The Taste Of Tea (Cha No Aji) | Film Yorumu


Yönetmen: Katsuhito Ishii 

Senarist: Katsuhito Ishii 

Yapımı: 2004, Japonya


''Bunu senin anlaman zor çünkü bu benim dünyam. Kendim bile anlamıyorum. Dünyadaki birçok şey gibi, değil mi? Ne demek istediğimi anlıyor musun?''


Kaynak: Pinterest


''Sachiko. Yaz vakti, ay çiçekleri... barfiks demiri ve... Bakın nasıl da çabalıyor!''


Film, altı kişilik bir ailenin başından geçen olayları konu ediniyor. Bu olaylar sıradan yaşamın sıradışı seyrinde ilerliyor. Her birimiz kendi yaşamımızın içinde bir şeyler için çabalarız veya biz bir şeylerle boğuşurken, sıradan yaşamımız bir anda sıradışı bir hale bürünür. Kendi sorunlarımız, kendi hedeflerimiz, kendi çabalarımız bizim için biricik olur ve yaşamın olağan seyrinden adeta ayrışır. İşte bu ailenin başından geçenler de bundan ibaretti. Ailenin her bir üyesinin istediği bir şey vardı ve film boyunca yaşam olağan seyrinde akıp giderken, karakterler bu istekleri için çabaladılar. 

Filmin merkezinde ailenin küçük kızı Sachiko (Maya Banno) bulunuyor. Sachiko biraz sessiz, kendi halinde, akıllı uslu bir çocuk olarak görünüyor. Ancak kimseye söylemediği bir sorunu var. Sachiko, namı diğer ''büyük Sachiko''nun onu izlemesinden fazlasıyla rahatsız. Büyük Sachiko, Sachiko'nun birebir aynısı ama dev ebatlardaki hali. Sachiko ile hiç konuşmadan onu daima bir köşeden izliyor. Büyük Sachiko'nun, Sachiko'nun yaşamına doğrudan bir müdahalesi olmasa da, birisi tarafından gözlem altında olmak Sachiko için fazlasıyla sinir bozucu bir hal alıyor. Sachiko bir gün, amcasının da çocukken benzer bir sorun yaşadığını ve bu sorununu evlerinin yakınlarındaki barfiks demirinde takla attıktan sonra çözdüğünü öğreniyor. Bu bilgiyle birlikte küçük kız, dev halinden kurtulmak için çalışmalara başlıyor.

Ailenin diğer üyeleri de bu esnada kendi yaşamlarıyla meşgul durumdalar. Anne uzun yıllar işine ara vermiş bir anime çizeri. İşe yeniden güzel bir fikirle dönmek için çabalıyor. Evin babası bir psikiyatrist. Hipnoz ettiği hastaları üzerinde çalışarak kendini en başta ev halkına ispatlamak istiyor. Sachiko'nun abisi ilk aşkından ona aşkını itiraf edemeden ayrıldığı için üzgünken, karşısına ikinci bir aşk fırsatı çıkıyor. Okula yeni gelen güzel kızla arkadaş olmak için okul kulübüne katılıyor. Sachiko'nun amcası başarılı bir manga çizeri ancak onun da aşktan yana yüzü gülmemiş. Evin dedesiyse tüm bunları gözlemleyen bir dış göz. Anlatıcımız dede değil ancak ev halkının çabasının fazlasıyla farkında olan birisi olduğunu film ilerledikçe fark ediyoruz.

Film gerçeküstücü bir dille hikayesini anlatmış. Aynı zamanda Japonya'nın kırsal manzaraları filme şiirsel bir hava katmış. Biraz uzun, biraz da yavaş akan bir film. İçinde macera yok belki ama; samimiyet, sanat, fazlasıyla ilginçlik ve biraz da komedi var. Ben çok severek izledim.


SPOILER!

