Hayattaki küçük anları fark etmeyi özlemişim. Hafif serin rüzgar, perdenin salınışı, dışarıdan gelen karmaşık sesler... Tamam çocuk çığırmaları veya inşaat sesleri duymayı tercih edeceğim sesler değiller ancak yine de, dış dünyanın uğultusunu uzaktan duymak da anlık bir farkındalık katıyor (çocuk sustu, inşaat durdu). Uzaktan geçen arabaların gaza abanışı veya frene basışı, kavislerden dönüşü... Uzaktan gelen araba seslerini dinlemeyi severim. Bana nedense dinginlik veriyor bu ses. Kaç araba geçiyor, o arabalarda kimler var bilmiyorum ve umurumda da değil ama yine de o arabaların sesleri bana sanırım farklı ihtimallerin varlığını anımsatıyor.
Yeniden düzenli olarak günlük yazmaya karar verdim. Bu sefer kendime bir yol arkadaşı belirlemeyeceğim. Doctor olmaktan da istifa ediyorum. Sevgili günlüğüne kelimelerini akıtan basit bir kızım. Bu yeterince romantize olan bir eylem, daha da anlam yüklemeye gerek yok. Buraya olsun, defterlerime olsun ben aslında kelimelerimi akıtmışım hep. Sonra bir bakmışım o kelimeler, his ve düşüncelere dönüşmüş. Kelimeler olmasaydı his ve düşüncelerimiz olmaz mıydı acaba? Düşüncelerimiz pek tabii olmazdı çünkü biz onların varlığını kelimeler olmadan tanımlayamazdık veya çok sınırlı bir şekilde sezebilirdik. Ama ya hisler? Kelimeler olmasaydı, sence onlar da olmaz mıydı? Yoksa tam tersi, hisler olmasaydı kelimeler mi olmazdı? Düşünceler ve hisler birbiriyle bağlantılı olsalar da ben genel kanının aksine onların birbirlerini doğurduklarına inanmıyorum. İkisinin kesişim noktaları var, kabul ediyorum; ancak yolları farklı.
Her dil bir alan açıyor insana. Ben tam olarak Türkçe gibi hissediyor ve düşünüyorum. Bir kökten sonsuz gövde... Sanırım Türkçe mantığında düşünmek benim alışkanlığım olmuş. Genelde tümevarım odaklı düşünür ve hatta hissederim. Başka bir dilin hissi nasıldır acaba? Ana dilin kadar iyi bildiğin Türkçe'nin dil yapısından bambaşka olan bir dil var mı? O dilin hislerini tanımlamayı öğrendin mi? Bunu yapabilen insanlar dünyayı daha geniş bir aralıktan duyuyorlardır belki de. Uzaktan geçen arabaların uğultusuna kadar. Hisler, sezgiler ve diller... bence çok fazla ortak noktaya sahipler.
Acaba hislerimi bir defterle paylaşmak nasıl hissettirecek? Bunu unutmuşum. Genelde burada yazıyordum. Günlük yazdığımda bile daha çok düşüncede kalırdı kelimelerim. Bence hisler, insanın dürüst olmasını sağlıyorlar. Yeni bir günlüğe başlamıştım. Gün gün yazmadım ama farklı zamanlarda iki gün bir şeyler karaladım. Sanırım artık hislerim düşüncelere dönüşüyorlar. Onlardan neyi beklemem gerektiğini biliyorum. Daha kontrollü birine dönüşüyorum ve bu beni memnun ediyor. Aslında dışarıdan hep kontrollü, belki fazla denetleyen biriydim ama iç dünyam... gelip bana da sorma, ben de bilmiyorum.
Biliyor musun, hissettiğim en baskın his hayal kırıklığı. Özel bir duruma özgü değil bu. Genel olarak. Bir tortu gibi. Önceden olsa hep böyle olacak of pof diye mızıklanırdım. O zaman bu tortu bu kadar kalın değildi, ondan o kadar rahatmışım. Şimdi üzerimde ilginç bir kabulleniş var. Sanırım insan zihni beklentilerini iyi ayarladığında huzura kavuşuyor. Zihin, güvende olmak ister ve aslında kaos yarattığında da arka plandaki sebep budur. Benim zihnim hep berraktı ama... sadece üzgündüm. Artık üzgün değil miyim bilmiyorum. Sanırım bunun pek bir anlamı kalmadı. Beklenti dedik ya... Artık küçük beklentilerim yok. Beni üzen onlardı herhalde. Çok küçük oldukları için üzülmüştüm. Kendine acır gibi değil. Kalbine hançer saplanır gibi değil. Üzüntü gibi üzüntü. Saf bir his. Pasparlak. Sanırım üzüntüm, onu dönüştürmem için orada parlamış. Zamanla üzüntümü bile sevdim. Bu nedenle artık parlak bir üzüntüm yok. Bir yaranın üstünün kapanması gibi. Artık onu görmüyorum. Acaba yok mu oldu veya dönüştü mü, yoksa o, en başından beri farklı bir şey miydi?
Sanırım başka birisi olmanın nasıl bir şey olacağını merak ettim. İnsanın pek çok parçası vardır. Hiç kimse tek bir şey değildir. En azından ben, hala daha buna inanan bir safım. Ben de gölgede kalmış parçalarımı büyütmenin ve parlatmanın nasıl olacağını merak ettim. Güzel oldu. Ama huzursuz hissettim ve önceden olsa daha iyiydi. Ben neşeli, eğlenceli veya umutlu bir parlaklığa sahip değilim. Benimkisi hüzünlü bir parlaklık. Ben buyum demiyorum ama benim içimde baskın olan şey bu bence. Geçici hisler vardır, onu kastetmiyorum. Beni anladın biliyorum. Herkes aslında içindeki parlaklığı tanır.
Bu nedenle hissettiğim şeyleri kelimelere tercüme etmemeye karar verdim. Hisler hissetmek içindir, kelimeler iletişim için. Belki bir gün başkalarının hislerini yazarım. Sanırım içimdeki ateş bekleyerek yanmayacak. Belki de hiçbir zaman yanmaz. Yine de, ateşin yanmasa bile, bir şeyleri deneyebilirsin. Kendime bunu söylüyorum. Bir şeylerin istediğim gibi olmasının garantisi yok. Bu nedenle de kelimelere değil, hislere yönelmeye ve açık olmaya, denemeye karar verdim. Artık kimseye kırgın da değilim. Kimse canımı da sıkmıyor. Çünkü neyi beklemem gerektiğini anladım. Küskün bir tavırla değil, mantıklı bir şekilde.
Yüzeysel bağları eleştirirken, derin bir bağın nasıl hissettirebileceğini düşünemez oldum. Sanırım artık bunu takıntı haline getirmeyi ve kelimelerle hissetmeyi bırakıyorum. Kavramları bırakıyorum.
Hayatın içinde olmak insana iyi gelen şey. Ve izin vermek, yaşama izin vermek... kontrol etme kaygısını bırakmak. Açık olmak açık olmak açık olmak. Sevmediğin şeyler olsa bile, hüzünlendiğin şeyler olsa bile, açık olmak ve böyle yaşamak.
Bence gerçek umut da böyle bir şey.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder