Bu hafta fark ettiklerim.


Bu hafta benim zihinsel olarak yorulduğum bir haftaydı. Aslında büyük oranda bazı durumları kendi içimde bile olsa çözdüğümü düşünüyordum. Ancak sonra, çok düşünmeye başladım. Sağlıksız bir şekilde çok düşünmeyi kastediyorum. Normal stabil yapımda bu yok. Yani bir şeyi bu şekilde uzun uzun düşünmem ben. Aynı yazılarım gibi üstünde durmadan pek çok şeyi aynı anda düşünürüm ve meditasyon geçmişim olmasından mı bilmem, çoğunlukla (eğer bu düşünceler hislerimle desteklenmiyorsa) onların geçip gitmesine izin veririm. Çünkü düşünceler sadece düşüncedir, anlıyor musun? Sana dokunamazlar. Sen onlara dokunursan, onları tutarsan, onları benimsersin ve en azından o zaman dilimindeki gerçeğin yaparsın. Ben bunun farkındayım, çünkü düşünceler üzerine çok fazla düşündüm. Ancak buna rağmen, bu hafta, başımı ağrıtacak kadar bir şeye takıldım. Neden böyle olduğu konusunda kendime bahane bile uydurmuştum ancak sonrasında nedenin dışsal bir neden olmadığını, benden, benim içimden kaynaklandığını kabul ettim. Sonra gitti. Düşünce beni bıraktı; çünkü zaten, beni tutan o değilmiş...

Bununla yüzleşmek de aslında zor bir durum. Yani insan, egosu olan bir varlık. Bu nedenle kendini korumak için dış etkilere sığınmak en azından ilk etapta kolay gelebiliyor. Oysa çoğu şey aslında bizim kendi kabullerimizden kaynaklanıyor. Bu kabulleri reddettikçe, onlardan kurtulamıyoruz. Kendimi bu hafta böyle hissetmiş olmam, yapacağım işlere bile bu nedenle odaklanamamam beni sinirlendirdi açıkçası. Bu nedenle bu düşündüğüm şeyi daha da çok düşünür oldum. Düşündükçe daha da odaklanamadım. Hatta uyuyamadım. Sonra fark ettim ki, bu düşünce aslında sadece görünen bu halinden ibaret değilmiş. Bu noktada tarottan destek aldım. :) Bana, bu düşüncenin nedenini söylemesini bekledim. Söyledi de ancak bu cevaba da sinirlendim. :) Egom kırıldı. Kabullerim kırıldı. Bu düşünceyi bu kadar çok fazla düşünme nedenim, onun benim kabullerimi kırmasıymış. Beni iyileştirmesiymiş. Acı bir ilaç gibi. Bu nedenle, hala tam iyileşemediğim için, onu bu kadar şiddetli bir şekilde düşünmüşüm. 

Kardeşimle kötü ayrıldık. Başka bir şehre okumaya gitti. Sanırım beni biraz bu da incitti. Beni anlayacağını umuyorum. Anlamazsan da sorun değil, değil; çünkü beni anlamanı önemsiyorum. Kardeşime kırılmıştım. Sadece ona kırıldım sanırım. Ona anlattığım halde, gördüğü halde, hatta anladığı halde... anlamamayı seçtiği için. Belki aramız bir gün düzelir ama sanırım ne onu, ne de başkalarıyla olan bazı kırgınlıklarımı affedemeyeceğim. En azından bunu tek başıma yapacak güce sahip değilim.

Hala alerji ilacı içiyorum. Ama bir kutusu bitti ve ikinci kutu biterse elimde ilacım kalmaz. Doktora bir daha gitmek istemiyorum, çünkü beni bezdirdiler. Aslında ilaç içtiğim için kızarıklık ve kaşıntı artık olmuyordu ama bu hafta yine çok düşündüm, uykusuz kaldım ve üzüldüm diye ilaç içtiğimde bile bazı noktalarım kaşıntı olmasa da hafif hafif kızarıyor. Bunu istemiyorum. Kendime bunu yapmak istemiyorum. Bir de fiziksel olarak bir daha o kadar şiddetli alerjik reaksiyon yaşamak da istemiyorum. O yüzden bu konuyu veya bana yük olan herhangi bir konuyu kapatacağım. Burada da, kendi içimde de. Orada dursa bile, kapalı duracak. Çünkü her şeyi tek başıma düzeltemem. Artık bunu kabul ediyorum.

Birinden yardım istemek benim için hep çok zor olmuştur. Birine izin vermek, alan açmak. Sonra yalnızım diye mızıklanıyorum. :) Aslında yalnız değilim; çünkü yalnız mıyım değil miyim bunu görmek için hiç izin vermedim. Ufak ufak denemeler yaptığımda hemen geri çekildim. İnsanların kendi kişilikleri olduğunu, benim düşüncelerimden ve beklentilerimden ayrı bir varlıklarının bulunduğunu bilsem de, gerçekçi bir şekilde bunu kabul edemedim. Çünkü incinmekten korkmuşum, bunu fark ettim. İncinmekten o kadar çok korkmuşum ki, kendimi kırılgan bir şeyin içine hapsetmişim. Bu şey ne bilmiyorum. Bahaneler gibi bir şey değil. Evet o da var ama bu başlangıç aşamasında vardır. İnsan, bahanelerini bir noktada görür. Görse de ellemeyebilir tabi ama ben elleyenlerdenim. :) Yani, bahanelerimle belli ölçülerde yüzleştim. Buna rağmen bu kırılgan şeyin içinden çıkmak kolay değil. Sanırım bu kırılgan şeyin adı... inanç. Ben, inanmıyorum güzel şeylerin beni bulacağına. Bu nedenle de güvenmiyorum. Ne insanlara, ne kadere, ne kendime. 

Instagramda karşıma tarotla ilgili içerikler çıkıyordu bazen. Şimdi özellikle de reelsleri beğendikçe, daha çok çıkmaya başladı. Sana tarot kartlarıyla ilgili de yazılar yazmak istiyordum ama kimsenin ilgisini çekmeyebilir ve insanlar bu konulara genellikle tepeden veya önyargıyla baktıkları için bunu boşvermiştim. Oysa bunu, her zamanki gibi, en başta kendim için yapabileceğimi düşünüyorum. Çünkü ben iyi tarot falı bakamam. Zaten tarot faldan ziyade, enerji okumasıdır. Enerjileri okuyabilirim ama gaipten bilgi veremem. Zaten kimse veremez ama yakın gelecek olasılıkları bulunabilir. Bense, tarot konusunda onun felsefi arka planını görebildiğimi düşünüyorum. Zaten tarota ilgim de bu şekilde başlamıştı. Kartların hikayesini çok merak etmiştim. 

Bazı kartlar gerçekten sevimsizdir. Bazıları ise yıkıcıdır. Aslında tek bir kart bir okumada tek başına çok bir anlam ifade etmez. Önemli olan kartların okumadaki dizilimleridir. Yine de buna rağmen bazı kartlar olumsuz etki taşır işte. Bu etkiler, tıpkı yazımın başında da anlattığım gibi, aslında sadece kişiyi uyarmak niyetindedir. Tarot insana kendisini gösterir. Yani, kim için okuma yapıyorsan onu gösterir. Çünkü dedim ya, tarot bir fal değil enerji okumasıdır. Enerjiler değiştiği için de okuma değişim gösterir. Bu nedenle uzun vadeli okumalar gerçekçi değildir. İlgimi çeken birkaç kart var. Genelde korkulan veya yüz buruşturulan kartlar. Bunlardan bazıları aklıma geliyordu geçtiğimiz süreçlerde. Yıkılan kule geldi önce. Onun üzerine zihnimin arka planında düşünmeye başlamışım fark etmeden. Sonra ölüm kartı geldi. En sonda da, kılıç üçlüsü.

Kılıç üçlüsü aslında bir açılımda çıkmasını istemeyeceğimiz bir kart. Çünkü ihanet, kalp kırıklığı, üzüntü anlamlarına gelir. Ancak kartın arka planına baktığımızda, aslında bize üzüntümüzün nedenini de söylemektedir. Üç sayısı bir ve ikinin toplamıdır. Kılıç serisi ise zihni yani düşünceleri temsil eder. Kılıç ası, düşünce düzeyinde gelen bir ilhamdır. Kılıç olduğu için keskindir ve anidir. Bir anda gelir ve gidebilir. Kılıç, yapısı itibariyle saplanan bir nesnedir. Tıpkı düşünceler gibi... Kılıç ikilisi ise gözleri bağlı bir figürün önündeki çapraz iki kılıcın gösterimiyle temsil edilir. Yani kişi, gerçeği görememektedir çünkü gözleri bağlıdır ve önündeki ikilik (kılıç olduğu için düşünce ikiliği) ona gerçeği göstermez. İlginçtir, bu çizim ile büyük arkana serisinden Azize kartının çizimi birbirine çok benzer. Azize, ilahi bilgiye açık bir kadındır. Kartın temsilinde bir kadın (bir rahibe) ön plandadır ve arkasında siyah ve beyaz iki sütun belirmiştir. Azize'nin gözleri açıktır ve doğrudan karşıya, kartı okuyan kişiye bakar. Azize gören kişidir; kılıç ikilisinde ise karakterin gözleri bağlıdır ve düşüncelerinin esiri olmuştur. Eğer gözlerini açıp tıpkı Azize enerjisinde olduğu gibi ikiliklerin aslında illüzyondan ibaret olduğunu görürse, dengeyi bulur.

Kılıç üçlüsü ise kılıç ası ve kılıç ikilisi kartlarının enerjisini içerisinde taşıyor gibi geliyor bana. Kalp kırıklığının sebebi ne, bunu düşünmelisin diyor gibi. (Tabi ihaneti simgeliyorsa o ayrı ve o artık işin ''fal'' kısmına giriyor bu nedenle üstünde durmayacağım). Kalp kırıklıklarımız öcü değildir. Elbette onlarla yüzleşmek zaman alan bir şeydir. Bazen bunu tek başımıza tam olarak yapamayabiliriz de. Çünkü biz insanız. Biz bazen, gözlerimizin bağlı olduğunu bile biliriz. Çoğu zaman bir noktadan sonra bunu anlarız da aslında. Göklerden bir kılıç asının indiğini görmeyiz belki ama beynimizde bir ses bize keskin bir fikri fısıldar: Gerçeği. Kendimizden sakladığımız o gerçeği aslında derinlerde sezeriz. Belki kabul etmek o zaman için bize fazla gelir ve hatta belki böylesi bizi korur bile. Her şeyin bir zamanı vardır. Tarot kartları da bunun öyküsünü anlatıyor işte. Birbirlerinin üzerlerine eklenerek bir seri oluşturuyorlar. İnsanlar da böyledir. İnsanlar da böyleyiz. Hep iyiye gideceğiz diye de bir şey yok. İyi dediğimiz şey, sadece bizim hormonlarımızla ilgili bir şey. Bize esenlik duygusu veren bir şey ve evet bu istendik bir durum ancak yaşadığımız olumsuzluklarla baş edebilme mekanizmasını da aslında bu bazen bir sebebi bile olmadığına inandığımız iç sıkıntıları, belki de bir sebebi olan kalp kırıklıkları ile kazanıyoruz. Yani... deneyim ile. Bu dünya bundan ibaret: Deneyim.

Seninle eski mutluluk yazılarımı paylaşmıştım ancak gözünde bir film karakteri gibi görünmek istemedim. Çok güzel, insanı gülümsetebilecek şeyler yazmış olsam da... belki farkındalık oluşturan şeyler... (en azından yazdıklarımı yeniden okuduğumda bendeki etkisi bu olmuştu :) Bu gerçekçi değil. Bu sadece bir yazı. Yazılar dizisi. Bu kadar. İnsan, karmaşık bir varlık. Bu nedenle kendimizi çözemiyoruz bence. Çünkü bu biraz boş bir çaba. Ucu bucağı yok. Bence olmamalı da. Yoksa çok sıkıcı olmaz mıydı? Burası son denilse, bu kadar, kendini keşfettin bitti denilse... Ben Amerika değilim! derim. :) Ben, bir insanım.

İnsan, güzel şeyleri de görebilir bunda da bir sıkıntı yok. Hatta bunu yapabilmek güzel bir yetenek ve her yetenek gibi geliştirilebilir. Tamam kabul ediyorum, bazı insanlar daha açıktır görmeye sezmeye. Ancak herkes, bu dünya üzerinde nefes alıp veren herkes, görebilir. Güzelliği. Güzelini. Kendi güzelini görebilir. Sadece içinden dışına taşan bir güzelliği. Ona öğretilmemiş, zaten bildiği bir güzelliği. Bunu görebilir. Belki bir kıpırtı gibi, belki seller tayfunlar volkanlar gibi. Her insan her zaman aynı şekilde de göremez. Bazen otomatik yaşarsın. Kendini bir şeye veya şeylere odaklarsın. Bunda da sıkıntı yok. Çünkü hayatını yürütmek zorundasın. Ama yine de, böyle olduğunda bile, kıpırtı oradadır. Hadi dur dinle: Güm güm. Kalp güzel bir organ. Çünkü tekdüze değil. Sesi hep değişir. Bazen hızlı konuşur, bazen yavaş. Bu hayatta sesini en çok sevdiğim şey de odur: Kalp. Kendi kalbim. Başkalarının kalbi. Ben bu hayatta en çok onun sesini duymayı sevdim. Çünkü sadece kendisi gibi. Sadece, kendisi. Kalpten öğreneceğimiz çok şey var!

Bu uzun bir yazı olsa da, yazının sonuna eskiden yazdığım mutluluk yazılarını da eklemek istiyorum. Aslında bunun için ayrı bir yazı yayınlayabilirdim ancak bu, şimdi yazdıklarımın dışında bir yaklaşım olur. Ben, her şeyin iç içe olduğunu kabul ederek yüksek hissedeceğimiz hislere kendimizi açmamızın insani bir davranış olduğunu vurgulamak istedim. Belki doğrudur, belki yanlış. Belki bu fikrim değişir, belki değişmez ama dönüşür, veya belki de aynı kalır. Bilemem. 

İnsan her şeyi bilemez. Zaman bunun için var.

Diğer yandan... beklemek çözüm değil. Bekleyerek sadece düşünsel ilerleme kaydedersin ve bu bazen seni olduğun yere daha da çiviler. Bu da başka tip bir illüzyon ve ben bundan çıkmaya direndiğim için böyle dağılmış olduğum bir hafta geçirdim sanırım. Aslında başlangıçta gayet iyiydim ama sonra nazara mı geldim noldum ya :( Sana yazdığım Umut başlıklı yazımda söylediklerimin de arkasındayım. Ama işte, bunlar sadece zihinde olan şeyler. Yaşamak için dışarı çıkmaları lazım.

Dün yine de... elimde hafif hafif kızarıklık gördüğümde titredim ve kendimle göz göze geldim. Bu hayatta benim için benden daha değerli hiçbir şey olamaz ve olmamalı da. Üstelik ben, kendi içimde her şeye sahibim. Ben, bana sahibim. Ben bana aidim. Bunu kendime hatırlatmaktan da yoruldum ama hala daha bunu hatırlatmam, hatta kendime haykırmam gerekiyor. Belki de bu nedenle içselleştiremiyorum... Tabi ki istediğim diğer her şeyle de birlikte olacağım. Aşksa aşk, işse iş. İstediğim her şeyi hayal bile edemeyeceğim kadar güzel bir şekilde yaşayacağım. Çünkü ben hep benimle olacağım. Diğer şeyler değişse bile, bu değişmeyecek ve bu nedenle ben hep kendimi seveceğim. 

Sevilmek istediğim şekilde, kendimi seveceğim.


MUTLULUK YAZILARIM

(16.04.22)

Özellikle de açık havalarda, göğe uzanan uzun ağaçların dallarındaki yeşil yaprakların arasından kendini gösteren güneş ışınları,

Güneşin gökyüzündeki ağaç yapraklarını ve yeryüzündeki çiçeklerle çimenleri parlatmasını,

Dalgaların üzerine düşen ışıkların parıltılar saçmasını, 

-kısa bir mola-

Buradan anlıyoruz ki bu hafta ışık beni mutlu etmiş :)

-mola bitti-

Kitapların konuşulduğu bir derste bulunmanın üstümde bıraktığı coşku, -evet, coşku beni mutlu etti, mutluluk eşittir coşku değil yani, coşkulu olma halinin sonucu mutluluk, nedeni değil, en azından bu seferlik-

Küçük çocuklar,

Yerde zıplayan küçük kuşlar,

Binaların açıklıklarına, pencere kenarlarına ve aslında alelade bir yere konmuş güvercinler, -sadece var olarak bile güzellik saçmıyorlar mı? bunu başkasına desem garipser, ama sana güveniyorum ;)))-

İstediğin kadar iyi geçmeyen sınavlardan yüksek not almak -işte bu gerçek mutluluk, coşkunluk, uçuş sebebi :) bir de bunu otobüste öğrendim, ne tepki verdim Allah bilir-

Sevdiğin birinden gelen sevdiğin bir eşya taşımak, bu eşya minicik bile olsa, -çünkü kocaman mutlu eder-

Vizelerin -sınavların- bitmesi -çalışırken ruhumu teslim ediyordum, neden bu kadar zorlandım bilemedim-

Yeşillik bir alanda meditasyon yapmak -meditasyon dediğim de gözünü kapatıp öylece dinlemek, ben dalga ve kuş sesi dinlemiştim, gerçek yaşamdan gelen sesler ama, yapay da dinlenirdi tabi de, gerçeği varken yapay niye dinleyim :)-

bu hafta beni mutlu etti.

-yalnız azıcık ucundan kafiyeler, bi'şeyler yaptım yine sanırım :)-

 

(21.04.22)

Mutluluk bitter çikolata yemek gibi bir şeymiş. Başta ''neden sütlü çikolata yok ki evde'' diye burun kıvırsan da, ağzına aldıktan sonra tüm önyargıların yerle bir olurmuş.

Mutluluk sıkılacağını düşünüp okumayı erteledikçe ertelediğin bir kitabı okurken hızını alamayıp notlar alma aşamasına geçecek kadar kendini kaptırarak okuma yapmak gibi bir şeymiş. 

-kısa bir mola-

Neymiş; önyargılar ışın kılıcıyla, hayır hayır hayır, deneme yapmanın keskin kılıcıyla alt edilip geçilip gidilinmesi gereken bir şeymiş.

