Yönetmen: Hirokazu Koreeda
Senarist: Hirokazu Koreeda, Akimi Yoshida
Yapımı: 2015 - Japonya
''Babamız mükemmel biri değildi. Ama iyi yürekliymiş... Bize böyle bir kardeş bıraktı.''
![]() |
Kaynak: Pinterest |
''Babam hakkında fazla bir şey hatırlamıyorum. Getirdiğin resimlerden zar zor hatırladım. Onunla bir dolu hatıran vardır. Güzel ve kötü günler! Bir ara onu bana anlatmalısın.''
Film, dört kız kardeşin hikayesini anlatmakta. Büyükannelerinden onlara kalan evde yaşayan üç yetişkin kız kardeş, babalarının cenazesinde en küçük kız kardeşleri ile tanışıyorlar. Suzu (Suzu Hirose), babalarının sonraki evliliğinden olan kardeşleri. Utangaç bir mizaca sahip bu genç kız da ablaları gibi zor bir çocukluk geçirmiş. Kardeşlerinin tek başına kalmasını istemeyen ablaları, onu kendi yanlarına davet ediyorlar. Böylece, film boyunca, birbirinden tamamen farklı kişiliklere sahip bu dört kardeşin yaşadıklarını ve aile olma süreçlerini izliyoruz.
''Bu hayatta, böcekleri ayırmaktan tut da erikleri yıkamaya kadar her şey zaman alır. Büyükannemiz her zaman böyle derdi.''
Hani bazen, bir daha yaşanmayacak güzel bir anını hatırlarsın ya... bu anı sana buruk bir his verir. Üzüntü değil ama... gözyaşların akabilir. Kalbin gülümserken gözlerinin dolması gibi. Buruk ama ferah bir his. İşte bu film de bana bu his gibi hissettirdi. Buruk ama ferah.
Dört kardeş de aslında aynı noktadan yara almışlardı: Anne babaları. Dördü de çok küçük yaşta sorumluluk almak zorunda kalmıştı ve bu sorumluluklar onların hayatla ve iç dünyalarıyla farklı şekillerde başa çıkmalarına neden olmuştu.
En büyük kız kardeş olan Sachi (Haruka Ayase) ciddi bir mizaca sahip bir hemşire. Babalarının onları başka bir kadınla birlikte yaşamak için terk etmesi ve annelerinin üzerine düşen sorumluluğu almaması üzerine, tüm sorumluluğu üstlenen abla. Kırgın bir genç kadın. Hem de en fenasından: Güçlü ama kırgın bir genç kadın Sachi. Bu nedenle ona kimse yaklaşamıyor. Küçük kız kardeşi Suzu hariç.
İkinci abla ise Sachi'nin tam tersi karakterde olan çılgın abla Yoshi (Masami Nagasawa). Erkekler ve içki iki zaafı. Ancak bu genç kadın da kırgın. Hem de en fenasından: Umursamaz ama kırgın bir genç kadın. Bu nedenle de ona kimse yaklaşamıyor. Evet! Küçük kız kardeşi Suzu hariç.
Üçüncü abla ise aslında filmde hikayesi pek gösterilmeyen ama benim kalbimi en çok kıran abla. Chika (Masami Nagasawa). Çünkü o diğer ablaları kadar şanslı değilmiş. Ne annesiyle ne de babasıyla yeterince zaman geçirememiş. O çok küçükken ayrılan anne ve babası, kızlarını görmeye tenezzül bile etmedikleri için, bu genç kadın kimsesiz büyümüş. Yaşayan anne ve babasını hiç tanımadan. O diğer iki abla kadar uç kişilik özellikleriyle karşımıza çıkmasa da, aslında filmde ona dair pek bir şey öğrenemememizin asıl nedeni de karakterin kendi hikayesinden ileri geliyor. Çünkü Chika da kırgın bir genç kadın. Hem de en fenasından: İçedönük ve kırgın. Herkesle iyi anlaşıyor gibi görünüyor ama onun iç dünyasını biz izleyicilere gösteren tek bir karakteri görüyoruz. Evet... küçük kız kardeşi Suzu.
Suzu ise bu üç ablasının bir karışımı gibi. Hem Sachi kadar sorumluluk sahibi, hem Yoshi kadar eğlenceli, hem de Chika kadar kırılgan.
Aileleriyle yeterince vakit geçirememiş bu dört kız çocuğu, birlikte yaşarken yavaş yavaş aile oluyorlar ve bunu sağlayan da ailelerinin yeni üyesi Suzu oluyor.
''Onunla... daha fazla zaman geçirmek istiyordum.''
Filmi baştan sona çok sevdim. Zaten böyle, karakterlerin kendi hikayelerinin anlatıldığı, aslında pek bir olayı olmayan ama gerçek hissettiren kurguları izlemeyi severim. Filmin basit ama derin bir konusu var. Aynı şekilde oyuncuların performansları da çok doğal ve bu nedenle etkileyiciydi. Filmde özellikle de içime dokunan bazı sahneler vardı. Bu kısım spoiler değil ama filmin bazı sahnelerini tasvir edeceğim. Rahatsız olursan geçebilirsin.
