Aslında hiçbir zaman ahım şahım bir yeteneğim -bence- olmamasına rağmen küçüklüğümden beri yaptığım tüm resimler beğenilmiştir. Gerçi lisede aldığım son zorunlu resim dersinden sonra hiç bir şeyler çizittirme girişimim olmadı ama bu tamamen zaten çizemeyeceğim görüşümden kaynaklıydı (haklılık oranım yüksek olabilir öhömmm).
Ben anaokuluna gitmedim. Babamın bile vaktiyle anaokulu geçmişine sahip olduğunu düşünürsek bu sahiden tuhaf bir durum. Tabii babamın o sıralar Türkiye'de yaşamadığını da belirtelim. Öte yandan Türkiye'de de benim çocukluk yıllarımda pek tabii anaokulları vardı ancak sanıyorum ki (ki muhtemelen, çünkü ailem uğraşmamış her zamanki gibi) zorunlu değildi. Ben de o nedenle anaokuluna gitmek yerine orada burada hayali oyun yaratmaya (ki aslında hayal gücüm ister inan ister inanma kıttı) devam etmişim.
Anaokuluna gitmemiş olmanın eksikliğini o zamanlar hiç hissetmemiştim. İlkokul bire başladığımda bile. Ancak sadece bir anlığına ufak bir yutkunma anım olmuştu. Şöyleydi... Anneannemgilin komşusu ve teyzemin bestilerinden olan Ş. ablanın kardeşcağızı (ve benden üç yaş büyüktü) S. ile ev oturmalarımız sırasında onların salonunda S.'nin anaokulu takvimini gördüğüm an. Aslında S. bana anaokuluna gitmemem hakkında bir şey dememişti (hatta bu konuyu konuşmadık bile) ancak o sıralar 8-9 yaş civarında olduğunu tahmin ettiğim küçük Ben (çünkü o sıralar aramızdaki üç yaş sırıtmıyordu, sonra ortaokula geçen havalanıyordu çevremde :) bunu kendi kendine düşünmüş ve unutmuştu.
Madem S.'ye değindik azıcık oturalım şu kısımda. S.'yi gerçekten severdim. Teyzem Ş. ablalara giderken ben de peşine takılıp S. ile kanka olmuştum sanırım. S. anlaşması kolay bir kızdı. Bence o da benimle zaman geçirmeyi seviyordu. Eve gitmeyim, biraz daha geç gideyim diye önce benim sonra teyzemgilin aklına girerdi ki ben de bunu isterdim. Ona abla falan dediğim de yoktu. Yüzsüzlüğüme bak ki, benden 1 yaş bile küçük olan çocukların abla dememesine içerlenecek bir akıllı bıdık (tamam ukala) ama kendimden tamı tamına -evet tamı tamamına... ay yok belki ay farkı vardır ahhahaha- 3 yaş büyük olan kıza abla demeyen bir kızcağız idim. Her neyse, zaten onun da böyle bir talebi yoktu.
Bunun bazı sebepleri tabi ki var. Sanıyorum ki ilk sebep S.'nin benim gibi ukala olmaması idi. :) İkinci sebep benim yaşıma göre uzun ve gelişmiş olmam (büyük göstermem) idi. Üçüncü sebep, S.'nin de tam tersi küçük göstermesi idi. Yani fiziksel olarak yaşıt gibi görünüyorduk. Hem okuma hızım da hızlıydı ya da S.'yle benzermiş ki birlikte okuma yarışları bile yapardık. Hatta S. bana çok beğendiğim çocuk kitaplarından hediye etmiş sonrasında. Hatta hatta, S.'nin bana hediye ettiği kitapları kardeşim İ. bilene okudu (onun kitaplığında kaldı yıllar yıllaaaarca). Canım S. bu arada. Ne iyi kızmış vallahi, en bff'immiş yalnız şu an aydım ahahahahah.
Neyse S. ile çok eğlenirdik. Cidden yanında en rahat ettiğim kankimlerdendi. Sonra o ortaokula geçti dediğim gibi. Haliyle artık bağımız kopmuştu. Bunun da pek çok sebebi olabilir. İlk sebep, benim artık anneannemgillerin oralarda az zaman geçirmem olabilir. İkinci sebep, S.'nin ağırlaşan dersleri ve değişen sosyal yaşamı olabilir. Üçüncü sebep, 3 yaş da o zamanlar az değildi be okurcuğum ahahahahah. Benim gibi veletle mi oynayacak kız sonsuza kadar. :) Neyse sonra yaşlar dengelenince neden buluşmadık değil mi? Onlar taşındılar. Evet, sonra teyzem arkadaşı Ş. ablayla bağını korudu galibası ama ben S.'den haber alamadım. Çünkü ben de büyüdüm! O sıralar dikkatim dağılmış. Gerçekten S. n'aptı acaba ya aşırı merak ettim şu an.