-mola sonu-

Mutluluk kötü geçeceğini düşündüğün ve grilerin birbirine karıştığı, bulutların iç içe geçmekten ayırt bile edilemediği bir gökyüzünün hakim olduğu bir günde dışarı çıkıp yeşillerin birbirine karıştığı ağaçlarla bezeli bir yola sapmak ve öylece yürümek gibi bir şeymiş. Birkaç saate de bulutlar dağılırmış zaten. -ve gerçekten de dağılmış.-

Mutluluk beklemediğin anda çat kapı ziyaretine gelen ilham perilerini içeri buyur etmek gibi bir şeymiş. ''Ama evde de bir şey yok ki,'' demene bile gerek kalmadan üstelik. Çünkü bilgisayarın hali hazırda açıkmış. Wordü açıp evrenin sonuna kadar yardırıp gidebilirmişsin gönlünce. -ilham perileri bu sefer gücenip gitmediler de, uzun zamandan sonra öykü yazmaya başladım, şükür.-

Mutluluk mutlu olmayı iş (kılış) fiillerinde arayan bir dünyalının, aslında durum ve oluş fiillerinin de mutluluk verebildiğini fark etmesi gibi bir şeymiş. -bakın, bu etkinlik başladı başlayalı 'elle tutulur' yani bir iş bildiren eylemlerden bahsetmiyorum. varsa yoksa çiçek böcek dağ taşın özne olduğu durgun eylemler. çünkü öylece gerçekleşen şeyler beni mutlu ediyor-muş.-

Mutluluk farkına varışların toplamı gibi bir şeymiş. Misal, cümlede vurgu konusunu kağıt ve wordden hayata taşımayı öğrenmeye -en azından- istekli olmak gibi bir şeymiş. Çünkü kelimenin yeri değişince cümlenin etkisi de değişirmiş. -örneğin; Okula dün gittim'' cümlesinde vurgu dün kelimesiyle zamanda yani zarf tamlayıcısındayken; ''Dün okula gittim'' cümlesinde okula kelimesiyle mekanda yani yer tamlayıcısında, gibi.- 

Tam bu noktada gözüme çarpan başka bir cümle var: 

''Seni heyecanlandırıp mutlu eden şey ne?'' cümlesi ile

''Seni mutlu edip heyecanlandıran şey ne?'' cümlesinin

sen de bıraktığı etki aynı mı? Bende değil de...

Mutluluk tatlı bir müzik eşliğinde dans etmek gibi bir şeymiş.

 

(22.04.22)

Mutluluk açık bir yürek gibi bir şeymiş. Yüreğinin kapılarını açmak ve sadece olduğun gibi olmak gibi bir şey. Sonra üşüyüp kapıları pencereleri kapatsan bile, içerideki is kokusunun yerini güzel bahar havasının aldığını fark etmek gibi bir şey.

Bir karakter var; uzun zaman önce bir kere, çok da uzun zaman önce olmayan bir zamanda ikinci kere okuduğum bir serideki fantastik bir dünyanın fantastik olmayı reddeden ana karakteri. Alina Starkov. Grisha serisinden. Alina özel güçleri olan bir karakter. Dört elementin de ötesine geçip ışığa hükmedebiliyor. Ama koca seri boyunca Grisha olmayı gerçekten hiçbir zaman istemedi. Yer yer gücünü kullandı, yer yer kaçtı. Kaçtı çünkü kendisi olması için bir şeylerden vazgeçmesi gerektiğini düşünüyordu. Oysa kendimiz olduğumuzda vazgeçmemiz gerekenler aslında sahiden bize mi aitlerdir? Peki bize ait derken aslında kastettiğimiz nedir?

Sence de yaşamda fazlasıyla eğlenceli olan çok fazla şey yok mu? Neden sadece var olanı hafifçe okşamak, onunla birkaç tur dans etmek; bazen ona hafifçe gülümsemek, bazense kocaman sarılmak yerine o şeye, ''benim'' demek isteriz? Mutlu olmak için illa bir şeye sahip mi olmamız gerekir? Evet bir şeylere sahip olmayı da isteyebiliriz. Bu şey mutlu da edebilir bizi. Açığa çıkan bu duygu, hayattaki en doğal şeylerin başında gelenlerden bir gerçek de olabilir. Ama neden soyut şeyleri bile somutlaştırma çabasına girişiriz? Peki neden bir şeyler kötü gidiyor diye veya birileri kötü diye; iyi olan şeylere hakkını vermeyiz? Peki her şey net midir, keskin sınırları mı vardır? Sınır derken kastedilen nedir? O sınırları koyan kimdir? 

''...tahminimce her şey var ve yokların içinde saklı.'' diyor Alper Canıgüz'ün bir karakteri. Oğullar ve Rencide Ruhlar'ı okuyalı uzun zaman oldu. Bir yazarla adaş olan kitabın büyümüş de küçülmüş ana karakteri Alper'i, bir de bu alıntıyı hiç unutmadım. Bana yaşamayı çağrıştırıyor. Yaşamı değil hayır; çünkü bence her şey dediği şey yaşamın kendisi, yokluktan açığa çıkıp varlık bulan da yaşama eylemi, yani ilerleyiş. Belki de benim söylediklerim yazarın anlatmak istediğinin yakınına bile yaklaşmıyordur. :) Ama sorun değil; ben yalnızca okuduklarımdan anladıklarımı bilebilir ve dillendirebilirim; ve bence de her şey var ve onu yokların içinden çıkarmamızı bekliyor. 

Bu arada... Grisha serisini ilk okuduğumda Alina'dan nefret etmiştim :) İkinci okuyuşumda ona haksızlık ettiğimi düşünmüştüm. Sanırım şimdi onu seviyorum.

 

(23.04.22)

Mutluluk teşekkür etmek gibi bir şeymiş. 

-en son kime teşekkür ettin? :)-

 

(24.04.22)

Mutluluk hareketli bir şarkı açıp yazı yazmak ve bu arada oturduğun yerde kıpraşmayı, tabii elleri kolları falan havaya kaldırmayı da, unutmamak demekmiş.

Mutluluk koca kitaplığı aşağıya indirip bir güzel temizledikten ve her şeyi yerli yerine yerleştirirken kol kası yaptıktan sonra eserine, hadi gururla olmasa da, hoşnutlukla bakmak demekmiş.

Mutluluk yorulduğun bir günün sonunda bomboş bir video izlemekmiş.

 

(25.04.22)

Mutluluk bir şeyleri doğru yaptığını fark etmek gibi bir şeymiş. Öğrencilerinin ''öğretmenim dersi siz anlatacak mısınız, anlatıınn'' diye tatlı tatlı söylenmelerini dinlemek, onların sana ışıl ışıl bakması gibi bir şey.

Bugün iki hafta aradan sonra ilk kez staja gittim. Bilmeyenler için; Türkçe Öğretmenliği son sınıf öğrencisiyim. -bloğuma hoş geldin :)- Neyse, ara verince nasıl desem, dengem şaşmış en yalın ifadeyle :) Açıkçası çocukların beni bu şekilde benimsediklerini düşünmüyor, hatta gözden ırak olan gönülden de ırak olur diye düşünüyordum. Sonuçta beni yalnızca haftada bir gün görüyorlardı; üstüne, iki hafta üst üste görüşmemiştik. Bilmiyorum, bu hissi tarif edemiyorum. Söyleyebileceğim tek şey, kalbimin eridiği. Evet, kalbim gerçekten eridi. Beklemediğin bir anda değerli hissettirilince, dahası bu değeri kendin olarak kazandığını görünce kalbinde tepkimeler oluyormuş :)

Stajda genel olarak, ve bugünde de özel olarak, sevdiğim bir diğer şey ise okuma saatlerinin başında çocukların sıralarını dolanıp okudukları kitaplar hakkında kısaca konuşmak. Stajlar vesilesiyle net olarak öğrendiğim bir şey varsa o da bir çocuğun sesini kendine güvenerek çıkarabilmesi, hatta bunu da bir kenara bırakalım, sesini çıkarmayı istemesi için dinlendiğini hissetmesi gerekiyor. Ben ki, hadi özeleştiri yapayım, pek de iyi bir dinleyici sayılmam günlük hayatımda. Hadi çok da hakkımı yemeyim ama bana dinlemek mi anlatmak mı dense, anlatmak anlatmak anlatmak derim. Bazı insanlar daha çok dinlemeyi, bazıları anlatmayı sever işte; neyse ne konudan sapmayacağım şimdi :) Ama çocukların karşısında daha ziyade dinliyorum. Zaten olması gereken de bu, bence. Üstelik, onları dinlemek öyle zevkli ki; böyle, bunu nasıl anlatabilirim bilmiyorum ama... Hayatında hiç bir çocuğu dinledin mi? Bir soru sorup o çocuğun düşüncelerini açıklamasını? İşte öğretmenliğe dair en sevdiğim şeylerden biri de bu. Çocuklara bilgiyi buldurmak. Bu dönem daha ziyade derste gözlemci konumundaydım ama ders işlenirken izlemeyi en sevdiğim şey hep bu oldu. Öğrencilerin ders hakkında konuşmalarını ve yazdıkları yazıları okumalarını dinlemeyi ilk dönemde de, bu dönemde de çok sevdim. Çünkü bunlar da benim yüreğimi okşayan ve yüzüme gülümseme konduran şeyler oldu, oluyor ve eğer bu mesleği yaparsam da olmaya devam edeceğine eminim.

Zaten öğretmenlik ne demek ki? Geçen gün bunu düşünüyordum. Öylece düşünürüm bazen bazı şeyleri. Düşündüğümü başta fark bile etmem hatta. Garip biliyorum; ama vardır böyle huylarım. Neyse. Öğretmen, öğreten kişi demek. Meslek olarak düşünmek bir yana, kişisel özellik olarak da bir şeyleri öğretmek benim kişiliğimde yer alan bir şey sanırım. Anlamak ve anlatmak. İçimden dışarı taşan bir şey gibi. Bu yüzden de bu iki eylemi yaparken mutlu oluyorum. Mutlu oluyorum demem tam doğru karşılık olur mu bilmiyorum aslında; çünkü bunları yaparken sanki kendi doğama uygun hareket ediyormuşum gibi geliyor. Üstüne düşünmüyorum.