Sachiko'nun amcasının çocukken yaşadığı durum bir ruh musallatı. Musallat olmuş ruh dünyadan ayrılınca, amca da ruhu görmeyi bırakıyordu. Ancak Sachiko'nun durumu bundan farklı. Dev Sachiko'nun, Sachiko'nun gerçekleşmemiş potansiyeli olduğunu düşünüyorum. Sachiko, amcasının hikayesini dinlediğinde kendine barfiks demirinde takla atma hedefini koyuyor. Eğer takla atabilirse, dev halinden kurtulacağına dair bir çeşit inanç geliştiriyor. Bu nedenle de film boyunca küçük kızı takla atmaya çalışırken görüyoruz. Ne zaman ki takla atıyor; hem onu izleyen dev halinden kurtuluyor, hem de dev haliyle birlikte gökyüzüne yükselen dev ayçiçeği tüm evreni ışığıyla kaplıyor. Dev Sachiko ve dev ayçiçeği, Sachiko'nun zihninde ürettiği imgeler olsalar da, evreni kaplayan ayçiçeğinin ışığı gökyüzünde etkileyici görüntüler oluşturuyor. O anda karakterlerin hepsi meşguliyetlerinden, hayatlarından, sıyrılıp gökyüzünün güzelliğini takdir ederek hayatı görüyor.


SPOILER BİTTİ!


The Taste of Tea fragmanı için tıklayabilirsiniz.

The Taste Of Tea OST [Full Soundtrack Album, 2004] için tıklayabilirsiniz.


Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.


Öğrenci Kız (Osamu Dazai) | Kitap Yorumu

Yazar: Osamu Dazai, Çevirmen: İrem Akçay,
Yayınevi: İthaki Yayınları

Kitaba da ismini veren olayların anlatıcısı, hakkında pek fazla bilgi sahibi olmadığımız öğrenci bir genç kız. Kitap boyunca bu karakterin sabah uyandığı andan gece uyuduğu ana kadarki bir gününde yaşadıklarını ve zihninden geçen düşünceleri okuyoruz. Anlattıklarından yola çıkarak kendisinin ergenlik çağında olduğunu söylemek mümkün. Babasının ölümünün üstünden fazla zaman geçmediğini ve babasının yokluğunun hissettirdiği burukluğu karakterin hızla değişen düşüncelerinin arasında görüyoruz. Bu hızlı düşünce akışı ile karakterin yaşamı hakkında kısıtlı da olsa bilgi sahibi oluyoruz. 

Kitap için novella (uzun öykü) tanımlamasını yapabiliriz. Kitap altmış sayfalık kısa bir kitap. Bu altmış sayfanın son beş sayfasında ise Mythili G. Rao isimli bir yazarın kaleme aldığı kısa bir inceleme bulunuyor. Kitap kısa olmasına karşın karakterin düşünceleri o denli hızlı akıyor ki, bu düşüncelerin karakterde oluşturduğu duygusal çalkantılar bir noktadan sonra kitabın okurunu da bir geminin içinde deniz tutmasına yakalanmışçasına bocalatıyor. 

Yazarın kendi yaşamına baktığımızda toplumla çatışan bir kişilik görüyoruz. Toplumda itibar sahibi olan bir aileden gelmesine rağmen, ailesinden kopuk bir yaşam sürerek toplum tarafından onaylanmayacak eylemlerle yaşamını sürdürüyor. Ölümüne sebep olacak 1948 yılındaki intiharına kadar pek çok kez intihar girişiminde bulunuyor. Hatta öyle ki, kimi zaman tamamiyle şans eseri hayatta kaldığını görüyoruz. Bu çalkantılı ruh hali eserlerindeki karakterlerinde de hayat bularak adeta kanlı canlı bir şekilde varlık kazanıyor. 

Öğrenci kızın ana karakteri, yazarın kendi düşünce dünyasından parçalar taşıdığını düşündüğüm ve büyümenin getirdiği kimlik arayışının hüzünlü bir mizaçla birleştiği bir karakterdi. İlgisini çekenlere bu kısa ama yoğun kitabı öneriyorum. 

Kitaplarla kalın.

