha doğrusu hissettiği bunalım açığa çıkar. Kitap boyunca bir kadının sessiz tek başınalığının yerini gürültülü bir yalnızlığa bırakmasının öyküsünü okuyoruz.

Kitabı kütüphanede dolaşırken keşfettim. İlk başta ismi beni kendine çekmişti. Sonra ilk sayfasındaki giriş paragrafını okudum. Şöyle diyordu: ''Radyolu saat çaldığında, düşünde boşlukta asılı, uzun bir merdiven görüyordu. Saat tam altıydı. Luisa gözlerini açtı ve uzun zamandır tırmanmakta olduğu o merdivenin görüntüsü bir-iki saniye daha gözlerinin önünden silinmedi. Duvarları ve çatısı olmayan bir yapının iç merdiveniydi bu; yataklar, banyo ve mutfak kara bir boşlukta sallanır gibiydi. Bütün katlarda insanlar vardı ve yaşam neredeyse normal akışını sürdürüyordu. Tavan kirişlerine tırmanmış, maymun gibi birinden ötekine atlayan çocuklarını durmadan çağıran bir annenin öfkeli yüzünü anımsadı. Bir nakarat gibi boyuna, 'Rahat durun, aşağı düşeceksiniz, rahat durun,' diye yineliyordu. Ayrıntılarının çoğunu artık unuttuğu karmakarışık, devinimli, saçma sapan bir düştü, ama hiç de tatsız değildi. O baş döndürücü yapıda biriyle yaşıyordu. Ama kiminle? Renata'nınkiler gibi aynalı güneş gözlükleri olduğundan başka bir şey anımsamıyordu.''

Bu paragraf bana Luisa'nın hikayesini çok merak ettirmişti. Bu rüya, Luisa'nın kendi yaşamına bakışını özetliyor: Boşluk. Luisa kendini ne yaşadığı semte, ne işine, ne de bedenine ait hissediyor. Aslında Luisa'nın hissettiğinin yabancılaşma olduğunu söyleyemeyiz. Bir çeşit ait olmama hissi hissetse de, aslında onun düşünce ve tepkileri bizleri yabancılaşma durumuna götürmüyor. Luisa kendine başka bir yerde, başka birileriyle yeni bir yaşam da düşlemiyor. Luisa sadece sessizliği istediğini düşünüyor. Ancak çevresini saran gürültünün aslında onu koruduğunu kitap aktıkça fark ediyoruz. Bazen içimizde sessizliğin de ötesinde ıssızlık duyumsarız. Bu ıssızlık öyle farklı şekillerde gelebilir ki, biz kaybolduğumuzu fark edene değin bizi merkezine kadar çekebilir. Luisa mükemmeliyetçi bir kadındı. Mevcut durumuna adapte olamadığı için içindeki boşluklarla avunmaya çalışıyordu ama bu boşluklar önce psikolojik, sonra fiziksel olarak onu yıprattı. Luisa'nın çevresindeki diğer karakterler de kendi hayat koşuşturmacalarında zamanı dolduran ama bunu Luisa gibi derinden sorgulamadıkları için şikayetçi de olmayan insanlardı.

Her ne kadar Luisa pek de sevimli bir karakter olmasa ve ona karşı hissettiğim hisler karmaşık olsa da... sanırım en çok da onun hissettiği yalnızlık hissi beni etkiledi. Çünkü bu, çok insani bir his. Ancak bu hissi deneyimlerken insan kendini çok özel hissedebiliyor. O kadar özel hissedebiliyor ki, bu yalnızlık onu hasta edene kadar ona tutunmayı ve ondan beslenmeyi sürdürebiliyor. Tek başınalık bir çeşit kaçışa dönüştüğünde aslında yerini yalnızlığa bırakıyor. Luisa'nın sessizlik öyküsü de buna örnek olabilecek, sade ama derin bir hikaye. Kitabın yazarıyla da, karakteri olan Luisa ile de tanıştığıma memnunum. Ayrıca kitabın kapağına bayıldığımı eklemeliyim. Zaten Can Yayınları'nın üzerinde böyle eserlerin basılmış olduğu eski kapaklarını daha çok seviyorum.

Kitaplarla kalın.