Ancak sana karşı dürüst olacağım. Tüm bu hoş durumlara karşın bugün keyifsizdim, hem de fazlasıyla. Sanki, bugünden bağımsız bir keyifsizlikti bu. Hatta sanki değil, öyle; biliyorum. Neyse ki hiçbir şey sürekli değil. Hem, her his sadece vardır. Biz neyi sahiplenirsek o bizimle olur. Hadi fazla cüretkar olsun sözümona bu hisler, o zaman biz de cüretkar oluruz ve kapıyı çat diye yüzüne kapatır ve onu içeri davet etmeyiz. Değil mi? :)

Hem bu yeni bir hafta ve tüm ruhsal dalgalanmalarıma rağmen güzel başladı. Tıpkı dalgalı bir denize yansıyan ışık parçaları gibi bir gün, evet, objektif olursam öyle. Sadece objektif olmalı. 

 

(26.04.22)

Mutluluk güneşli bir bahar gününde fakültenin bahçesinde öylece oturmak gibi bir şeymiş. Otururken aynı zamanda müzik olarak önce dünyanın şarkısını, ardından rastgele karşına çıkan kendi dünyandan bir şarkıyı dinlemek gibi bir şey.

 

(27.04.22)

Mutluluk sakin bir gece gibi bir şeymiş. Gecelerin artık yumuşacık bir serinlikte olması gibi bir şey. Ama yıldızların senin etrafında dönmesi için biraz daha zaman varmış. Olsunmuş, güzel şeyler biraz daha beklenirmiş.

Çocukken yıldızları izlemeyi de, izletmeyi de severdim. Bu anlatma merakım ta oradan geliyormuş demek. :) Bazen çok güzel şeyleri herkese göstermek istiyorum; bazense yalnızca çok güzel bulduğum insanlara. Biliyor musun, bence asıl mutluluk çok güzel bulduğumuz insanlarla karşılaşmakmış. Her şeyiyle çok güzel bulduğumuz. Bize kendimizi çok güzel hissettiren insanlarla karşılaşmak gibi bir şeymiş bir de.

Sana bir alıntı ve sakin bir gece gibi bir parça bırakıp gideceğim. Kendine iyi bak! :)

 

''Öyle yanıp sönüyor... Sanki ışıkla, sesle, kokuyla tutuşan, bilemediğimiz bir yangın var, anımsadıklarımız o yangının dumanı,'' demiştim, birkaç gün uzak durmuştu benden.

(Unutma Bahçesi - Latife Tekin)

 

(28.04.22)

Mutluluk seni gülümseten iki şarkının iç içe geçmiş bir canlı performansını uzun zamandan sonra izlemek gibi bir şeymiş. Bir de bu şarkıların sana komik anılarını anımsatması gibi bir şey.

Mutluluk yeni kitaplarını karıştırmak gibi bir şeymiş. Kitapları eline alıp sayfalarını hızlıca çevirdikten sonra yüzüne çarpan yeni kitap kokusu gibi bir şey.

Mutluluk kolalı jelibon gibi bir şeymiş. Çocuk ya da büyük ol hiç fark etmez, hariboyla kocaman gülümsemek gibi bir şey.

Mutluluk hatırlamak gibi bir şeymiş. Önemli ve önemsiz olan şeylerin ayrımını hatırlamak gibi bir şey.

Mutluluk yeni bir istek edinmek gibi bir şeymiş. Yüreğini sıcacık yapan ve seni birazzzcık duygusallaştıran güzel bir isteğe sahip olmak gibi bir şey. Gerçekleştireceğine çok inandığın bir istek gibi, bir şey.

Mutluluk her şeyin olmasa da pek çok şeyin çok hafif olduğunu fark etmek gibi bir şeymiş. Yüreğini bir tüy gibi hafifleştirmen gereken bir şey. 

Mutluluk güzel şeyleri paylaşmak gibi bir şeymiş. Seni mutlu eden şeyleri paylaşmak gibi bir şey.

 

(29.04.22)

Mutluluk bir peri olduğunu anımsamakmış. :)

-peki sen kimsin?- 

 

Bugün nisanın son cuması. Aslında bunu bilerek, bu şekilde, nisanın son günleri şeklinde yazmamıştım başlıkları. Sadece kafama estiği gibi yazı yazdığım için günler karışmıştı ve ben de muziplik olsun diye Nisanın Son Pazarı başlığını atıvermiştim. Sonra seri böyle devam etti ve bu çok hoşuma gitti. Ben de nisanın son haftası boyunca hep yazdım. Sonra, yazdıkça, fark ettim ki; her gün çok özel. Nisanın ilk cuması da, ikincisi de, üçüncüsü de, dördüncüsü de. Hepsi. Evde geçirsen de özel. Bunun ne demek olduğunu anlıyor musun? Anlamıyorsan boşver. Çünkü bunu anlatmak benim için yorucu olur, ben de boşvereceğim. -anlatmayı...- Ama bir kere çok özel dediğinde bir şeyler değişiyor; haydi dene. Sözler büyülüdür. Buna inanmasan bile.

 

(30.04.22)

Mutluluk hayatına gülümseyerek hatırlayacağın güzel bir gün kazandırmaktır.

Sevgili okur; dürüst olacağım, son günlerde, hatta hadi daha da açık ola(y)lım, nisan ayı boyunca kendimi çok yalnız hissettim. Bu durum inan bana, bana kendimi yer yer çok kötü hissettirdi. Ama buna karşın hep eğlenceli şeyler yazdım. Yazdıklarım yalan veya abartı mıydı, hayır. Çünkü neşelenecek bir şeyler illa ki vardır, kelime oyunları yapmak beni neşelendirir mesela. İşte bu yüzden bir sürü kelime oyunu yaptım, küçük şeylerle eğlendim ve onların kocamaaann olmasını sağladım.

Bugün lise arkadaşlarımla buluştuk. Kendimi uzun zamandır bu kadar eğlenmiş hissetmemiştim. Bazen lise yıllarımı özlüyorum. Oysa o yılları yaşarken bu kadar kıymetli olduklarını bilmiyordum. 11. sınıfa geçtiğimizde alanlarımız belli olmuş, sınıflarımız belirlenmişti. 2 TM sınıfı vardı ve tanıdığım herkes benim olmadığım sınıftaydı. :) Sınıf değişimi yapmama izin verilmemişti, çünkü pek çok kişi sınıf değişimi yapmak istiyordu. Ben de sınıfıma alışmaya çalışmıştım. Arkadaşlar da edinmiştim öyle ya da böyle. Ama her tenefüste diğer sınıfa koşardım. :) 

Sonra, okul çıkışlarında yakın bir arkadaşımla birlikte aynı dolmuşa binerdik. Son dakika binmekten vazgeçer, gezelim mi, derdik. :) Çoğu zaman öylece deniz kıyısında otururduk; falcı ablalar ve satıcı abiler dibimizden eksik olmazdı. :) Bazen zombi kıyameti olsa ne yapardık diye konuşurduk, bazen yaşadığımız gerçeklikteki hayattan. Şimdi de pek çok şey hakkında konuşuyoruz. Bence mutluluk bu; pek çok şey hakkında konuşabileceğin kişiyi\ kişileri bulmak. Ne kadar yalnız hissetsen de o kişi veya kişilerin bir telefon uzağında olması. Bence mutluluk günün sonuna geldiğinde o gün için teşekkür edebilecek bir şeyler bulabilmek. Sen ister buna şükür de, ister teşekkür, ister değerlendirme; ama bence bu gerçek mutluluk. 

Bu etkinliğin varlığından haberdar olduğumda çok heyecanlanmıştım. Çünkü ortak etkinlikleri çok severim. Yazmaktan ziyade yazılanları okumak heyecanlandırmıştı doğrusu beni. Çok da güzel yazılar okudum. Aynı zamanda yazılarıma gelen çok güzel yorumları da okudum. Bu yorumlar beni gerçekten mutlu etti; çünkü mutluluk sebeplerimi tıpkı okul çıkışlarında deniz kenarında oturup konuşurken hissettiğim heyecan ve samimiyetle açıkladım. Bazen yazıya başlarken keyifsiz oldum ama sonra hareketli bir müzik açtım ve yazdım ve yazdım ve; işte artık keyifsiz değildim. Bu nedenle bu etkinliğe gerek kendi mutluluk yazılarıyla, gerekse yazılarıma bıraktıkları güzel yorumlarıyla katılım gösteren herkese çok teşekkür ederim. Nisanımın güzel detaylarından oldunuz. <3

Mayıs ayının her gününün sonunda teşekkür edecek bir şey bulmak, bulmayı istemek, dileğiyle.

Hoşça kal!

 

Mayısın Mutlulukları | 1.Hafta (08.05.22)

Mutluluk badem şekeri gibi bir şeymiş. Tüm sert halleri aslında çepeçevre şekerdenmiişş :)

Mutluluk çimlerde oturup İzmir kumrusu yerken -bir yiyecek bu sevgili okurcuklar, İzmir dışında satılıyor mu bilmiyorum- yanına hoplaya zıplaya serçeciklerin gelmesi ve yemeğini onlarla bölüşmenmiş.

Mutluluk arkadaşlarınla sergi, müze vs gezmekmiş. Kültürel aktivite açlığını nihayet doyurman gibi bir şeymiş.

Mutluluk alakasız konulardan konuşurken bir anda eteğindeki taşları dökmen ve rahatlamanmış. Bunu mutluluk yapansa karşındaki kişinin bakışlarıymış. Çünkü taşların dökülmesi için uygun mevsim gerekirmiş. Uygun mevsimi sana veren insanların değeriniyse çok çok iyi bilmen gerekirmiş.