Ya ben de diyorum bu konuya nereden geldim ahahahahah (organik yayın deyince de ben :). Hah işte anaokuluna gitmeyişimi ilk kez S.'nin anaokuluna gidişiyle, yani takvimiyle, hissetmiştim. Bu nedenle de yani direkt ilkokul 1. sınıfa başladığım için evde kendi kendime karaladığım resimlerim dışında ''profesyonel'' bir çizim geçmişim yok idi. Ama ya evdeki kendi karalama dönemimde, ya da ilkokul 1. sınıftayken ben hep giysi çizerdim hatırlıyorum. Hatta hayalim moda tasarımcısı olmaktı ahahhahaha. Ama küçükken böyle şeyler olmayı istersin ya zaten, öyle. Sen en en en küçüklüğünde, hayal dünyan çok genişken, her şey olabileceğin bir evrendeyken, ne olmak, hangi mesleği yapmak istiyordun?
Ben işte moda tasarımcısı hayaliyle atıldığım çizim kariyerime (ahahhaah) okula başlayınca sınıf öğretmenimiz Ç. öğretmenimin verdiği konularla devam ettim. Hatta bir dersimizi hatırlıyorum şu an. Kaçıncı sınıfım bilemem artık tabi ama 3'ten büyük olamaz... Küçük boy bir deftere bulutlar çiziyorum. O sıralar mavi kelimesi ile beyaz kelimesinin karşıladığı anlamı karıştırıyordum biliyor musun? Yani mavi rengin ne olduğunu biliyordum ama sanki mavi renge mavi değil de, ''beyaz'' demek daha doğru gibi geliyordu. :) Aynı şekilde beyaz rengi de biliyordum ama ona da ''mavi'' demek daha çok yakışır gibi geliyordu ve uzun bir süre, doğrusunu idrak ettiğimde bile böyle olmalıymış gibi hissetmiştim ahahahah. Bu nedenle de o bahsettiğim derste, o küçük boy resim defterime ne çizdiğimi hatırlıyorum: Bulutlar. :) Bak bence zaten benim mavi-beyaz karışıklığına kapılma nedenim de buydu, yani bulutlar nedeniyle. Çünkü beyaz renk boya resim defterinde haliyle görünmediğinden, bulutların dış çeperini mavi renkle çiziyordum. Bulutun içi beyaz kalsa da, dış çeper mavi olunca şey olmuş, öyle olmuş, karışık olmuş ahhahahah. Zaten neden bu kadar sıkıcı sıkıcı her şeyi gerçek hayattaki gibi çizmişsem... Mesela bir çocuk mor bulut falan çizse daha güzel bence. Hayal dünyam da sıkıcıymış birassss (ama çok değil birasss, belki sonrasında da bir ara hayal dünyama bir yazı gelir ama bilemiyorum).
İlkokulda sınıfımızda iki tane G. vardı. İkisi de erkekti ve ikisi de çok güzel resim yapıyor ya da çok güzel resim yapmalarıyla övgü topluyorlardı. Ama çok güzel resim yapıyor da olabilirler çünkü bir keresinde G.'lerden biri -benim de katıldığım :)- bir resim yarışmasında il mi ilçe mi tam hatırlamıyorum sıralamasında ilk 3'e girmişti de vay beeee demiştim ahahahahh. Acaba ilkokuldan sonra da resme devam ettiler mi bak meraklandım yine ahahhaahahha. Neyse. Yine de ben de fena değilmişim bence çünkü öğretmenim benim resimlerimi de överdi. Bu nedenle de hep güzel resim yaptığıma ''inandım.'' :) Ama benim asıl yeteneğim hiçbir zaman resim olmadı. Yazı oldu. Yazdığım yazılar için bazen ödül bile alırdım öğretmenimden. Mesela bir keresinde Selena'nın küresel ısınmayla ilgiliydi sanırım bir bölümünü kurgulaştırıp mı artık, olduğu gibi mi bilmem, yazıya dökmüştüm. Hoca yazdığım yazıyı mı beğenmişti bilmiyorum pastel boya hediye etmişti bana. Bu olayı baştan sona annemgile anlattığımda bana gülmüşlerdi. Selena'yı izlediğim için ödül aldım diye hahahAHKHDKSHK of tamam. Ama ben sınıf öğretmenimden az hediye de almadım hani süylemesi de ayıptır haniii. :) Boş yere değil tabi ki! Çok okuyorum diye hediye alırdım veya işte böyle yazı yazınca falaaannn.
Tamam... şimdiye kadar pek de... ''Picasso kişiliğimi'' göremedik kabul ediyorum.