(06.01.23)


Nazlı Kar (Cuniçiro Tanizaki) | Kitap Yorumu

Yazar: Cuniçiro Tanizaki, Çevirmen: Esin Esen,
Yayınevi: Can Yayınları

Kitaptaki olaylar dört kız kardeşin hayatının etrafında şekilleniyor. Makioka ailesi varlıklı ve saygın ailelerden birisi. Annelerini küçük yaşlardayken kaybetmiş bu dört kız kardeş, babalarının da ölümüyle eski lüks yaşamlarını geride bırakıyorlar. Ancak aile isimlerinin saygınlığı ve bilinirliği sürüyor. En büyük iki kız kardeş olan Tsuruko ve Sachiko babalarının sağlığında evlenen iki kız kardeş. Evin en büyük kızı Tsuruko olduğu için, babalarından kalan mülklerin idaresi ve bekar olan diğer iki kardeş Yukiko ile Taeko'nun sorumluluğu, Tsuruko ve eşine ait. Bir yandan arka planda toplumsal çerçevedeki değişimler sürerken, diğer yandan birbirlerinden farklı karakterlere sahip bu dört kız kardeşin 1936-1941 yılları arasında yaşadığı olayları kitap boyunca okuyoruz. 

Kitabı çok severek okudum. 838 sayfalık baya kalın bir kitap. Ancak akıcı bir dile sahip. Kitabı okurken bir noktadan sonra olayların içine çekildiğimi hissettiğim için karakterlerle de bağ kurdum. Hatta daha da ileri gideceğim; kimi zaman onlarla üzüldüm, kimi zaman onlarla sevindim. Yer yer onlara kızdım, yer yer de onlarla umut ettim. Özellikle de kitabın sonuna yaklaştıkça onların mutlu olmasını güçlü bir şekilde istedim. Kitabı sevmemin en büyük sebebi de sanırım bu benimseme hissini bana vermesiydi. Bunun yanı sıra, kitabın tıpkı ismi gibi hoş bir dili var. İnsanı yormuyor, hatta aksine her şey apaçık ifade edilmiş; ama nasıl desem, kitabın dili için de kullanabileceğim en yerinde ifade nahif olacaktır. 

Bu yorumu 3-4 yıl önce eski hesabımda yazmıştım. "Nazlı Kar, benim favori kitaplarım arasında yerini aldı," demişim. Aradan geçen bunca zamandan sonra da hâlâ öyle, en sevdiklerimden. Ve hâlâ, kitabı hatırladığımda aklıma ilk olarak "nahif" kelimesi geliyor.

Kitaplarla kalın.

(20.03.22)


Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.


1Q84 (Haruki Murakami) | Kitap Yorumu

Yazar: Haruki Murakami, Çevirmen: Hüseyin Can Erkin,
Yayınevi: Doğan Kitap

Kitap, çocukluklarının bir döneminde karşılaşmış Tengo ve Aomame'nin hikâyesini konu ediniyor. Her iki karakter de yalnız birer çocukluk geçirmiş ve bu nedenle de yetişkin olduklarında dahi bağ kurmakta zorluk çekiyorlar. Tengo bir dershanede matematik öğretmenliği yapıyor ve bunun yanı sıra bir yazar. Aomame ise görünürde bir spor eğitmeni. Ayrıca kadınlara dövüş dersleri veriyor. Görünürde diyorum, çünkü Aomame'nin bir de herkesten sakladığı başka bir mesleği var. O bir kiralık katil. Madam hitabıyla anılan varlıklı ve yaşlı bir kadının yönlendirmesiyle karısına şiddet uygulayan ve düzelme belirtisi göstermeyen erkekleri kendi ürettiği özel bir suç aletiyle öldürüyor.

Tengo ve Aomame ilkokulun iki yılını birlikte okumuşlar. Aomame'nin ailesi üyesi oldukları Şahitler cemaatine tutucu ve tutkun bir şekilde bağlı oldukları için, Aomame çocukken akranları tarafından hep dışlanmış. Tengo'nun babası ise bir NHK tahsildarı. Yani radyo ve televizyon vergilerini toplayan bir memur diyebiliriz. Kapı kapı dolaşarak, hatta insanları resmen taciz ederek para ödemelerini sağlıyor. Bu durum Tengo’nun da dışlanmasına neden olmuş.

Bir gün sınıfta Aomame zorbalığa uğrarken Tengo ona yardım ediyor. Bu olay sonrasında Aomame bir ders çıkışında etrafta kimseler yokken Tengo'nun elini tutuyor. Evet öylece, hiçbir şey söylemeden. O an ikili sanki donup kalıyor; ama tabii zaman akmaya devam ediyor. Zaman geçiyor, geçiyor ve geçiyor. Yirmi yıl kadar, geçiyor. İkili artık otuz yaşında. Ve bir gün, Aomame, yine görev yerine giderken sonradan 1Q84 adını vereceği yeni dünyasına giriş yapıyor; aynı şekilde Tengo da editör Komatsu'dan gelen "gizli görevi" kabul ederek "Kediler Şehri" adını vereceği dünyasına giriş yapıyor. Tabii olaylar gelişiyor.