Mutluluk bayram ziyaretine gitmekmiş :) Ama en yakınlarına. Sonra da tatlı yemekmiş :)

Mutluluk gönlünce bol bol fotoğraf çekmekmiş. Çünkü ilham perilerini de doyurman gerekirmiş. Eğer onları uzun süre aç bırakırsan bir daha misafirlik oturması için kapına uğramazlarmış, sen de her yerde onları arar ama kolayca da bulamazmışsın.

Mutluluk kendinde sevmediğin bir şeyi değiştirmekmiş. Çünkü bu mutluluk tanımını gerçekleştirmeden diğer mutlulukları görmen zor, hatta imkansıza yakınmış.

Mutluluk bolca gezdikten sonra evde yatmakmış :)

Mutluluk birini hayaline ortak etmekmiş.

Mutluluk sevdiğin bir filmin yorumunu filme dair tüm düşüncelerini aktararak yazıp yayınlamakmış. Çünkü düşüncelerini paylaşmak içine derin bir nefes çekmek gibi rahatlatıcıymış. -benim için öyle, aksi halde bir yerden sonra boğuluyor gibi hissediyorum.-

Mutluluk tatlı bir yazı okumakmış. Seni gülümseten, eski bir blog yazını. 2021 yılında doğum günüm için bir yayın paylaşmıştım. Altına çok güzel bir sürü yorum gelmiş. O yazım çok okunanlar kısmına çıkınca bir göz attım ve mutlu hissettim. Bu his için sizlere çok teşekkür ederim. Hep tatlı okurlara sahip oldum, şanslı birisiyim. :) 

Mutluluk çilekli dondurma gibi bir şeymiş. Sanırım kaç yaşına gelirsen gel sana neşeli olmayı anımsatırmış.

Mutluluk sevdiğin kişilerin yanında olmasıymış. Bazen kendini yalnız hissetsen de, aslında sarılmak dünyadaki en kolay şeymiş. Tıpkı sarılmanın küçük kardeşi olan gülümsemek gibi. Bana inanmıyorsan sana bir formül vereyim mi? Bak şimdi sesli bir şekilde uzata uzata kiraaazz diyeceksin ve olacak. Sihir gibi değil mi? :) -değil.-

 

Mayısın Mutlulukları | 2. Hafta (15.05.22)

Mutluluk hafifçe çalan bir müzik gibiymiş. O kadar hafifmiş ki, bazen onun varlığını hissedemezmişsin. Sonra nağmeler birbirinin arkasına eklenirlermiş ve işte o zaman müziği duyarmışsın.

Aslına bakarsan dün geceye kadar, bu haftanın gri renkli bir hafta olduğunu düşünüyordum. Ya bu haftanın yazısını pas geçecektim, ya da sana soracaktım. Ama ilkini yapamazdım; çünkü bu yazı dizisinde istikrarlı olacağım! Topu sana atmak da kolay olabilirdi aslına bakarsan. :) Ama sonra hiç mi mutlu olmadım bu hafta diye düşündüm, biraz bile mi?..

Pazartesi günü stajdayken çocuklardan biri bana çizdiği resmi göstermişti. Ben onun resmiyle ilgilenince bu sefer diğerleri de göstermeye başladılar. Ben çocukken hiçbir öğretmenime çizdiğim resmi göstermek istememişimdir biliyor musun? Ama onların bana çizdiği resimleri göstermek istemeleri beni mutlu etti işte.

Salı günü ders çıkışında üniversiteden arkadaşlarımla vakit geçirdik. Sanırım bunu yapmayalı asırlar geçmişti. Bir yıl sonrasında nerelerde olacaklar merak ediyorum.

Yine salı günü, sınıftan tanıdığım kişilerden bazılarına hatıra defteri konusunu açmıştım. Birlikte çok zaman geçirememiş olsak da, bu kısa vakitte kendimi güzel tanıtabilmiş olmama hem şaşırdım, hem de sevindim. Yazdıkları şeyler beni gerçekten mutlu etmişti.

Bugün tanıdığım pek çok kişiyle belki yarın bir daha yollarımız kesişmeyecek. Ama yine de dünlerinde güzel kalmak güzel bir his veriyormuş insana. Umarım dünümde kalan diğer başka insanlar da beni güzel anımsıyorlardır. Hepsi için olmasa da bu temennim, bazıları için umarım böyle olmuştur.

Çarşamba günü gün batımı saatlerinde gözüm perdenin ardından yansıyan kızıllığa takıldı. Gökyüzü öyle güzel görünüyordu ki, kendimi tutamayıp evin terasına çıkmıştım. İyi ki çıkmışım. Bir sürü bulut vardı ve bulutların arasından ay bana bakıyordu. Böyle de pek bir romantik anlattım. :) Ama o an waavvv olmuştum. Tıpkı bir çocuk gibi. O an sanki bir resmin içinde gibiydim. Çünkü çok mistik bir andı bana kalırsa. Bu yazıdaki diğer mutluluklarımı hatırlamamı sağlayan da o günkü gökyüzünü hatırlamam oldu.

Perşembe günü ortodonti kontrolüm vardı. Plaklarımı takmaya başlayalı altı ay oldu. Zaman ne hızlı geçmiş. Plakları ilk takmaya başladığımda bu kadar zaman bunlarla nasıl yaşayacağım diye düşünüyordum kara kara. Ama işte zaman uçmuş gitmiş. Bu plakları diş teli tedavim sonrasında pekiştirme tedavisi için takıyorum. Dişler bir daha eski hallerine dönmesinler diye. Bu arada plakları takmadığımda cidden eski hallerine dönmek için hareket ediyorlar. Onlar bile maziye hasret duyan iflah olmaz melankolikler! Neyse. Yemekler dışında plakları yirmi dört saat takmalıydım. Ama hadi elimizi vicdanımıza koyalım; buna can mı dayanır... Tabi ki o kadar düzenli takmadım. Bir de tabi ki demem :) Özrüm kabahatimden büyük. Ama yine de uzun saatler taktım canım, o kadar da değil. Zaten takmasam, bir daha hiç takamazdım; çünkü dişlerim yamulurdu ve plaklar ağzıma uymazdı :))) Her neyse. :) Aslında ilk altı aydan sonra onları sadece geceleri takmaya başlayacaktım. Ama düzenli takmadığımı doktoruma itiraf edince o da bana üç ay daha tüm gün takmamı söyledi. Ne yapalım :( Ama bu mutluluk yazısıydı; olmaz böyle! Bekle mutluluk kısmına geçiyorum.

Klinikten çıkınca yakınlarda bir avm vardı. Oradaki d&r'de dolandım biraz. Ki bu da mutluluk kısmı değil! Çünkü defter fiyatları da kuzenleri olan kitaplar gibi almış başını gitmiş :(( Oralarda dolanmak beni mutlu edeceğine asabımı bozdu :) Ama bir dergi aldım. Post Öykü ismi. Aslında Altyazı isimli bir sinema dergisi var, onu aramıştım. Ama onu bulamayınca ve öykü yazısının etrafında adeta altından bir hale gözümde parlayınca, ben de bu dergiyi aldım. Oradaki çalışan çok tatlış birine benziyordu. Bana Sabit Fikir dergisini de önerince ve mali durumum o an el verince onu da aldım. Sence de başkalarının yazdığı öyküleri okumak insana ''kafanı kaldır da bir bak, orada büyük bir dünya var'' demiyor mu? Düşünceler dünyadır bir yerde.

Cuma sabahı Kendine Ait Bir Oda'yı bitirdim. Aslında daha erken de bitirebilirdim ama son yirmi sayfayı günlerce okudum. :) Sonra ne oldu biliyor musun? Dünyam daha da genişlemiş gibi hissettim. Dergilerin verdiği adlandıramadığım bu hisse ismini Virginia verdi. Ona ismiyle hitap etsem ne olur sanki? Çok güzel bir ismi var. Söylemeyi seviyorum. :)

Cumartesi akşamı zorlanarak da olsa ödevimi yazdım. Ah! Neden bu kadar zorlandım? Hiç bilmiyorum. Ama sonra yazdıklarımı okuyunca kendimle gurur duydum. Bazen zor yazarım, ama nihayet yazabildiğimde yazdıklarımı okuyunca tatmin yaşarım. Bazen de yaşamam. Bu sefer yaşadım. :)

Bugüne geldik... Bugün bir şeyin olmasından korkmuştum. Lütfen olmasın olmasın olmasın demiştim. Olmadı. :) 

 

Mayısın Mutlulukları | 3. Hafta (22.05.22)

Bir varmış bir yokmuş, mutluluk neredeymiş, bu yazının yazarı bunu bilmese de, birazdan mutluluk ona ce eee yapacakmış. Zira bu yazılar sayesinde mutlu anları fark ediyormuş. Yoksa mutlu anlar geçer geçmez hafızası balık hafızasından hallice oluyormuş. Bunu yazarken bile acaba balıklara haksızlık mı ediyorum diye tereddüt ediyormuş, çünkü balıkların hafızasının daha kuvvetli olabileceği konusunda da tereddütleri varmış. Her neyse, en azından eğleniyormuş, biraz.

Aslında güzel anlar yaşadım ve aslında mutluluk ne bilmiyorum. Tamam. :) -yazı bu kadardı dermişim bile diyemem çünkü kısa kesemiyorum, malesef :)- Bu yüzden her zamanki gibi iyi hissettiğim kısa anları yazacağım. Yazınca büyüyorlar çünkü. Ama bu yazı dizisini mayısla noktalayacağım. Belki gelecekte gerçekten iyi hissettiğim günler çok şükür ki gelirse o zaman devam ederim.

Pazartesi günü iki farklı sınıfa ders anlatmıştım. Yorucuydu doğrusu. Ama baya eğlenmiştim. Anlatımım çocukların da hoşuna gitmiş olacak ki, abartmıyorum, okul çıkışında kendimi ünlü gibi hissetmiştim. Valla, çok ciddiyim :) Çünkü çıkışta okuldan çıkana kadar ve hatta çıktıktan sonra bile öğrenciler bana selam vermiş ve ders anlatımım hakkında güzel şeyler söylemişlerdi. Bu olay beni şaşırtmıştı doğrusu. Yani evet bence de güzel anlatmıştım, her ne kadar kendimi gereksiz yorsam da, ama çocukları böyle olumlu bir şekilde etkilemek bana kendimi çok değerli hissettirmişti. Sanırım hayatım boyunca bu kadar değerli hissettiğim çok az an yaşamışımdır. Abarttım mı acaba? Yok hayır. Çünkü yol boyu sırıtasım falan gelmişti, dünya daha güzel bir yerdi ve her şeye rağmen her şey güzeldi. Güzel zamanlardı. -tamam, sanırım güzel olduğuna artık herkes ikna oldu :))-

Salı günü arkadaşımın doğum günüydü. Ders çıkışı onun doğum gününü kutlamıştık. Sürprizimizi yemiş miydi yoksa yemiş gibi mi yapmıştı emin değilim ama sonuçta o gün baya gülmüş, fazla gülmüş, ve eğlenmiştim. Okuldan çıkmadan evvel okulda da çok eğlenmiştik. Anı kalması için videolar falan çekmiştik. Yine güzel zamanlardı.

Çarşamba günü kütüphaneye gitmiştim. Bu sefer kütüphaneyi uzun uzadıya gezmedim ama Nobelli yazarların kitaplarının olduğu rafları incelerken ilginç kitaplarla karşılaştım. Kitapları karıştırıp yerine koymak da zevkli. O gün bir de üniversiteden bazı arkadaşlarıma küçük hediyeler aldım. Eve gelince de minik notlar yazdım. Hediyeleri henüz vermedim, çünkü fırsatım olmadı, ama hediye alma ve not yazma aşaması bana iyi gelmişti. Mezun olduğumuzda benden minik hatıralar kalsın istemiştim, büyük bir şey olmasa da, en azından kalbimdenler işte.

Cuma günü fakültemde tek başıma vakit geçirdim. Resim bölümünün yıl sonu sergisini gezdim, bir şeyler okudum, bir şeyler yazmaya çalıştım ve sonra o sayfayı yırttım ama atmadım. Hala çantamda sanırım. Belki sonra okuyunca o kadar da saçma gelmez yazdıklarım.

 

Mayısın Mutlulukları | 4. Hafta (29.05.22)

Mutluluk içinde anlam aranmaması gereken bir şeymiş. Kabul edilmesi gereken bir şey. Belki de diğer tüm duygular gibi. Ancak onun varlığını kabul edersen var olabilirmiş.

İki ay boyunca bana kendimi iyi hissettiren an ve durumları paylaşıp bunlardan hareketle çeşitli mutluluk tanımları yaptım. Bunu yaparken çok da eğlendim. Bu yazıları yazdığım anlarda ruh halim çok iyi olmasa bile yazıları yazarken ve yazıp okuduktan sonra daha iyi hisseder hale geliyordum. Bazen yazmaya başlamadan evvel ''ben şimdi ne yazacağım ki'' dediğim de oldu. Ama içimdeki her şeyi ortaya döktükten sonra bir bakıyordum ki uzun bir yazı ortaya çıkmış ve aslında hissettiğim çok fazla his varmış.

Bence yaşamda hissedecek çok fazla his var. Bu hafta bana kendimi iyi hissettiren anlar yaşadım. Ama bahsettiğim sadece bundan ibaret değil; eylemlerden ibaret değil. Geçen gün okuldan eve dönen küçük bir çocuk bir kediyi seviyordu, kedi de ona kendini sevdiriyordu. Bu manzaranın güzelliğini hayal edebiliyor musun? Çünkü ben bazen yaşamda böyle güzel sahnelerle karşılaşınca öylece durup o anları izliyorum.

Yaşam bir film gibi. Her şey güzel gidiyor demiyorum. Hep mutlu olalım da. Bu imkansız. Ama hissedebiliriz. Hissetmeye izin verebiliriz. Birilerini gülümsetmeyi hissedebiliriz. Gün ışığını hissedebiliriz. Geceyi hissedebiliriz. Bir müziği hissedebiliriz. Bir cümleyi oluşturan kelimeleri hissede hissede okuyabiliriz. Hayattaki güzel sahneleri yakalayıp gözlerimizle fotoğraflayabiliriz.

Ama en önemlisi, kendimiz olmayı hissetmeliyiz. Hissetme biçimimizi hissetmeliyiz. Çünkü ben en çok da hissetmeme izin verdiğim anlarda iyi hissettiğimi hissettim.

:)

 

Mutluluk Yazıları | 2022 (05.10.22)

Mutluluk güzel şarkılar, güzel şiirler, güzel hayaller gibi hissettiren bir şeymiş. Öylece rastgeldiğin bir şey. Bu nedenle, onu tutmayı değil de o olmayı denemeyi bir düşünmenin mantıklı olabileceği bir şey bir de. Çünkü... Çünküsü yokmuş. Çünkü o, sen çünkü diyene kadar bitermiş. Çünkü... Bu da normalmiş. Çünkü... Tüm çünküler aslında sadece asıl cümlenin bazen destekçileri, bazen engeliymiş.

 

Mutluluk Yazıları #19 (12.10.22)

Mutluluk saçma sapan, şebek şebek fotoğraflar çekilmek gibi bir şeymiş; hiç de ''cool'' olmamak gibi bir şey. Sadece öylece eğlendiğin bir şey. Öylece var olan bir şey.

:)

 

Mutluluk Yazıları #20 | 2022 (27.10.22)

Mutluluk keşfedecek bir şeyler bulmak gibi bir şeymiş. ''.....ne kadar heyecan verici'' cümlesini kurmak ve noktaları kendince doldurmak gibi bir şey.

:)

 

Mutluluk Yazıları #21 | 2022 (04.12.22)

Mutluluk haribo paketi gibi bir şeymiş. 

Böyle... Çeşit çeşitmiş. Sen, benim en sevdiğim kolalı olan dermişsin, hep en sevdiğim o. O o o. Seni seçtim pikachuuu, gibi. :) Ama her paket farklı farklıymış. Bence en güzel paket karma olanıymış. Çünkü içindeeee, diğer tüm haribo çeşitlerinden varmış. Hepsinin tadı benzermiş ama farklıymış da. Hepsinin şekli sevimliymiş ama farklı farklı renkteymiş de.

Mutluluk haribo paketi gibi bir şeymiş. Farklı farklı, renkli renkli ve her farklı hariboda, seni seçtim Pikachuu, demek gibi bir şey.

:)

 

Mutluluk Yazıları #21 | 2022 (23.11.22)

Mutluluk amaç sonuç cümlesi gibi bir şeymiş. Amaç kısmı bile mutluluk verirmiş.

Küçükken amaç sonuç ve sebep sonuç cümlelerini çok karıştırırdım. Koşul sonuç cümleleri kolaydı tabi.  -sa\-se ekini görürsen yapıştır koşulu... Ama diğerleri öyle mi? Kardeş gibiler, baya da benziyorlar hani. Bazen kuzen gibi geldikleri olurdu tabi, daha az benzer. Ama yine de benzer. Açık açık ''amacıyla'' ibaresi varsa, o cümle çantada keklikti, sınavda artı iki puandı. Yoksa ezber kurtarmazdı. Bilmek lazımdı.

Sonra amaç sonuç ve sebep sonuç cümleleriyle işim bitti. Başka dil bilgisi konuları gündemim oldu. Sonra zaman aktı. Pek çok başka konu gündemim oldu ve ben amaç sonuç cümlesini nasıl bulacağımı temelli unuttum. Zaten ezberleyerek öğrenmiştim ya hani, tam öğrenememişim. Ama sınavdan önce tüm defteri baştan sona çalışırsın ya, bu yüzden öğretmenler ''defterine not al çocuğum'' derler. Tabi bu da ezberci bir eğitimin ucundan kıyısından merhaba der. Hem yeni eğitim öğretim yaklaşımları da var. Zaman değişti. Ama ben de öyle demeli insan. Zorunlu olarak. Tüm defteri baştan sona çalışan bir çocuk gibi kendi yöntemiyle öğrenmeli, beyne tıkmadan. O defteri tutturmadan evvel güzelce ve aktifçe dersi anlatan öğretmen gibi, kendini vererek süreçte sadece bilgiyle değil sınıfla bir bütün olarak kalarak. Böylece konu değişse de, ekler değişse de; yeni cümlelerde yeni eklerin ışığında cümlenin adını bulabilirsin. Amaç kısmını da, sonuç kısmını da. Eğlenerek. Kendini vererek.

:)

 

Mutluluk Yazıları #22 (20.12.22)

Mutluluk, sana bir masal fısıldayan ezgiler gibi bir şeymiş. Hiç beklemediğin anda seni oturduğun yerde havalandırır, havalandırır, havalandırır ve uzak diyarlardaki bir gözlemci yaparmış. Mutluluk, ilham perilerinin kılık değiştirmesi gibi bir şeymiş. Hiçbir şey olmasa bile, hafif güzel bir ezgiyi öylece dinlemek gibi bir şey.

Mutluluk, salep kokusu gibi bir şeymiş. Hafif, hafif, hafif ve sıcacık hissedilen bir şey.