Gel zaman git zaman ortaokula başladım. Resim öğretmenim A. hocayı çok severdim. Gerçekten çoook severdim. Aynı zamanda bu A. hoca küçük teyzemin de resim öğretmeniydi. Yaaaa. Daha buradan bir vay beee şaşkınlığıyla hocama yaklaşıyordum. Bir de hocam, farklı bir tarza sahipti. Tabi o zamana kadar hep daha aynı tarzda öğretmenler görmüş benim için bu biraz değişik bir stildi. Mesela kısa kızıl saçları vardı öğretmenimin ve aslında aurası farklıydı. Çok sakin davransa da, canlı bir aurası var gibi gelirdi bana. Herhalde kızıllıktan dolayı. :) Gerçekten tatlı bir kadındı. Resimlerimi beğenir miydi, yoksa dersine ilgiliyim ve sorumluluk sahibiyim diye beni mi yüreklendirirdi bilmem... Yaptıklarımı hep övüyordu ve yüksek puan veriyordu. Resim gibi derslerden ortaokulda yüksek puan almak tabi ki kolaydır, sorumluluk sahibi olsan yeter, ama hoca resimlerimi gerçekten incelerdi de hani. Sadece resim de yapmazdık sanırım. Artık pek hatırlamıyorum tabi (3-4-5 yaşını anımsayan ben 12-13 yaşını unutmuş puhahahahahaha of neyse ciddiyim bu arada geçiştirmiyorum).
Sene sonu sergisi yaptığımızı hatırlıyorum. Hoca benim resmimi de seçmişti. 7. veya 8. sınıftım tam net değil orası bende. Yoksa 6 mı... ama biraz büyüktüm de hani, kendimle gurur duyduğum nadir anlardandı. :) Çünkü hocam resmimi okul sergisine seçmekle kalmamış, üstüne beni aileme mi övmüştü acaba? Annemgil de benimle gururlanmıştı hatırlıyorum. Ya sergi için, ya sergiden sonra o resme çerçeve yaptırmışlardı okurcuğum şaka değillll. Hatta o resmim evde koridorda hala daha asılı yaaa. Aslında pek bir şeye de benzemiyormuş desem küçük Ben'e haksızlık mı ederim... Ama küçükken sanki gözüme, hocamın da övgüsüyle, öyle güzel gelirdi ki. Aslında Picasso resmi değildi (ama başlık ilgini çeksin diye öyle dedim çünkü başlıkta Van Gogh deseydim üzgün kişiliğimle bağ kurarsın didim :). Van Gogh'tu. Vazoda çiçekler. Çünkü en kolayı oydu ahahhahahahah. Ama renk geçişi falan denemişim hani bi' bi' şeyler. Ah canım hocam. Bak işte, öğretmen olmak asıl böyle bir şey. Küçük bir kızı nasıl gururlandırmış bir öğretmen... Nasıl ona güzel resim yaptığına inandırmış. Yani, tabi ki beni Picasso veya Van Gogh olarak görmemişti, abartılı değil, gerçekçi övmüştü. Küçük bir kızı, istekli ve resmi seven bir öğrencisini öven bir öğretmen gibi. Öyle ki, lisede de seçmeli ders olarak müzik yerine hep resmi seçtim ve orada da yine sempati beslediğim D. hocamın beğenisini toplardım. Hatta bir keresinde beni sınıfa örnek göstermişti. Ah beni okursa yandım (aslaaaa okumaz ahahahaha, okursan koniçiva :), o zamanlar hoşlaştığım tatlı çocuk bana dikkat kesilir olmuştu yaaaa. Günlüğüme bilene yazmışım. :)))) Yoksa bu kadarını da hatırlamam artık. O günlüğüm öyle komik ki... Bir daha öyle komik şeyler yazmamışım hiç. Yanarım yanarım ona yanarım. Ne var sanki, dünyayı mı kurtardım peeehhh.
Lisede aslında bir resim atölyemiz vardı. Ancak oradaki kaloriferler çalışmıyordu ve atölye geniş olduğundan buz gibiydi. Hoca bile kat kat giyinip gelmişti ilk derse hatırlıyorum. Bu nedenle de dersleri atölyede değil, bir sınıfta yapmaya başlamıştık. Zaten bu ders seçmeli olduğundan sınıfın yarısı derse geliyordu, kalanı müziği seçmişti. Bu yüzden sınıfa sığardık. Sadece bazen kazalar olabiliyordu. Çünkü herkes benim gibi dikkatli değildi! Mesela bir keresinde bir kız deri ceketime sulu boya damlatmış. Ceketimi çıkarmıştım aslında nasıl başarmış bunu bilmem... O zaman kızmıştım ama kız tatlı biri olduğundan bir şey de dememiş olmalıyım (zaten boya da çıkmıştı). Ama az dikkat be kankaa, tamam, kardeşim. :) İşte o sınıfta derslere girerdik. Ne çizerdik bilmem ama ben yine her zamanki gibi :)) sorumluluk sahibi olmam, sınıfa göre daha çabuk ve düzgün iş çıkarmam (ahahahha vallahi atmıyorum öyleydi cidden bak) nedenleriyle hocanın aferinlerini toplardım. Tamam... Hiçbir zaman resimde aman aman bir yeteneğim olmamış (bunu yazıya başlamadan evvel de biliyordum) ama bak işte kıssadan hisse... Yeterince azimli ve sorumluluk sahibi olunca yetenek eksikliği sırıtmıyor. Of bunu neden önceden ayıkmadım kiii! (kulağımıza küpe).