Benim okuduğum bu tek cildin içinde aslında üç kitap birleşmiş durumda. Yani bu kitabı böyle tek cilt okumak yerine, üç kitap halindeki basımından da okuyabilirsiniz. Bu kitabı ebatına bakmadan farklı zamanlarda iki kez okudum. Hatta bir üçüncüyü bile okuyabilirim. Kitabın konusu evet çok orijinal bence ama kitabı bu kadar sevmemin asıl sebebi bana bir arkadaşımlaymışım gibi hissettirmesi. Biliyorsun, böyle kitaplara bağlanır insan. İşte 1Q84 de benim için böyle. Aşağıda kitaptan bazı alıntılara yer vereceğim. Aslında kitabın içinden yazabileceğim gerçekten çok fazla alıntı var. Ama bu kadarla artık yetiniyorum.

Kitap aklıma geldiğinde keşke bu kitabın bir film veya dizi uyarlaması olsa diye düşünüyorum. Murakami'nin bazı roman ve öyküleri beyaz perdeye uyarlandı ancak buna karşın nasıl olur da bu kadar özgün ve üstüne her durumda satabilecek aşk temalı bir kurgu film yapılmaz anlayamıyorum. Belki de böylesi daha iyidir, kim bilir... Çünkü ucunda hayal kırıklığına uğramak da var. Bir gün filmi veya dizisi yapılırsa umarım oyuncular tam olarak kitaptaki karakterleri yansıtacak şekilde olur ve kurgunun özünü değiştirmezler.

Kitaplarla kalın.

(22.03.23)


Senin Adın (Makato Şinkai - Ranmaru Kotone) | Çizgi Roman Yorumu

Yazar: Makoto Shinkai, Çizer: Ranmaru Kotone,
Çevirmen: Ayşenur Sayıt, Yayınevi: Gerekli Şeyler Yayıncılık

''Sürekli birini... Birini... Arıyordum!''

Mitsuha ve Taki, apayrı hayatlar yaşayan iki gençtir. Mitsuha küçük bir kasabada yaşayan bir genç kızdır. Ancak hem belediye başkanı olan babasının yürüttüğü seçim kampanyası, hem de bir aile geleneği töreni ona okulda zor günler yaşatmaktadır. Tüm bu sıkıcı zamanların içinde Mitsuha bir dileğini haykırır: Tokyo'da yaşayan bir erkek olmak istediğini.

Taki ise Tokyo'da yaşayan lise öğrencisi genç bir erkektir. Mitsuha'nın durağan yaşamının aksine onun hayatı bir hayli hareketlidir. 

Bir gün, bu iki gencin hayatları değişir. Gerçekten değişir. Haftada birkaç günlüğüne Mitsuha Taki'nin bedenine, Taki ise Mitsuha'nın bedenine girer ve birbirlerinin yaşamını yaşarlar. Tıpkı Mitsuha'nın dileğinde söylediği gibi.

Olaylar bu ikilinin ruhlarının yer değiştirmesiyle başlıyor. İkisi de aslında her yaşamın kendine has zorlukları olduğunu fark ediyorlar. İkilinin birbirlerinin yaşamlarında yaptıkları değişimlere verdikleri tepkileri okumak çok keyifliydi. Bu kısımlarda bolca güldüm. 

Öte yandan, zamanla ikili arasında derin bir bağ oluşuyordu. Birinin bedenine girmek. O olmak. Onun çekincelerini görmek. Ne garip... Korkutucu ama güzel de. Ama en çok korkutucu olan şey, bedenine başka birisinin girmesi mi? Yoksa, o başka birisini bir gün tamamen kaybetme düşüncesi mi? Mitsuha ve Taki bu ikincisini yaşıyor. Bir gün aniden birbirlerini kaybediyorlar. 