Mutluluk, rüzgara dallarını açan ağaçlar gibi bir şeymiş. Yeşil yeşil, sarı sarı, kırmızı kırmızı, hatta yapraksız yapraksız; dallarını kocaman açıp gerinen ağaçlar gibi bir şey.

Mutluluk, gece gibi bir şeymiş. Çünküü, geceyi seversen gece mutlu olurmuşsun. Neyi seversen onda mutluymuşsun.

:)

 

Mutluluk Yazıları #23 (11.01.23)

Mutluluk, bulutlarla kaplı bir gökyüzü gibi bir şeymiş. Her yanı çeşit çeşit bulutla kaplı olduğundan maviliği hayal meyal seçilirmiş. Hatta böyle olduğunda, tabii bulutlar birbirine sarıldığından olacak, bulutlar bile tek tek gösterilemezmiş. Tüm o beyazdan griye uzanan gökyüzüne bakmak insana sonsuzluğa bakmak gibi gelirmiş. Bir şekil seçmene gerek yokmuş, bir mavilik de. Çünkü işte o orada, sonsuzca uzanırmış. Herkese yetecek kadar mutluluk varmış. Önce ben ben ben demene gerek yokmuş. Sen bunu al, ben bunu diye kurnazlık yapmana da. Çünküüü, mutluluk bulutlarla kaplı bir gökyüzü gibi bir şeymiş. Gri de olsa, beyaz da; işte o sonsuzmuş. Herkese de yetermiş.

:)

 

Mutluluk Yazıları #24 (12.01.23)

Mutluluk amaç sonuç cümlesi gibi bir şeymiş. Amaç kısmı bile mutlu edermiş.

Aklına gelen ilk amaç sonuç cümleni yapıştır gelsin sevgili okur. Çünkü akla ilk gelen şık genelde doğrudur.

:)

 

Mutluluk Yazıları #25 (15.01.23)

Mutluluk küçük-cük bir çocuk gibi bir şeymiş. Oradan oraya koştururmuş. Bazen de seni görünce saklanırmış. Senin onu görmediğini mi sanırmış bilinmez. Malum, çocuklar her soruya yanıt vermez. Bu nedenle de küçük, hatta küçük ve üstüne cük bir çocuk olan, mutluluğa ''neden beni görünce saklandın'' diye soramazmışsın. Ya ''aaa neredeymiş bu'' diye oyunu devam ettirir ve sonra aniden ''sobe sobe sobe'' dermiş ve kıkır kıkır gülermişsin (tabii küçücük bir çocuk olan haylaz mutluluk ile birlikte), ya da oynamazmışsın ve kimse gülmezmiş.

Bu kadarmış. Çünküüüü... Mutluluk küçücük bir çocuk gibi bir şeymiş. Ve sadece varmış; bazen kaçarmış, bazen saklanırmış, bazense sobelenir, miş.

:)

 

Mutluluk Yazıları #26 (23.03.23)

Mutluluk güneşli bir güne uyanmak gibi bir şeymiş. Sonra da nihhaaaa -veya öyle bir şey- diye gerilmek gibi bir şey.

:)

 

Mutluluk Yazıları #27 (24.03.23)

Mutluluk gökyüzünün ne kadar mavi olduğunu fark etmek gibi bir şeymiş, bulutların göründüklerinin aksine ne kadar da hareketli olduklarını keşfetmek gibi bir şey.

Mutluluk seni kocaman bir canavardan kurtaracak birinin geleceğini bilmek gibi bir şeymiş. Sevgili böcekçik burası senin evin değil benim evim, deyince seni dinlemeyen böcekten seni kurtarabilecek bir kahramanının var olduğunu bilmek gibi bir şey.

Mutluluk gülümsediğinde gözlerinin kenarları kırışan birisinin sana bakması gibi bir şeymiş. Kaz ayakları da mutlulukmuş evet, gülümseme de, o gülümsemenin yönünün sana dönük olması da.

Mutluluk seni güldüren şeyleri sansürsüzce paylaşabileceğin birisi veya birileriyle birlikte olmak gibi bir şeymiş. İster yan yana, ister bir telefon kadar uzakta.

Mutluluk, hüzün bulutlarını dağıtan ışıkmış. Gün ışığı, bazen de ay ışığı. Hüznün sakinliğinde aydınlanan bir şey. Belki de gaz lambası gibidir, kim bilir?.. Yoksa mum ışığı mı? Floresan lamba?

Mutluluk kitap okumak gibi bir şeymiş; acaba ne olacak demek falan değil, sadece okumak, okumak, okumak gibi bir şey. Okumayı hissetmek gibi bir şey. Bunun ne olduğunu ancak hissedince anlarmışsın.

Mutluluk ancak hissedilince anlaşılan şeyler gibi bir şeymiş. Mutluluk tek başına varlık bulan bir şey miymiş, yoksa pek çok varlığın tarifi gibi bir şey mi? 

Mutluluk eşsiz bir şeymiş. Pek çok tarifin eşsizliğini görmek gibi bir şey. Mutluluk ne kadar eşsizim diyebilmek gibi bir şeymiş. Ne kadar eşsizmişsin; ve bu, ne kadar güzelmiş.

Mutluluk neymiş bilinmez. Her tarif lezzeti bir ölçüde değiştirirmiş. Değişmeyen tek şeyse, neşeymiş. Eşsiz tariflerin içindeki neşe, mutlulukmuş.

 

Mutluluk Yazıları #28 (25.03.23)

Mutluluk güzelce uykunu almak gibi bir şeymiş. Böyle çok dinlendirici, çok dingin hissettiriciymiş bu doğru; hatta vücudunu geçtim, beyninin bizzat kendisi sana teşekkür edermiş. Böylece gereksiz duygusallıklara da yer kalmazmış ve gerekli duygusallıklar dolu dolu hissedilirmiş. :)

Mutluluk, gerekli duygusallıkların yaşandığı bir oyun gibi bir şeymiş. Böyle havaya renkli bir topu fırlatmak, o topun o kadar da renkli olmayan bir arabanın altına kaçması ve bir anneannenin topu yakalayıp küçük torununa geri atması gibi bir şey.

Bazen de mutluluk havayı yarıp geçen topun kendisiymiş ve ondan kaçan çocuklara ''dur bakalım elim sende'' dermiş. Herkes de hoplar, zıplar, gülermiş.

Mutluluk bebek yapraklar gibi bir şeymiş. Yalnız dalların aylardır bekledikleri sevdikleriymiş. Bir bebeğin gülümsemesi gibi güneşi yansıtırlarmış.

Mutluluk ilk çiçekler gibi bir şeymiş. Baharın ilk çiçekleri gibi, ''duyduk duymadık demeyin'' der gibi, pembe, beyaz iç içe, narin bahar çiçekleriymiş.

Mutluluk bir kedi, bir köpek, bir fok, bir civciv, bir dinozor gibi bir şeymiş. Hayır hayır, Bremen Mızıkacıları gibi değil; insanı gülümseten çocuk oyuncakları gibi bir şeymiş. Oyuncaklardan da mızıkacı olur muymuş acaba, Bremen'e giden?

:)

 

Mutluluk Yazıları #29 (26.03.23)

Mutluluk bir cümleymiş. İki kelimeden oluşan ve bu iki kelimenin birbirine sıkıca sarıldığı bir cümle: Seni seviyorum.

:)

 

Mutluluk Yazıları #29 (28.03.23) 

Mutluluk fark etmek gibi bir şeymiş. Kendin için en iyi, en uygun, uyumlu ve sana iyi hissettiren şey(ler)i fark edebilmek gibi bir şey.

 

Mutluluk Yazıları #29 (28.03.23)

Mutluluk, duymak isteyeceğin sözcüklerin değişmesi gibi bir şeymiş. Onların yerini yenilerinin aldığını fark etmen gibi bir şey.

İçeriklerini çok sevdiğim bir meditasyon kanalı var. Nefes Meditasyon ismi. Belli dönemlerde ara ara o kanalın meditasyonlarını yapıyorum. Son dönemde yaptığım bir serisi vardı. Bu seride her videoda belli bir soru üzerine yoğunlaşıyoruz. Bugün yaptığım meditasyonun video içeriğinde ele alınan soru ise duymak isteyeceğimiz cümlelerin neler olduğuydu. Bu video serisi ilk kez geçen yılın başında yüklenmişti ve ben de ilk kez o zaman bu meditasyonu yapmış, bu soruya yanıtlar vermiştim. Bu meditasyonun çok öncesinde de ihtiyaç duyduğum bu cümlelerin farkındaydım aslında. Ancak bir an geldi ki, ben duymak istediğim bu cümleleri başkalarına ve kendime söylemeye başladım. En önemlisi de, kendi duymak isteyeceğim şekilde. İçtenlikle.

Şimdiyse, benim için çok şaşırtıcı bir şey oldu. Tüm o cümleler göğüs kafesimden çıkıp uçmuş gitmiş sevgili okur. Artık onların bana birinin söylemesine ihtiyaç duymadığımı fark ettim. Daha doğrusu, artık bu cümleleri duymak için bağımlı bir istek içinde olmadığımı fark ettim. Çünkü bu sözcükler özgür ve ben de öyleyim; o halde ne yapmalı? Bu özgür cümleleri ben özgürce söylemeliyim.

Yeni cümlelerim ise bir kafesin içinde değiller. Ancak içime doluyorlar. Biri bana yazdığım ve söylediğim bir şeyin ona iyi geldiğini söylediğinde çok iyi hissediyorum. Çünkü dış dünyadan alıp dönüştürdüklerimi yansıtıyorum ve karşı taraf da kendinden bir şeyler bulabilirse çok mutlu hissediyorum.

Peki sen sevgili okur, sen en çok hangi cümleyi duymak isterdin? Sen bu duymak istediğin cümleyi ne sıklıkla başkalarına söylersin? Ne sıklıkla kendine söylersin?