Lisede iki veya üç yıl resim dersi vardı sanırım emin değilim. Yoksa bir yıl mı... Oralar bende kopmuş ama önemli de değil zaten. Resmi hep sevmişimdir. Bücürlüğümden ergenliğime kadar... ve işte sonrasında hiç resim yapmadığım bugünümde bile. Resim sergilerini dolanmak suretiyle sosyal etkinlik yapmayı da sevmişimdir. Hatta bu özelliğim nedeniyle arkadaşlarım bile beni biraz, hadi hadi, ''entel'' falan bulurlardı. Böyle rafine zevklerim var işte n'aparsın ahahahha. Tabi bir süredir sergi neyin gezmedim ama severim. Resim içeriklerini okumayı, takip etmeyi, bilgi edinmeyi (sanat tarihi açısından) severim.
Resim sanatıyla ilgili şöyle ilginç bir olayım da var... Bunu hem kardeşimde, hem eski bestimde denemiştim. İkisi de bana göre fazlasıyla daha fazla resimde yetenekli iki insandı. Ancak ikisi de inat ve itinayla beni çizmekten kaçıyorlardı. Hatta kardeşim beni çizdikten sonra resmi bıraktı hahajkfhhsjh. Ay neyse, ciddiyim bu arada. Bestim de normalde bence daha yetenekliyken, çizdim demek için beni çizittirivermiş idi (üstelik evde çizmişti, vakti var idi). İlginçtir bu zamana kadar hoşlaştığım veya beğendiğim çocuklar da hep böyle yetenekleri olan insanlardı. Bence sanata duyarlılık bir kişi hakkında gerçekten bilgi veren bir şey. Bakış veriyor, içgörü dışgörü. Sanata ilgili insanların gözleri parlıyor. Sanırım benim hep en çok bu ilgimi çekmiş.
Öte yandan yazı ile resim de buluşabiliyor. Yaratıcı yazma çalışmalarında resim sanatından (tabi ki resim çizdirmeyeceğiz) yararlanmak sıkça başvurulan bir yol. Bu eğitimcinin hayal gücüyle daha da çeşitli etkinliklere dönüştürülebilir diye düşünüyorum. Allahım dönüştürmeyi nasip et Yarabbim. Bu yeteneklerimi inşalllah kullanayım artık yeteeerrr.
Bu geceki katharsisismin sonuna geldik. Arrrrivedersiiii (İtalyanlar seri yuhalıyor artık beni, bu kaçıncı bir doğrusunu öğrenemedim).
Aaa bak geçen bir şarkının İtalyanooo coverını buldum. Konuyla sıfır alaka bir şarkı olsa da, İtalyanca da hoş dil hani. Gerçi şarkının etkisini bi' değiştirmiş sanki. İtalyanca bilmediğimden dolayı şarkı bana artık İngilizce versiyonundaki gibi gelmedi. Melodik geldi ama o sert anlam kaybolmuş sanki. İşte yine konudan konuya uçtuk ama tam da bir yaaaa zamanı yapmadan geçmeyelim, her dilin kendi verdiği hissiyat var. Yani o dilin konuşucusu olmayan biri dili uzaktan sezgilerine göre değerlendiriyor ve çevirilerde tonlama, vurgu vs farklılığı bence metnin etkisini etkileyen bir şey. Mesela multi-language olan bilindik bir müzikal var, onu da paylaşayım yeri gelmişken... Her dil o parçanın da anlamına dair vurguyu, bakın anlamı demiyorum ''anlamına dair vurgu'' diyorum, etkilemiş. Yani dinleyendeki etkiyi etkilemiş dil faktörü. Neyse, benim konularım birbirini açar size doyum olmaz. Çaooovuuuvvv. (Amcam böyle şeyler diyerek giderdi: Çav, çüz gibi. Küçükken çok hoşuma giderdi, hala gider sanırım :).
Bahsettiğim İtalyaaanooo şarkı.