Büyük bir kuyruklu yıldız Mitsuha'nın yaşadığı kasabaya düşüyor ve ikilinin arasındaki bağda bir kırılma yaşanıyor. Kitabın ikinci yarısında Taki ve Mitsuha'nın kaderlerindeki bu kırılmayı onarmaya çalışmalarını okuyoruz. Kader değiştirilebilir mi? Ne kadar büyük bir güç gerekir bunun için? İşte, Mitsuha ve Taki'nin hikayesi bunu anlatıyor. 

Birini tüm yüreğinle sevdiğinde, onu bulabilir misin? 

Çizgi romanı da, filmi de ilgisini çeken herkese öneriyorum.

(08.11.22)







Not: Bu kitap yorumu yazısı reklam değildir, kitap önerisidir.


Siddhartha (Hermann Hesse) | Kitap Yorumu

Yazar: Hermann Hesse, Çevirmen: Kamuran Şipal,
Yayınevi: Can Yayınları

Siddhartha, bir din adamının oğludur. Herkesin saygısını kazanacak kadar yetenekli ve akıllı; herkesin sevgisini kazanacak denli yakışıklı ve sevimlidir. Önünde oldukça parlak bir gelecek vardır var olmasına ancak bu çoktan çizilmiş yol, Siddhartha'nın yürümek istediği yol değildir. Aslında bu bir istek bile değildir Siddhartha için; bir ihtiyaçtır. Yüreğinin susuzluğunu dindirmek için bir Samana olmaya karar verir. Samanalar, dünyadan kendini soyutlayarak nefislerini terbiye etmeye çalışan Hindulardır.

Dostu Govinda ile Samanaların arasına katılan Siddhartha için bu, yolun başlangıcıdır. Kitap boyunca pek çok şey dener Siddhartha, hep arar. Aradığı nedir, kimdir; aslında bunu bildiğini düşünür en başta. Atman'ı aramaktadır, o her şeyin başlangıcı, sonu ve yaratıcısı olan varlığı. Ama sonra, sonra, aradığı şey biçim değiştirir. Pek çok öğretmeni olur Siddhartha'nın. Aslında bir zamandan sonra bir öğretmenin ya da öğretinin ona aradığını veremeyeceğini düşünür; ancak dünya böyle işlemez. Görür ki Siddhartha, yaşam başlı başına bir öğretidir ve yaşamda pek çok öğretmen çıkar insanın karşısına. Bazen bir Samana, bazen bir dost, bazen bir ermiş... Bazense bir ırmak, bir orman, bir sevgili. Siddhartha kitap boyunca hep arar, hep de bulur. Bulduğu şey aklındaki hedef olmaz hiçbir zaman. İşte bu noktada onunla birlikte görürüz onun asıl hedefini ve sonrasında da, hedef denilen kavramın özünü.

Siddhartha, derinlerdeki bir şeyi aramak için babasının yanından ayrılır. Önce çok fakir olur, ama kendiyle baş başa kalır ve bolca düşünür. Yine de eksiktir bir şeyler. Buddha'yla kesişir yolu. Ancak onun öğretisi de Siddhartha'ya tam olarak dokunamaz. Değer geçer. Bu hafif dokunuşla Siddhartha, aradığının dünyadan kendini soyutlamakta olmadığını kavrar. Yine yollara düşer ve bir yosmanın aşığı olur. Onun da yardımlarıyla bir tüccarın yanında çalışmaya başlar ve çok zengin olur. İki ucu da görür Siddhartha. Dünyaya daha da bağlanmış, hatta ona yapışmıştır şimdi. Ama aradığı sahiden bu mudur?

Beni düşündüren ve severek okuduğum bir kitap oldu.

(16.07.22)


Rebels of the Neon God | Film Yorumu


Yönetmen: Tsai Ming-liang

Senarist: Tsai Ming-liang 

Yapımı: Tayvan, 1992


''Yaptığına bak. Hayatını boşa harcıyorsun.''


Kaynak: Pinterest


''Eğer şansın yoksa, hiçbir şey planladığın gibi gitmiyor.''


