Denge.

 

İnsanın birine bir şeyler verebilmesi için, önce alması gerektiğini, buna açık olması gerektiğini anladım. Karşı taraftan, önüne gelen fırsatlardan veya direkt olarak dünyadan almasını bilmeli insan. Almaya hakkı olduğunu ama bunun da ötesinde, hiç almazsa, verecek bir şeyinin kalmayacağını bilmesinin önemli olduğunu fark ettim. Sanırım bu nedenle bu kadar çok uyaran var. Bu kadar çok imge, varlık, düşünce, his, istek, beklenti var. Almak ve vermek için. Dengeyi görmek için. Dengenin kendisi olmak için. :)

Çünkü zaten dengeyi biliriz. Bilmeseydik hiç acı çekmezdik. Çok fazla verince veya çok fazla alınca acı çekeriz. Açlık ve tokluk. İkisinin sonu da kusmaktır.

Korkularla ilgili bir içerik görmüştüm. En büyük korkunuz ne, sorusu vardı. Ama böyle karanlık, yükseklik gibi değil. Belki onlara da temel olan bir korku. Benim en büyük korkum bırakılmaktı. Daha dramatik olursam terk edilmek. Bu nedenle sanırım bir şeyleri bırakmak konusunda da iyi olamadım. Hatta bunu güzel bir özellik olarak gördüm yıllarca. Demek ki iç dünyam o kadar büyükmüş ki, içimde güzel bir albüm oluşturmuşum... Hayır. Albüm doğru kelime değilmiş. Bunlar, tuttuğum, bırakamadığım her şey, aslında bir fotoğraf gibi iki boyutlu değilmiş. Bazen üç, bazen dört beş on ve bilemediğim kadar çok boyutluymuş da... zamanla içimde kocaman kütleler, belki çöplükler oluşturmuş ve düşüncelerimi sarmış sarmış.

Buna müze de diyebilirdim. Hadi diyelim. Ama müzelerde bile aslında her eserle uzun uzun ilgilenmezsin. İlgini çeken parçaları incelersin. Diğerlerini geçer gidersin. İç dünyamda tuttuğum parçalar da öyle. Orada ama dikkat etmiyorum. O zaman neden hala orada? Üstelik o bir tarihi eser bile değil. O benim tarihimin eseri de değil. Zaten insan, tarihinin eserini tutmaz. Tuttuklarımız, bırakmadıklarımız, aslında belki de ellerimiz boş kalmasın diyedir. Yenilikten kaçış gibi. Özgürlükten kaçış gibi.

Terk edilme korkum insanlarla sınırlı kalmamış. Ben hata yapma korkum var sanıyordum ama hayır. Ben, tuttuğum bir şeyi bırakmak zorunda olmaktan mı korkuyorum? Tam olarak böyle olmasa da... böyle. Her şey, biz tutsak da bıraksak da, bizde bozulmalar, kırılmalar ve tazelenmeler yaratır. Evrenin yasası budur: Entropi. Bir şeyler bozulur, bir şeyler doğar. Maddeden yeni maddeler olur. Bu kuraldır. İnsanlar da böyle değil midir? Bir şey, başka bir şeye dönüşür. Bozulma kavramı aslında dönüşüme denktir bu denklemde, değil mi? O halde, bir şeyin ''gitmesi'' ya da ''gitme ihtimali'' aslında denklemi bozmaz. Çünkü denklemdeki eşitliği aslında biz kendimiz sağlıyoruz. 

Bir şeyin gitme ihtimali onun gideceğini doğrulamaz. Aynı şekilde bir şeyin gitmesi (bitmesi), bizim varlığımıza dokunmaz. Etkiler ama insan neyi hissedeceğini, neyi düşüneceğini ve tüm bunları kapsayarak neyi seçeceğini (neyi yaşayacağını) kendisi belirler. 

Önceden, yakın zamana kadar, bazen ''ya öyle olursa'' düşüncelerine kapılırdım. ''Öyle olsa da'' bir şey değişmeyecek. Bir şeyin olma ihtimaline endişelenmek kadar saçma bir şey olmadığı gibi, bir şeyin gerçekten istenmedik şekilde olması ve yazımın teması dahilinde örneklersem, ''bitmesi'' veya benim varoluşumdaki, hayatımdaki yerini ''terk etmesi'' benim değerimi belirlemez.

Her şey bizim elimizde. Bir şeye verdiğimiz kıymet bizim elimizde. Sadece dengeli olmalı. İnsan, aslında her şeyin dengesi olabilir. Öte yandan, her şeyin bir hazırlık süreci var. Eğer içimizde dengesizlik varsa, bazı şeyler olmaz veya olduramayız. Bir şeyi sevmek için, sevgiyi alabilmek gerekir. Başka insanlardan akan, başka canlılardan akan, dünyadan akan sevgiyi. 

Çünkü insan, böyle öğrenir.



2 yorum:

  1. Denge çok önemli insan ilişkilerinde de günlük hayatın içinde de dengeyi kurmak lazım

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bence de en önemlisi denge. Aslında bencesi de yok, öyle. :) Dengeli olmak, dengeli düşünmek ve hareket etmek.

      Sil

Popüler Yayınlar