ALINTILAR

Annesi hep, uyandıktan sonraki ilk saatin günün en güzel zamanı olduğunu söylerdi; ne kadar haklıydı. Daha çok küçükken denemişti: O bir saat içinde çalışılan ders, bütün bir öğleden sonra öğrenilene bedeldi. (Sayfa 12)


Kendini kötü hissetmiş, kimse farkına varmamıştı; tam tersine, yüzüne bile bakmadan, en küçük bir yakınlık göstermeden, kendi sorunlarını onun üstüne yıkmaya bakıyorlardı. (Sayfa 31)


Yüreklerinde haset olan insanlar vardır, istemeden varlıklarıyla çevrelerine zehir saçarlar. (Sayfa 42)


Düşündüklerini açık açık söylemek içini rahatlatmıştı, daha sık yapmalıydı bunu. (Sayfa 50)


Onlar gerçekten birbirlerine aittiler. Tanrı bilir, birbirlerinindiler. (Sayfa 64)


Herkesin bildiği gibi, insan zamanla acılaşır ve katılaşır. Ve iyi ki de öyledir. Ama babası bunu bilemezdi, çünkü o asla ihtiyarlamayacaktı. Belki duygular da insanın teni gibi soluyordu. Yavaş yavaş yüzümüzde kırışıklıklar ve lekeler beliriyor. Doğal bir yıkım bu. Kendi kendini suçlamaya hiç gerek yok. Duygularının yerine, onu böyle hiç korkmadan yürüten bir güç vardı içinde. (Sayfa 68)


Yılların korkusu zamanla gülünç olmuştu. (Sayfa 74)


Kendi kendine bir sır açıklar gibi, ne kadar yaşlandım, diye düşündü. Gözlerinin önünden ne çok, artık tarih olmuş dönemler geçiyordu. Açlığı tatmış, ineklerin çektiği arabalara binmiş, elektriği olmayan evler görmüş, hiç olmazsa geceleri egemen olan sessizliği dinlemişti. Cırcırböcekleri ve baykuşlar: Şimdi ise yalnız arabaları radyolu gençler vardı. (Sayfa 76)


Tıpkı panayırlarda olduğu gibi, bir yanda kazandıklarını söyleyip paraları gösteren, hatta tanık bile bulan dolandırıcılar ve hempaları, öte yandan da bunlara kanıp oynamaya başlayan enayiler ve onların arkasından gidenler vardır! (Sayfa 76)


Bir kez bu çok değer verdiği sessizliğe kavuştuktan sonra acaba her şey daha iyi mi olacaktı? Değişecek miydi? Özlediği sessizlik birden kafasında büyüyüp bir hayalet gibi belirginleşti ve çok geçmeden yine derin bir sessizliğe dönüştü. Çevresinde milyonlarca kilometrelik bir hiçlik vardı. (Sayfa 100)


İnsan iyice düşününce her zaman bir çıkar yol bulurdu. (Sayfa 108)


Kaybolduğu korkusu geçer geçmez bu duygunun hiç de kötü olmadığını düşündü; belki o korkuyu yaşamak hoş değildi, ama kaybolup yeniden yolunu bulmak pek zevkliydi. (Sayfa 128)


...dünyada görgüsüzlüğü örtebilecek giysi yoktu. (Sayfa 150)


''Tanrım,'' diye mırıldandı, ''biraz önce ne kadar iyi hissediyordum kendimi. Huzur içinde uyut beni. Amin. Bıktım artık. Çok şeyden hoşlandım, çok şeyi sevdim: güneşin batışını, istiridyeli spaghettiyi, şu anda yanımda açık duran mavi lambayı, arabamı, Renata'yı, kuşkusuz annemi, babamı; ama artık çok hastayım ve yalnızca uyumak bana iyi geliyor; üstelik yapayalnızım, başkalarını da düşünmem gerekmiyor. O hırsız kuzinimin beni bu halde görmesine engel olduğun için sana çok şükürler olsun. Seve seve gidiyorum bu dünyadan. Arkamda bıraktığım güzel şeylerin hiçbirinde gözüm yok. Ama bebeği kuzinim olacak karı aldıysa, yalvarırım at onu hırsızlar cehennemine. Hiç inanmıyorum, ama eğer Bruno aldıysa, o zaman bağışla onu, sen de bilirsin ne salak olduğunu o zavallının.'' (Sayfa 169)



Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Popüler Yayınlar