 

bir şeyler dinlemek için tıklayabilirsiniz.



9 yorum:

  1. Geçmiş olsun kendine dikkat et. Stres her şeyi tetikliyor. Kardeşinle aranızdaki duruma üzüldüm. Her şey düzelir İnşallah.
    Bazen insan düşünüp durmaktan kurtulmak istiyor. Elimizde olmuyor pek ama fark ettim ki olumsuz bir şey olsa sadece bir iki gün çok takıyorum sonra yavaşça etkisi silinip gidiyor. Artık stres olsam da nasılsa iki gün sonra böyle düşünmüyor olacağım diye rahatlatıyorum kendimi. Sanırım zihnim de bir yerden sonra yorulup düşünmeyi reddediyor. 😅
    Mutluluk yazıların da çok tatlı. :)

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Nedeni stres değil aslında. Üzüntü ve sinir. Ben gündelik hayattaki şeyleri önceden kafaya takıyordum. Derslerimi, kariyer odaklı geleceğimi vs. Ama özellikle yüksek lisansa başladıktan sonra tam tersi bir kişiliğe dönüştüm. Gamsız, hatta sorumsuz... Kendi kendime dönüşmedim tabi de neyse.

      Yani nedeni içsel nedenler. Dış faktörlere dayalı değil. Yine de değiştirilebilir biliyorum ama işte bazen böyle ben ne olduğunu anlamadan bir şeyler içimde tuttuklarımı tetikliyor ve ben geçti sanırken böyle oluyor.

      Aslında bizim kardeşimle ikimiz arasında bir sorun yok. Kardeşim üstüne vazife olmayan şeylere kalkıştığı ve bunu pasif agresif tavırlarıyla devam ettirdiği için, ben de başlarım böyle işe diyerek kendisini görmezden gelme kararı aldım. Çünkü o beni anlayabilecek birisi değilmiş. Çünkü o, benim yaşadığım hiçbir şeyi yaşamadı. Kıskançlık değil ama aramızda bariz bir yetiştirilme farkı var. O beni istese bile anlayamaz. Hele şimdi hiç hiç anlayamaz çünkü ailem bana yapmadıkları her şeyi ona hep yaptı. Özellikle de manevi açıdan. Gerçi maddi açıdan da :) ama neyse. O kadar da nankör olmayım :))

      Burada başlasam öyle çok şey yazarım ki... Hatta vaktiyle yazdım sildim yazdım sildim... Bu yaz benim için çok kötü geçti. Haksızlığa uğradığım bir dönemdi. Kendimi hep yalnız hissetmişimdir ama... bu sefer kimsesiz hissetmiştim. Bu arada ailemi tanısan bu kız abartıyor derdin :) Öyle kendi hallerinde, hatta nazik yaklaşırlardı ki... Keşke bana karşı da öyle olsalardı. Öyle nazik, öyle yardımsever... Doğru ifade bu da değil aslında ama burası açık bir alan. Anlatmak uygun değil sanırım. Şimdi mesela tek kızları ben kaldım diye özellikle annem yumuşak davranıyor. Babam biraz uzak, çünkü suçluluk duyuyor ama bir şey yapmaz. Onlara göre ben değersiz hissedemem. Onlara göre onlar bana bir şey yapmadı. Evet sorun da bu, onlar bana hiçbir şey yapmadı. Maddi olarak borcumu ödemeyi isterim. Ama manevi olarak ne yapabilirim bilmiyorum. Ve sadece onlar da değil. Benim yanımda kimse durmaz. Ben suçlu bulunurum. Çünkü dedim ya, benim değerim onların bana biçtikleri kadardır, öyle olmalıdır (!). Sanırım bu yüzden dışarıya dönüktü yüzüm hep. Ama malesef bu konuda da kendimi kandıramadım. İşte benim üzüntüm bu. Gerçi artık canımı yakmıyor, sıkmıyor ama bilmiyorum. Bazen boş bulunuyorum.

      Yazmayacağım desem de yine döşedim :) Ama ana olayları anlatmadım. Yine de hislerim böyle... Aslında kimseye kızgın değilim. Belki biraz kırgındım ama önemi yok çünkü bunu söylediğimde bile anlamıyorlar. Zaten nasıl telafi edebilirler? Edemezler. Onlar iyi insanlar. Belki bildikleri kadarınca iyi de anne baba oldular. Ama ben hep yalnızdım ve kimseye kırgın olmadığımda bile bunu hiçbir şey değiştirmeyecek. Kalbimi kıran da aslında bu herhalde. Ve ben şimdi bile empatik yaklaşmaya çalışıyorum ama onlar ben kendi yaşamım için adım atsam, bana böyle yaklaşmazlar. Beni hak etmiyorlar :) Belki başkasına göre de ben onları hak etmiyorumdur. Hayat böyle sanırım, göreceli.

      Teşekkür ederim yazımı okuduğun ve fikrini belirttiğin için. Bana iyi geldi <3

      Sil
    2. Üzüntü ve sinir kötü etkiliyor tabi insanı. Ben de çok şeyi kafaya takan biriydim, hala öyleyim aslında ama eskisi kadar değil. Sanırım beklentim pek yok artık. Dünyadan geçip gidiyor gibi yaşamaya çalışıyorum.
      Ailen konusunda demek istediklerini anlıyorum. Tabii yaşayan biri olarak senden başkası bilemez. Bazı şeyler anlatılsa da karşıya ulaşmıyor hiç, anlaşılmamak zor. Yapabileceğimiz bir şey olsa keşke ama bazı şeyleri değiştiremiyorsun. Yine de Allah gönlüne göre versin, hayat bu belli olmaz ne olacağı. :)

      Sil
    3. Evet aslında bence kilit nokta bu. Yani dünyadan geçip gidiyoruz. Son günlerde aklıma bu fikir çok sık geliyor ve açıkçası beni rahatlatıyor. Bu hayat belli bir süreç içinde sınırlı. Yani bitecek. Sayılı gün :) o zaman neden bu günleri tutmak için yıpranalım ki? Bu dünyaya yaşamak için geliyoruz. Sadece bu bile başlı başına kıymetli değil mi?

      Ben hep bir amaç aradım. Yaşım genç biliyorum ve evet bir şeyler için çabalamalıyız onu kastetmiyorum. Sadece... Sadece var olmak bile güzel bir amaç. Sadece varlığınla bile bir şeyler katabilirsin bu dünyaya ki katmak zorunda da değilsin. :) Bu zaten doğal olarak olur. Diğer insanlar ve hatta biz kendimiz bile belirli rolleri oynamıyor muyuz? Herkes birileri için birisi veya bir şey oluyor bu hayatta ve onun gelişimini etkiliyor yani varlığını.

      Böyle düşününce benim için her şey kolaylaşıyor. Bir şey istiyorum ve olmayacağına mı inanıyorum, neden? Neden olmasın? Bu sadece bir yaşam. Bu kadar. Veya olmazsa olmasın. Ne olur? Bu sadece bir yaşam, bu kadar. Sınırlı ve bitecek. O zaman kendini üzmeye, yıpratmaya gerek yok ki.

      Anlaşılmak için çok debelendim. Bunun gereksiz olduğunu anladığımda bile bunu yaptım ve ben kötü göründüm. Artık yoruldum ve belki de bu nedenle, artık eskisi kadar umursamıyorum. Bazen belki ama eskisi kadar şiddetli değil. Tabi buraya böyle yazdım ya umarım hayat beni sınamaz ve iki güne bir şey yaşayıp yıpranmam :) Blog yazmak da beni dönüştürüyor.

      Teşekkür ederim, senin için de en güzelini dilerim. :)

      Sil
  2. Merhaba, geçmiş olsun.
    Yazınızı okudum ve Aynı sorunları ve sıkıntıları yaşayan biri olarak, bu kadar içten ve motive edici sözler duymak, hatta dertleşmek çok güzel hissettiriyor. Düşüncelerinizin farkında olmanız, onları gözlemleyip tutmamayı seçmeniz ve kendinizle yüzleşme cesaretiniz gerçekten değerli.

    Yaşadığınız kırgınlıklar ve odaklanamama gibi hisler çok insani ve anlaşılır. “Her şeyi tek başıma düzeltemem” demeniz bile bir farkındalık ve güç göstergesi. Bu sürecin size hem zihinsel hem fiziksel olarak rahatlama ve iyileşme getirmesini umuyorum. Yazınızı paylaştığınız için teşekkür ederim 🙏

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Ben teşekkür ederim yazımı okuduğunuz ve fikrinizi belirttiğiniz için :) Bazı şeyleri çok kurcalamamalı aslında. Sadece bu kadar.

      Sil
    2. Rica ederim 😇 Çok haklısınız. Blog yazılarınızı okumak bana da iyi geliyor. Takip ettiğim ve beni takip eden kişilerin yazılarımı okuması, destek vermesi ve saygılı yaklaşması gerçekten güzel bir şey. Bence blog farkı da burada ortaya çıkıyor. İlk gün, ilk blog yazımı okuyup motive etmiştiniz ve övgüyle bahsetmiştiniz. Gerçekten de yazılarımızın okuyucular tarafından değer görmesi, kıymetli bulunması buraları daha anlamlı kılıyor.😇🙏

      Sil
    3. Blog yazmanın tadı başkadır gerçekten. Hiçbir sosyal mecrada bu hissi bulamadım. Burada insan kendisi olabilir. Belki de o yüzden :)

      Sil
    4. Aynen 🙏 Huzur verici çok 😇 sağ olun herşey için iyi akşamlar :)

      Sil

Popüler Yayınlar