Film, farklı hayatlara sahip iki gencin yaşamlarının paralelliği etrafında ilerliyor. Ah Tze (Chen Chao-jung) arkadaşı Ah Ping (Jen Chang-bin) ile birlikte tüm gün aylaklık ederken geceleri hırsızlık yapıyor. Hsiao Kang (Lee Kang-Sheng) ise ailesiyle birlikte yaşayıp üniversite için sınava hazırlanan bir genç. Ah Tze, her ne kadar toplumun onu ''serseri'' olarak nitelendireceği bir yaşam sürdürse de, aslında kendi halinde yaşamak istiyor. Hsiao Kang ise ''iyi yetiştirilmiş'' bir genç adam olarak görünen ama istemediği bir hayatın içinde yaşamanın hissettirdiği baskı nedeniyle sosyopat davranışları gösteren birisi. Asıl his ve düşüncelerini açık açık yansıtmak yerine, gizli eylemlerde bulunuyor.

Filmin başlangıcında Ah Tze'nin evini su bastığını görüyoruz. Bu durum film boyunca farklı zamanlarda tekrar ediyor. Buradaki su imgesi aslında Ah Tze'nin kontrol edemediği duygularını tanımlamak için metafor olarak kullanılmış. İlk su baskınında Ah Tze'nin abisinin birlikte olduğu kıza karşı hissettiği hisleri bastırmaya çalıştığını görüyoruz. İkinci baskında ise arkadaşı Ah Ping ile kötü bir gün geçiriyor. Her iki durumda da giderden taşan suyu umutsuzca bastırmaya çalıştığını ancak suyun yavaş yavaş yükselip tüm evi kapladığını görüyoruz. Ne zaman ki Ah Tze hissettiği kaybolmuşluk hissine ortak olacak birini, Ah Kuei'yi (Wang Yu-Wen), buluyor; o zaman evin her köşesini sarmış sular da çekiliyor.


Kaynak: Pinterest

Hsiao Kang, otoriter bir baba ve batıl inançlara sahip bir anne ile büyümüş bir genç. Sınav sisteminin katılığı, belki önünde uzanan yaşam ve aslında çevresi tarafından, belki kendisi tarafından da, tanımlanmış kimliği onu boğuyor. Filmin girişinde Hsiao Kang'ın odasındaki böceği sivri bir cisimle yakaladığını görüyoruz. Bu durum Hsiao Kang'ı rahatlatıyor; çünkü aslında odasında dolaşıp duran böcek, kendisinin istemediği bir yaşamda dönüp durmasının bir temsili. Ancak Hsiao Kang aynı yaşama devam ederken, böcek oradan kurtuluyor. Bu durumun Hsiao Kang'ı öfkelendirdiğini görüyoruz. Böcek camın dışında olsa bile onu yakalamak ve yok etmek istiyor. Çünkü Hsiao Kang aslında kendisini yok etmek istiyor. Bir böcek gibi gördüğü kimliğini yok etmek ve özgürleşmek arzusunda. Bu nedenle Ah Tze'yi kıskanıyor. Onu yakın takibe alıyor, her adımında gölgesi gibi peşinden ayrılmıyor. Ancak bu eyleminde de pasif kalmayı tercih ediyor. Varlığını her daim hissettirmek için çabalasa da, kimliğini Ah Tze'ye göstermiyor.


Kaynak: Pinterest


Ah Kuei: Ah-tse gidelim buralardan. 
Ah Tze: Nereye gitmek istiyorsun? 
Ah Kuei: ..... 
Ah Tze: Ne yapacağımı bilemiyorum.


Bu filmi izlemeye başladığımda ilk kez izleyeceğimi düşünmüştüm ancak filmi daha evvel de izlediğimi çok geçmeden anladım. İçerisinde metaforlar taşıdığı için filmi bu ikinci izleyişimde karakterleri daha açık çözümleyebildiğimi düşünüyorum. Filmi ilk izlediğimde daha çok sinematografisinin büyüsüne kapılmıştım. Kullanılan renk paleti, sokaklar ve bu atmosferi müthiş bir şekilde yansıtan müzik... Film her detayıyla ince ince işlenmiş, kendine has, hatta biraz serseri bir hava taşıyan başarılı bir yapım. Herkese hitap edeceğini düşünmesem de, bu tarz filmleri sevenler ve farklı bir şeyler denemek isteyenler için izlemesi keyifli olacaktır.


REBELS OF THE NEON GOD fragman için tıklayabilirsiniz.

Rebels Of The Neon God theme music için tıklayabilirsiniz.


Not: Bu film yorumu yazısı reklam değildir, film önerisidir.


Popüler Yayınlar