Sachi, onları terk eden babalarından çok, annelerine kızgındı. Çünkü babasından pek bir beklentisi yok gibiydi. Veya bir şekilde onu anlayabiliyordu. Ama annesi, onlardan yıllarca uzakta yaşamış olan annesi, ona çok derin bir öfke veriyordu. Bu öfkenin adı... kırgınlıktı. Annesinin de zor günler yaşadığını görüyordu biliyordu Sachi ancak annesi bir noktada bir şeyleri yapamamış mıydı, yoksa yapmamış mıydı? Sachi terk edilmişlik hissinin ona yüklediklerinden nefret bile edemiyordu. Özellikle de annesiyle birlikte yürüdükleri yol boyunca hep annesine yaklaşması, annesini tren istasyonunda uğurladığı sahnedeki beklenti dolu bakışları, yarım cümleleri... Sanki annesi bir adım atsa ona sarılırmış gibi durması... İçimi çok acıttı. Çünkü annesi Sachi'ye sarılmadı.
Suzu, babalarıyla en çok zaman geçiren kardeşti. O da kendi annesine kızgın ve kırgındı ama onun bu kırgınlığından çok, babasına olan özlemini görüyorduk. Ablalarıyla babası hakkında konuşmaya çekindiği için bu özlemini kimseyle paylaşamıyordu. Babasıyla ilgili anlattığı anısının ardından arkadaşı Futa'nın onu kiraz çiçeklerini görmeye götürmesi ve ikilinin bisikletle kiraz ağaçlarının altından geçtikleri sahne yüzümde ağlamaklı bir gülümseme oluşturdu.
Yoshi, çok verici bir karakterdi. Özellikle de söz konusu erkek arkadaşları oldu mu, maddi manevi her açıdan fazla cömertti. Biz izleyiciler onun tek bir erkek arkadaşını görmüştük ama bu durumun onda bir döngüye dönüştüğü mesajı da veriliyordu. Yoshi, ilk kez birinden gerçekten etkilendiğinde onu sadece kısa bir anlığına izledi. Yoshi'nin etkilendiği bu adamla tek bir aşk sahnesi bile yazılmamıştı filmde ancak o tek bakış bile beni gerçekten çok etkiledi. Bu, karakter için tek bir anlık basit bir etkilenmeydi belki ama bu karakterler filmin devamında da hayatlarına devam edebilecek olsalardı şayet, ben bir izleyici olarak Yoshi'nin her şeyini ortaya koymadan da sevildiği, değer gördüğü, korunduğu, kollandığı ve ona karşı cömert olan bir adamla birlikte olduğunu görmek isterdim. Evet, karakterler tek başlarına da yeterli olabilirler. Ancak aşk da güzeldir. Güçlü olmamız için tek olmamız veya partnerimize her şeyimizi akıtmamız gerekmez. Sağlıklı bir birliktelik, bize kendimizi gerçekten güçlü hissettirebilir. Ya da en azından, bu hissi pekiştirebilir. Yeri gelmişken söyleyeyim... Ben ''güçlü'' yansıtılan karakterlerin tek başlarına oldukları kurguları da fazlasıyla yapmacık buluyorum. Herkesin birine ihtiyacı vardır ve bu, bizi ''güçsüz'' yapmaz. Önemli olan bu birlikteliğe hangi noktadan yaklaştığımızdır diye düşünüyorum. Aksi halde bu tek başınalıktan gelen ''güçlülük'', bizi farklı bir güçsüzlüğe iteklemez miydi?
Chika ile Suzu yemek yerken Suzu'nun Chikaya babalarını anlattığı sahne de çok üzücüydü. Babasının nasıl göründüğünü bile hatırlayamayan bu genç kadın, küçük kız kardeşinden babasının nasıl biri olabileceğini öğreniyordu. Beni en çok da, Chika'nın kırgınlıklarını bile göremememiz kırdı. Çünkü bu karakter o kadar her şeyi içinde yaşıyordu ki, diğer ablaları gibi hislerini bile tanımlayamamıştı. Diğer ablalarının yıkıcı veya yapıcı tüm davranışları aslında iç dünyalarının bir çeşit dışa vurumuyken, bu kardeşin elinde tek bir veri bile yoktu. Chika kime kızacak veya kırılacaktı? Onun için bir yabancıdan farksız olan annesine mi, babasına mı?
Filmin arka planını oluşturan Japonya'nın doğa manzaraları ise bana hiç görmediğim bir memleketi özletebilecek kadar güzeldi. Şu Japonyayı ölümlü kısa yaşamımda bir kere olsun görmek isterim gerçekten.
Bu film beni hem çok üzdü, hem çok gülümsetti, hem çok rahatlattı, hem çok gözlerimi doldurdu... Bu film beni çok etkiledi. Çok sevdiğim bir film oldu. Benim için hem bu yılın, hem de tüm zamanlarımın favori filmlerinden biri artık.
Our Little Sister Official Trailer 1 (2016) - Hirokazu Koreeda Movie fragman için tıklayabilirsiniz.
Umimachi Diary OST için tıklayabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder